Etrafı kadınlarla çevrili bir dünyada büyüdüğünü hatırlıyor Vakıf.
Aşiretin orta direğinin, çimentosunun kadınlar olduğunu aktarıyor.
Göçebe bir hayat sürdürdükleri çocukluk yıllarında dört duvarla çevrili, üstü damla örtülü bir evlerinin olmadığını anlatıyor.
Çadırların, ovaların, dağların ve gökyüzünün evleri olduğunu, annelerin çocuklarını dere kenarında yıkadıklarını hatırlıyor.
En güzel anılarından birinin annesinin koca elleriyle suyu alıp vücudundan aşağıya döktüğü anlar olduğunu belirtiyor.
Bu hareketin kendisinde koruma ve samimiyet hissi uyandırdığını ifade ediyor.
Anneler ve yetişkinlik yıllarında eşler dışında erkek vücudunun başka kadınlara gösterilmesinin tabu olduğunu da sözlerine ekliyor.
Bunu bilen güvenlik kuvvetlerinin çıplaklığı Kürtlere yönelik işkencelerde kişiliklerini kırmak için bilhassa kullandıklarını söylüyor.
Coğrafyanın şefkatli kucağında…
Dünya çapındaki en köklü film festivallerinden Locarno’da prömiyerini gerçekleştirdikten sonra Toronto Uluslararası Film Festivalinin programına da dahil edilmiş olan O gün bu gündür, uçuyorum (Ever since, I have been flying) adlı belgesel, şiirsel bir dile yaklaşan anlatımıyla seyirciyi tefekküre yöneltiyor.
Edebiyata yakınlığı malum yönetmen Aylin Gökmen filmin senaryosu dışında montajına da imzasını atmış; 14 dakikalık İsviçre yapımı kısa belgeseli aracılığıyla zor zamanlarında çocukluğun mutlu ve huzurlu anlarına sığınmayı alışkanlık haline getirmiş Vakıf ile seyircinin empati kurmasını kesinlikle sağlıyor.
Maziyi hissettirmek üzere açık renkli görüntüler puslu bir dünyadan bize ulaşırken tok sesiyle bize yaşadıklarını bazen takılarak anlatan Vakıf benliğimize derinden hitap ediyor. Pastoral bir ortamda huzur içinde geçen çocukluk yıllarından sonra güvenlik kuvvetlerinin kurduğu pusuyu teferruatıyla aktarıyor. Bir gece pamuk yığının üstünde yatarken, ayın ve yıldızların altında her şey bembeyazken öpüşmüş olduğu Aso’nun akabinde hayatını nasıl kurtardığını anlatıyor; yaklaşmakta olan tehlikeyi hissedip Vakıf’ı bir kenara itince kurşunun canını aldığını, ilk aşkıyla öpüştükleri zaman ağzında kalan olgunlaşmamış nar tadını asla unutamadığını belirtiyor.
Polis işkencesi
Coğrafyanın huzur veren manzaralarına cırcır böcekleri eşlik ederken kayalıklarda yankılanan silah sesleriyle çocukluktaki saflığın Vakıf’ın elinden zorla alınacağını zaten hissetmiştik. Ardından gözaltına alınışının, sorguya çekilmesinin, işkenceye tabi tutulmasının detaylarına vâkıf oluyoruz.
Kan ve sidik kokan karanlık bir ortamda vücudun kasılmasına neden olan muhtelif saldırılar sonucunda ağzında demir pası gibi bir tat oluştuğunu hatırlıyor. Bedeninden sanki bütün sıvıların çekildiğini, kendini kuru hissettiğini ve büyük bir acı çektiğini aktarıyor. Çarmıha çırılçıplak gerilmiş, gözü bağlanmış haldeyken bir kadın sesi duyduğunu, aşalayıcı bir tonla, “Utanmıyor musun bir kadının karşısında çıplak durmaya?” cümlesi kulaklarında çınladığında elleriyle önünü kapatma refleksine karşılık veremediğini hatırlıyor. İşte tam da o zaman kendini koruyamadığını hissettiğini ve kişiliğini yok etmek için bu şekilde işkence edildiğini anladığını ifade ediyor. Kendinden kaçma isteği, acılar ve karanlık fazlasıyla baskın hale geldiğinde yavaş yavaş uykuya geçtiğini, akabinde bir ışık gördüğünü ve başka bir yere gitme isteğinin adeta somutlaştığını belirtiyor. Çocukluğunun dağlarına, vadilerine, derelerine, etrafı kadınlarla çevrili olduğu yıllara ve o güzel coğrafyaya özgürce uçtuğunu, o gündür bu gündür uçmaya devam ettiğini anlatıyor.
Filmin sonunda perdeye yansıyan hayat dolu aile fotoğraflarına, iddiasız olduğu kadar filme yakışan YOM imzalı Eldorado 54 adlı parça eşlik ediyor. Jenerik akarken siyah fon üzerinde ince çizgiler halindeki gayet basit beyaz renkli desenler gözlerimiz kapalı olduğu zaman gördüğümüz belli belirsiz uçucu figürler gibi hayal kurmamıza imkân tanıyor.
Sonuçta kendi içinde gayet dengeli ve tutarlı, mütevazı olduğu kadar tesirli ve estetik bir sinema örneğiyle karşı karşıyayız. Vakıf’ın her şeye rağmen hayata bağlılık enerjisi seyirciye de geçiyor ve barıştan yana bir istikbale ümitle bakmayı mümkün kılıyor.
Arjantin diktatörlüğünün işkence dahil, tüm suçlarının yargılanma süreci hakkındaki Yargılama (El juicio/The trial) adlı muazzam belgesel ise faillerin eninde sonunda cezalarını bulacaklarına dair ümidimizi artırıyor.
Yönetmen Ulises de la Orden’in imzasını taşıyan 177 dakikalık ödüllü mahkeme belgeseli 2023 Berlinale’de başladığı festival yolculuğuna dirayetle devam ediyor; yakında uğrayacağı Amsterdam IDFA’dan sonra Türkiye’de de derin alakayla karşılanacağına eminim. (MT/AS)