Doğan Akhanlı edebiyatta bir mihenk taşıdır. Türk edebiyatında ise Sabahattin Ali’nin halefidir dersek abartmış olmayız kanımca. Bu yalnızca Sabahattin Ali’nin romanı “Kürk Mantolu Madonna”nın devamı olan romanı “Madonna’nın son hayali”ni yazmasından ötürü değildir.
Gerek roman dili, dil konusundaki derinliği, romanda kullandığı biçem, üslup ve anlatım yani anlatıcı (narrator) konusundaki çeşitliliği, kah kahramanı konuşturması, kah romancının sesi, kah başka bir anlatıcının olması bakımından, dildeki şiirselliği, dili eğip, bükmesi ama buna rağmen dildeki yalınlığı, sadeliği ve lezzeti bakımından Sabahattin Ali’nin halefi olmayı kaleminin gücüyle hak etmiş dev bir yazardır.
Bir diğer benzerlikleri Sabahattin Ali gibi derdinin toplumsal ve evrensel olmasındandır. O da selefi gibi gurbet ellerinde genç yaşta hayata veda etmesini bu derdine borçludur.
Goethe nişanı
Doğan da, Sabahattin Ali gibi “ben” demeyi beceremeyenlerdendir. Onun için “ben” yoktur, “biz” vardır. Ermeni kardeşinin de, Yahudi kardeşinin de, Kürt veya Alman kardeşinin de derdi; Doğan’ın derdidir.
Dünya’ya çok geniş bir çerçeveden bakabilen, ezilenin yanında olan, onu tüm yüreğiyle, bilinciyle, özüyle kavrayan ve tavır alan evrensel bir yazardır.
Bu özelliklerinden dolayı Doğan Akhanlı 2019’da Almanya edebiyat alanının en önemli nişanelerinden biri olan “Goethe Nişanı/ Madalyası” (Goethe Medal) ile ödüllendirildi.
Oyunlar
Doğan aynı zamanda çok yönlü bir yazardır, tıpkı Selefi gibi. Almanca yazdığı Annenin Sessizliği ve İstanbul adlı oyunları Almanya’da bir çok sahnede sergilendi.
2010 tutukluluk sürecinden sonra yazdığı “İstanbul” adlı tiyatro oyununda Doğan bu kez kendi hayatını oynayan bir tiyatro oyuncusu olarak karşımıza çıkar.
Yukarda bahsi geçen edebi yazıtlarının yanı sıra Doğan’ın “Babasız Günler”, “Talat Paşa Davası-Tutanaklar”, “Ona Sevdiğini Söyle” isimli romanları da mevcuttur.
Doğan’ın insan hak ve hürriyetleri ile ilgili hassasiyeti bilinen bir gerçek. O birileri gibi yazarlığı masa başında oturarak, yalan-yanlış yapanlardan değil.
Hayatın içinden deneyimleyerek, hissederek, yaşayarak yazanlardandır. Tüm amacı hakikati ortaya çıkarmak ile ilgilidir. Hem yaşam amacı, hem yazın amacı budur.
Motivasyon, ilham
Bu elbette bazı muhataplarını yer yer sıkıntıya sokmuş, onları çileden çıkarmış olabilir ama yüzleşme meselesi sürgünde kendisine ve ailesine yurt edindiği Almanya’nın çoktan başardığı, aştığı bir mesele olduğu için, Almanya, Doğan’ın anavatanı olan ama aynı zamanda türlü badireler yaşamasına sebep olduğu için terk etmek zorunda kaldığı ülkesinin, devletinin de yüzleşme meselesini çözüp, geleceğe daha inançlı, daha güvenli ve daha temiz bir sayfadan başlamasını sağlama arzusu için mühim bir rol modeli olma konusunda sanırım kendisini fazlasıyla motive etti, ilham verdi.
Doğan’ın arzusu acıları taze tutmak değil, yaraları sağaltmaktan başka bir şey değildir. Bunu taş atmak olarak algılamakta ısrar edenler, mağdurun yarasına sebep olup, bunu yok sayanlardır.
O sebeple Doğan’ın tartışmaya çalıştığı hakikatleri kendi ırkçı, tekçi, kompleksli benliklerine atılmış birer taş olarak algılamaktadırlar.
Taş
“Orientalism/ Şarkiyatçılık”ı dünyaya kazandıran Edward W. Said’in Güney Lübnan sınırındaki tel örgülerden İsrail tarafına taş atması karşısında takındığı tutum ne olursa olsun, o taşı karşı tarafın hak etmediği anlamını çıkaramayız.
İşte Doğan’ın attığı taşların amacı da kimseleri, karşıyı yaralamak değil, tıpkı Hrant Dink’in yaptığı gibi aksine sürekli kanayan jenosit, soykırım, ötekileştirme, inkar, ayrımcılık nedenli yaraların kapanmasına katkı sunmaktır.
Cane
Kürt-Türk Dostluk Girişimi’nin öncü neferlerinden ve emektarlarındandır. Kürt sanatçı Hozan Cane tıpkı kendisi gibi Türkiye’ye giriş yaptığı sırada tutuklanınca, ilk ayağa kalkan yine Doğan oldu. Kampanyalar örgütledi, dünyanın dört bir yanından aydınları, yazarları, hak savunucularını Cane’nin özgürlüğü için harekete geçirdi.
Hozan Cane cezaevinden çıkıp da yaşadığı Almanya’ya geldiğinde kalabalık bir heyetle karşılama görevini yine Doğan üstlendi. Bu anlamda Doğan, hakikat avcısıdır ve yerelden evrensele uzanmış, toplumların karanlığını aydınlatmaya çalışan bir aydın, bir fener ve bir ışık çizgisidir.
İnsan hakları alanında gösterdiği aktivist ve düşünsel tavır onun 2013'te “Pfarrer-Georg- Fritze” İnsan Hakları Ödülü, 2018 yılında ise “İnsan Hakları ve Demokrasi için Avrupa Tolerans Ödülü’nü (European Tolerance Award for Democracy and Human Rights) almasına yol açtı.
Suç icatları
Doğan’ın 2010 tutuklanmasından sonra ülkeden ayrılırken havalimanında bekletilip, ”burada kalma süreniz olan üç ayı geçirdiğiniz için para cezası ödeyeceksiniz” denir. Doğan keyfi kalmadığını, tutuklandığı için kaldığını söylese de arkadaşı ve avukatı Haydar Erol Doğan’ın selameti için parayı ödemeyi önerir.
Para cezası ödendiği halde bekletilen uçağa bindirilmeyip “yanlışlık olmuş, parayı iade edeceğiz ama genelgeye göre sizi sınırdışı etmemiz gerekiyor” deyip yani “Doğan’ın da dediği gibi” sen gidemezsin, biz seni kovuyoruz” denilerek eline bir tutanak tutuşturulması Türk devletinin Doğan’a ve Doğan gibi aydınlara karşı işlediği ayıplara ve suçlara eklenen bir başka kara lekedir.
Türk devlet geleneğinin aydınından, muhalifinden öç alma çabaları bununla da sınırlı kalmaz. 19 Ağustos 2017 tarihinde, İspanya’nın Granada şehrinde tatil için bulunan Doğan Türkiye’nin talebiyle "Interpol tarafından kırmızı bültenle arandığı" gerekçesiyle bu kez de İspanya’da gözaltına alınır.
Adli kontrol şartıyla serbest bırakılır ama her hafta İspanyol polisine bilgi vermeye zorunlu kılınan Doğan için, yine başta Almanya’daki dostları olmak üzere bir çok çevre ve kişi seferber olup, onun Türkiye’ye iadesine engel olmaya çalışmışlardır.
İspanya’da geçirmek zorunda kaldığı süre içinde kitabını bitirir ve Ekim ayında Almanya’ya döndüğünde yaptığı basın toplantısında hissettiklerinin 2010 tutuklanmasının benzeri olduğunu söyler.
“Yıkamadınız!”
Doğan toplantıda “yine hiç bitmek bilmeyen bir saldırganlık ile direniş ve dayanışma arasındaki mücadelenin söz konusu olduğunu” belirtir ve Türk devlet aklıyla olan imtihanında son noktayı koyar: ”Beni daha önce yıkamadınız, şimdi hiç yıkamazsınız…”
Belki Doğan’ı bu zulümler yıkamadı ama onların sebep olduğu acılar, üzüntüler, işkenceler Doğan’ın genç yaşta kanser olmasını ve hayata veda etmesine sebep oldu.
Ölümünden sadece iki gün önce 29 Ekim 2021, saat 10:22’de bana yazdığı mesajında doğum günümü kutlayan sevgili dostum, insan güzeli arkadaşım Doğan bana şöyle seslenmekteydi: ”Yeryüzünün bütün dillerinde, doğum günün kutlu olsun Selda’cığım. Mutlu yıllara…”
Aradan sadece bir gün geçmişti, ikinci gün 31 Ekim akşamı acı haberi sosyal medyadan öğrendiğimde, bunun gerçek olabileceğine inanamayarak kendisine defalarca mesaj attım. Bunun kötü bir şaka olmasını tüm kalbimle diledim.
Sonraki saatlerde ardı ardına medyaya düşen Doğan’ın göç ettiği haberi karşısında yıkıldım. Londra’nın sesiz, sakin bir gecesinde, gecenin bir yarısında başlayan ağlayışım sabahlara kadar sürdü. Dönüp, dönüp bana gönderdiği son mesaja bakıyordum, hala da bakıyorum.
Bir mucize olmasını ve mesajlarıma cevap vermesini bekler gibi ama biliyorum ki Doğan Şavşat’taki köyünde hasretiyle bağrı delinen anababasının kucağında, ağabeyinin, yaren ve dostlarının yanında ve huzur içindedir. Çünkü o kul hakkıyla göçmemiş bir yeryüzü ışığıdır. (SA/APK)
Merhaba Doğan Akhanlı/ Selda Aksoy
1/ Kızıl yıldızla başlayan hayat
2/ İşkencede fasıl, hapishanede bir başkonsolos
3/ Kitaplar, oyunlar, ödüller, suç icatları