Sizin oraları bilmem ama buraya neredeyse bahar geldi. Şansımızdan mıdır yoksa küresel ısınmanın azizliğine mi uğradık ya da daha uğrayacağımız mı var bilinmez ama bu sene Erivan kışa pek yüz vermedi. Yükseklerde kar olmasına rağmen kent merkezi son günlerde ısındı. Geceleri bir kere soba yakılabilen yoksul hanelere de böylece gün doğdu.
Bugün Karabağ Azerbaycan sınırından gelen ölüm haberlerinden, muhalefet partilerine mensup birilerinin polisten yediği sopadan ya da Ermenistan devletinin diaspora ile birlikte ortak mücadele için hazırladığı deklarasyondan değil de daha iç açıcı mevzulardan bahsetmek isterim.
Sevgililer günü 31 Ocak'tı
Bir deneyelim bakalım. Ermenistan'ın sevgililer gününü anlatmaya çalışayım. Meğer burada 14 Şubat'ın bir alternatifi varmış. İnançları uğruna canını veren Aziz Sarkis'in öldüğü varsayılan tarihlerde yani Ocak ayı sonunda veya şubat ayı başı pazar günü kiliselerde gençlerin hamisi kabul edilen bu kişi, yapılan çeşitli törenlerle anılıyormuş. Bu yıl anmalar 31 Ocak tarihine denk gelmişti.
Geleneklere göre, Ermeni genç kızlar ve erkekler yortu öncesi tuzlu Pelit (bir nevi buğday yemeği) yerlermiş ve bunun da yardımıyla rüyalarında gelin veya damat adaylarını görebilirlermiş. Bu yıl sevgili adayını rüyasında gören oldu mu bilmiyoruz, ama buradaki gençlerin bizim de bir günümüz var diye sevindiği ve kutladığını görülüyor.
"Türk görmek"
Ama dedim ya maalesef gerçekler zaptedilemiyor. Bir süre sonra paçamdan çekiştiriyor. Altı yaşındaki oğlum sınıfındaki ağırlığı Vietnamlı, çeyrek Ermeni ama Fransız vatandaşı (ama Fransa'yı belki de henüz hiç görmemiş) olan bir çocuktan, eskiden Türklerin Ermenilere pek de iyi şeyler yapmadığını duymuş. Diliniz döndüğünce anlatmaya çalışıyorsunuz. Bir sonraki gün buralara yeni gelmiş olan arkadaşınız, İranlı bir İngilizce öğretmeni size, "Bu nedir gerçek mi" diye soruyor. Sonra da ders verdiği sınıflardan birinde on üç yaşında bir kız çocuğunun nefret ettiği bir şeye örnek verirken kullandığı cümlenin “Türk görmek” olduğunu söylüyor.
Velhasıl-ı kelam burada yaşarken soykırım meselesinden kaçılmıyor. Turist olmak da kurtarmaz. Nitekim bazı turizm rehberlerinde buradaki bir sohbette üçüncü cümlenizin soykırıma gelip dayanacağı da ifade edilmiş. Elbette onca olandan sonra bu durum normal. Bazıları benzeri durumlar için bir teşhis koymuş: Erivan Hastalığı. Soykırım gibi büyük yıkımlara uğrayan halkların yeni jenerasyonlarında da yaşananların travmatik sonuçlarının da görülebileceğine inanılıyor. Tedavisi var mı bilmiyorum.
Aklım zıplıyor, belki de çare budur.
Shanghai Devil adlı çizgiromanın son sayısında Ümit Kireççi'nin öykünün yaratıcısı Gianfranco Manfredi ile yaptığı röportajı yayınlandı. Manfredi kendi kahramanı Hugo Pastore ve Avrupa örneği üzerinden şöyle diyor: "...Bizim kuşağımızda ve bizden sonraki kuşak büyük bir Avrupa yaratmak için çabalamalı, savaş ve sefaletten başka bir şey getirmeyen nasyonalizmin geri dönüşüne karşı savaşmalıdır. Yeni kuşakların en iyi kesimi zaten uluslararası bir kültüre sahip (...) ayrıştırılmış kültürler özlemine kapılmak artık tarihin dışında kalıyor. Dünya geri dönmüyor. Bugün büyük kıta ülkeleri arasında boy ölçüşülüyor. İnsanlar ya kıta olmanın yollarını öğrenirler ya da kendilerini toplumsal, siyasi ekonomik ve kültürel marjinalliğe teslim ederler."*
Peki bizim meselemiz nasıl çözülecek? Şimdiye kadar en geçerli formül gibi sunulan geçmişle hesaplaşma tek ve yeterli çare olabilir mi? Hem bu nasıl yapılacak? Adeta bir yangın yerinin ortasında bulunan memleketin demokratikleşmesi mümkün mü? Yoksa barış, eşitlik kardeşlik ve adaletin hüküm sürdüğü bir ada değil de bir kıta yaratmanın yollarını aramak mı bu işin çözümü?
Şunun olmadığı ise kesin gibi. Saray soytarılarıyla, neredeyse on üç yıldır demokrasi adalet umutlarını “Reis”in iki dudağı arasına hapsetmiş insanlık mühtedilerinin kapışması, varsa bile bir çıkış, bunu hiçbir zaman bize göstermeyecek. (AS/HK)
* Shanghai Devil-sayı 9-Çizgi Düşler
** Fotoğraflar: Alp Aslan
Aykan Sever, gazeteci, Erivan'da yaşıyor. |