“Daima doğruyu söylerim. Ama doğrunun tamamını değil. Çünkü doğrunun tamamını kimse söyleyemez. Her şeyi söylemek imkânsızdır. Yeterince kelime yoktur. Doğruyu, gerçek olana yakıştıran da bu imkânsızlıktır,” der Jacques Lacan.
“Ölümlü dünyada aklın ipini biraz salmakta yarar var bence.” (Sayfa: 13)
Attilâ Şenkon’un son romanı Yalan Satıcısı, İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. Dili çok iyi kullanan bir kalemşor Şenkon. Okurla oyunlar oynamayı seviyor. Önceki kitaplarının iki kahramanı Işık (Gökkuşağına İki Bilet’te) ve Sağkız (Gökkuşağına İki Bilet ve Telef’te)bu romanında yine rol almış. Ankara’daki Kıtır adlı birahanede, bir masa(l)da buluşan dört karakterin hikâyesine tanık oluyoruz romanda. Attilâ Şenkon okuru bir zaman, mekân yolculuğuna çıkarıyor. Kâh Gezi Parkı, kâh ODTÜ Devrim Stadyumu, kâh Kuğulu Park oluyor durakları. Bu Kıtır’döngüsel yolculuk sonunda düşe vurumsal bir mola veriyoruz. Attilâ Şenkon ODTÜ Mimarlık bölümü mezunu mimar bir yazar. Romandaki ana karakter Işık Şensoy da bir mimarjinal! Bu bağlamda yazarla otobiyografik rastlantılar taşıyor.
Her okur bir yazardır aslında, okuduğu metni beyninde evirir çevirir, oynatır. Okumak his terapisidir. Her yazar kitabının okunmasını ister elbette. Vermek istediği bir ileti vardır. Hedef kitlesi olmayan yazarlar popülizmin tuzağına düşmüştür. Kitabın çok satması değil okurunu derinden etkilemesi, düşündürmesi, uyutmaması önemlidir. Okumak emek gerektirir, hatta kimi zaman yazarından bile çok… Böyle bakıldığında Attila Şenkon’un izinde gittiği yazarların Selim İleri, Adalet Ağaoğlu, Vüsat O. Bener, Ahmet Hamdi Tanpınar olduğu söylenebilir.
“Dilediğimiz şeyleri unutabilseydik keşke. Unutmanın verdiği hafiflikle ne kadar kolaylaşırdı hayat.” (Sayfa: 38)
Şenkon; Hayri, Berna, Fahrettin, Arif, Suzan, Hayrettin, Sağkız, Işık, Hüsnü, Semiha, Orhan, Tuğçe, Hasan karakterlerinin hayat içindeki kırılganlıklarını, mutsuzluklarını, küçüldükçe büyüyen ihtiraslarını ve iletişimsizliklerini anlatıyor. Bizler bu karakterlerin hiç hiçe geçmiş hikâyeleri eşliğinde finale doğru usulca yol alıyoruz. Okur bir karakteri tutmak zorunda kalıyor kitap bitince, o zaman anlıyor ki bu karakterlerin tümü tek bir karakter aslında; o da yalan satıcısı.
Yalan Satıcısı entelektüel bir çeşitlilik de sunuyor okura. Birçok kişi, eser, mekân ve olay anılıp anımsatılıyor romanda: Dost Kitabevi, Sait Faik, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Yenişehir’de Bir Öğle Vakti, Sevgi Soysal, Zeki Müren, Behiye Aksoy, Münir Nurettin Selçuk, Sylvie Vartan, Johnny Hallyday, Muammer Karaca, Romeo ve Juliet, Muhsin Yazıcıoğlu, Şimon Peres, Nilüfer, Semra Özal, Mehmet Haberal, Hallac-ı Mansur, ODTÜ, Tekel işçilerinin eylemi, Cumhuriyet Mitingi, televizyon yarışmaları, havada uçan bir anayasa, Anton Çehov (Martı), Gogol (Müfettiş), Shakespeare (Hamlet), James Barrie, Red Kit, Jesse James, Calamity Jane, Dalton Kardeşler, Gezi Direnişi, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Atatürk Kültür Merkezi geçmişle şimdiki zamanı harmanlayıp hafıza tazeliyor.
“Yüreğinin müziği susarsa hayat seni dansa kaldırmaz.” (Sayfa: 51)
Kusur döngülü bir hayatın kırık bumeranglarını atan karakterlerin hikâyesi anlatılıyor Yalan Satıcısı’nda. Kayıp Peter Pan kitabının otuz yıl sonra Amerika’nın küçük bir kasabasında bulunuşu, Tuğçe’nin babasının kalbinin nakledildiği Hasan ile evlenip babasının yüreğini hep yanında hissetmek istemesi, bütün hayatı başka insanlara unuttuklarını anımsatmakla geçmiş suflör Arif’in çağın illeti Alzheimer ile mücadelesi, romanda öne çıkan lirik hikâyelerden yalnızca birkaçı.
Bittiğinde başa dönen bir kurgusu var kitabın. Sonunda kıtırın bir anlamının da yalan söylemek olduğu belirtiliyor zaten ve biz Yalan Satıcısı’nın kurduğu sahte acunun tam ortasında kalakalıyoruz. Fuzuli ne demişti: “Aldanma ki şair sözü elbette yalandır.”
Attilâ Şenkon’un bu romanı bir manifestodur bence;
yalanların öcüne,
lirizmin letafetine,
sözcüklerin yitişine,
sesin eski esişine,
acıların açılarına,
ıssızlığın ıslığına,
en çok da tam teşekkürlü tarihe… (ET/HK)