Kitabım çıktıktan sonraydı.
İdarenin düzenlediği ortak etkinlikte karşılaştığımızda Gülazer “Kitabınla ilgili bir şey yazmadım. Hep birlikte kutlama yapmak için koğuşa gelmeni bekliyoruz ” dediğinde, ''Ya senin kitabın” diye başka bir soruyla onu yanıtlamıştım.
16 Eylül’de aylardır beklediğim koğuş değişikliği gerçekleşti.
İki hafta sonra da, Gülazer’in yeni çıkan kitabı “Tencerenin Dibi” ile Temmuz ayında çıkan “Kadın Önderleşmesinde Rosa Luxemburg” kitabımın kutlamasını yaptık.
Hapishanelerde kutlamaların olmazsa olamazı hapishane usulü pasta ve komünün mali durumuna göre abur-cubur tüketimidir.
A-3 koğuşunda Urfalı bir çiğ köfte uzmanı olunca; ben ille de çiğ köfte isterim diye tutturdum.
Eskiden hapishane kantinlerinde bulgur satılmıyordu.
Bir zamanlar F tipi hapishanelerde bisküvi ve pudingle yapılan pastaya “bisküviyi amaç dışı kullanmaktan” disiplin cezası veren mantıkla, hapishane kantinlerinde ince bulguru yasaklayan mantık aynı mantık!
Buralarda hangi yasağın mantığı var ki, bununda olsun.
Yanlış hatırlamıyorsam, tutsaklığımın üçüncü yılındaydı.
Adalet Bakanı’nın ziyaret ettiği hapishanelerden birinde, Urfalı adli mahkûmlardan biri bakana; “hapishanede bulgursuz olmuyor bakanım” diyerek, kantinde ince bulgur satılması talebinde bulunmuştu.
Bakan da hapishane kantinlerinde satılması için bulgura af çıkarmıştı.
Biz de gazeteden o kupürü kesip, birinci müdüre göstermiş ve kantinde ince bulgurun satılmasını sağlamıştık.
Yolu hapishanelerden geçmeyen birine bu anlattıklarım fazlasıyla anlaşılmaz gelebilir.
Öyle ya!
Alt tarafı da, üst tarafı da ince bulgur.
Olsa ne olur, olmasa ne olur?
İnsan yıllar boyunca hapishanede kalınca ve üç öğün karavanaya talim edince!
Bulgur da, başka yiyecekler de pekâlâ özleniyor, değerli hale gelebiliyor.
Bulgurun satılmadığı zamanlarda, bulgur pilavının yıkanıp kurutularak kısır, süzülmüş mercimek çorbasıyla karıştırılarak mercimek köftesi yapmak da, dışarıdan bakan biri için çok gereksiz bir uğraş olarak görülebilir.
Ancak biz tutsaklar bakımından değişik tatlar yaratmak hem özel zamanların vazgeçilmezidir, hem de tutsaklığımıza bir nevi meydan okumaktır.
Bu nedenle kıymasız da olsa, hapishanede Urfa usulü çiğ köfte yapmak, her koğuşa nasip olmuyor.
Biz böyle zamanlarda yanı başımızdakileri de düşündüğümüz için bunun da bir çaresini illaki buluyoruz.
Bir hafta önceden komüncüye gerekli malzemelerin listesini verdi arkadaşlar.
Sebze kantini ve iç kantin geldikten sonra A-3 sakinleri olarak hazırlığa başladık.
Ümran'la ben postacılar olarak bir gün öncesinin akşamında bisküvi, krema, ceviz, kuru incir ve kuru üzümden oluşan pastamızı yapıp, buzluğa koyduk.
Ertesi gün sabah da çiğ köfte ustamız Şadiye ve yardımcıları iş başı yaptılar.
Günün anısına fotoğrafı kutlama esnasında çektirmek üzere ilgili memurla anlaşmıştık.
Üst katta çalışırken Sozda yanıma geldi ve çiğ köfte yoğrulurken de fotoğraf çektirelim diyince, hemen alt kata inip, nöbetçi memurla konuşup meseleyi çözdük.
Ve hapishanede geçirdiğimiz sayılı, sıra dışı bir günün ayrıntılarını yanımızda taşımak için deklanşör bastık.
Hazırlıklar bittikten sonra, kurduğumuz yer sofrasında ayran bardaklarımızı çiçeği burnunda iki yazarın şerefine kaldık.
Sonra da arkadaşlar hep bir ağızdan, yeni kitaplar beklediklerini ifade ettiler.
Yemeğin ardından kutlamamız şarkı, türkü ve halaylarla devam etti.
Kutlamamızın son perdesi elbette postanın kesilmesiydi.
Bir bilseniz kaç kez poz vermek zorunda kaldık Gülazer’le…
Her defasında ya benim, ya Gülazer’in bir tarafı yamuk çıkınca; fotoğraf seramonisi bir başka eğlenceye dönüştü.
Hep birlikte bir kez daha “nice yeni kitaplara” diyip, pastayı hakikaten kestiğimizde, keyfimize diyecek yoktu.
Böyle zamanlarda herhangi bir kadın arkadaşımızın başarısını hep birlikte hissedip, yaşamak sıradan kadınlık hallerinden de uzaklaşmak anlamına geliyor.
Bir de masup damında moral ve motivasyonun büyümesine, yeni başarılara kulaç atmaya koşulluyor insanı.
Her ne kadar bu kutlamayı 3 Ekim’de yapmış olsak da…
Paylaşmanın bu zamana kalmasının bir yanını hapishane gerçeği oluşturuyor; bir aşamadan sonrası da benim payıma düşüyor.
Böyle bir kutlamayı fotoğrafsız paylaşmak eksik olurdu.
Hapishanenin yazıcısı bozuk olduğu için bir-kaç hafta onu beklemek zorunda kaldım.
Sonrası da, arka arkaya gelen duruşmalarım ve ardından 10. ACM heyetinin kalemi kırarak bir hukuk cinayetinin altına imza atması üzerine yazmak öncelikli işim oldu.
Neyse ki, hapishanede yaşadıklarımız dışarıdaki gibi çabuk eskimiyor.
Tıpkı duyguların zamana dayanıklı olması gibi…
Yaşadıklarımız da zamana meydan okuyor! (FE/HK)
* Füsun Erdoğan, Gebze Kadın Kapalı Hapishane