Her cuma günü vizyona giren üç - dört yeni film, bizi sinemaya davet etse de; zaman, ruh ve para üçlüsünü denklemek gerekiyor.
İnsanı ayrı bir dünyaya, kimliğe göçertir ya, her film Ben bu aralar çok gezegen- dolayısıyla kimlik- değiştirdim. Bu yazının konusu: Mahsun Kırmızıgül’ün “Beyaz Melek”li dünyası.
Huzurevinde dostluk...
Doğulu-batılı, mektepli-cahal, kentli-köylü, genç-yaşlı farklı yaşam deneyimlerine sahip bir grup insanın hayatın yaşlılık gerçeğinde, huzurevinde başlayan ve Diyarbakır’ın bir köyünde biten sıcacık sevgi dolu ve ‘kökten aşk’cı bir film. Tüm duyguların çeşni kattığı, espriyle sarmallanmış, hüzünlü bir içimize-dışımıza yolculuk-ve insanlık-filmi: “Beyaz Melek”.
Konusu mu? Diyarbakır’dan tedavi için İstanbul’a gelen Mala Ahmet'in, oğulları Ali ve Reşat’ı atlatarak hastaneden kaçmasıyla başlar film. Yabancısı olduğu sokaklarda koşarken kendini bir huzurevinin bahçesinde bulan Mala Ahmet’i, huzurevi sakinleri içeri alarak kendi dünyalarına davet eder. Tanıştığı Melek Hanım, Yorgo, Komutan, Asker, Yaşar Hoca, Ayşe, Nebahat ve diğerlerinin gösterdiği yakınlık Mala’yı rahatlatır.
Öykülerini öğrendikçe onlara daha bir yakınlaşır. Ali ve Reşat babalarını bulduklarında onun mutlu olduğunu görünce ses çıkarmasalar da, huzurevi gerçeği onlara çok yabancıdır. Hele ki tanık oldukları o sertlik sahneleri… Son günlerini yaşayan Mala, sabahleyin köye dönecekken, o akşam evlenecek olan huzurevi sakinlerinden Yaşar Hoca ve Nebahat’ın düğününe katılmaya karar verince düğüne kalırlar.
Mala Ahmet ve oğulları evli çifti balayı, diğerlerini de gezmek için köylerine davet ederler. Kiralanan minibüsle çıktıkları yolculuk acı-tatlı sürprizlerle doludur. ( Devamı perdede…)
Kırmızıgül'ü alkışlıyorum
Filmin estetik ve filmografik değerini saptama işi uzmanlık işi. Ben sıradan bir sinema seyircisi olarak filmi çok etkileyici buldum ve sevdim. Emeği geçen herkese, ille de Kırmızıgül’i yürekten alkışlıyorum.
Toplam bir dakika perdede kalan da dahil, filmdeki herkes baş rol oyuncusuydu sanki. Hangi birini saymalı? Zaten jenerik ve afişte tüm oyuncuları alfabetik sıralayarak olası bir haksızlığı engellemişler. Filmin insanı ötelere –çoğu kez de gerilere- götürmedeki başarısına müziğin katkısı çok fazla.
Mekanlar etkileyici. Detaylar (mesela huzurevinin yer döşemesi karo mozaikler) özenli. Işık da öyle... Filmin her sahnesi özenli ve düşündürücü; bazı kareler Türk filmlerinde sıkça karşılaştıklarımızdan olsa da. Tuz Gölü’ndeki, Dicle Nehri kenarındaki çekimler şiir değil, bestelenmiş güfte.
Mahsun Kırmızıgül’ün senaryo üzerinde çok çalıştığı belli; bazı dialoglar beylik olsa da, bazı olguları bir kelime/cümleyle bile olsa araya sıkıştırsa da. Mahsun Kırmızıgül yönetmen olarak çok başarılı kanımca. Kolay değil Türk sinemasının ve tiyatrosunun o denli özel temsilcilerini yönetmek.
Her filmden belli sahneler kalır insanda. Bu filmden bende kalan çok fazla. Tuz Gölü’ndeki tüm sahneler (o gölün kenarında, o motelde bir gün akşamlamalı ve sabahlamalı) ve ille de ‘Beyaz Melek’in Melek’le buluştuğu sahne. Gelinle damadın Dicle nehrine bırakılan karpuz kabuğundaki çıralara baktıkları sahne.
Yorgo’yla Melek’in dansettiği sahne. Komutan, Melek, asker, Ayşe ve diğerlerinin oda girdiklerindeki duvarlarıyla yaptığı konuşmalara ilişkin sahneler.
Ancak herkesin aklında, gözünde o insanlık dışı şiddet sahneleri kalacak diye kaygılıyım. Keşke diyorum ille o sahneler yer alacaksa –ki gerek yoktu kanımca- daha farklı verilseydi! (Kırmızıgül, bu filmin çıkış noktasının bir televizyon programında ortaya çıkan İstanbul’daki bir özel huzurevindeki insanlık dışı muamele olduğunu açıklamıştı. Filmdeki sahneler gerçek sahneler kadar ürkütücüydü.)
Mahsun Kırmızıgül bana “Bu filmde hangi rolü oynamak istersin?” diye sorsaydı: ” Nebahat” derdim hiç düşünmeden. Tedirgin, ürkek, suskun, örselenmiş, özlemlerini hayallerini ertelemiş, huzurevinde Yaşar Hoca’yla tanışınca yüreği dans eden Nebahat… Lale Belkıs öyle muhteşem ki bu rolde anlatılmaz; seyredilmeli.
Yaşlılık politikalarına katkısı olur umarım...
Türkiye'den her filmin vazgeçilmez destekçisi olarak hayatımda ilk kez bir film yazısı, yazdım. Dilerim bu film; giderek yaşlanan dünyamızda, giderek artan yaşlı nüfusa ilişkin geliştirilecek politikaları, yaşlılık olgusunu, evde bakılan yaşlıların konumunu, huzurevi gerçeğini ve yaşlılık alanında çalışanların sorunlarını, yaşlılara verilecek hizmetlerin örgütlenmesini ve ilgili mevzuatı tartışmaya –bir nebze de olsa- katkı verir. (ŞD/NZ)
* Şadiye Dönümcü, Sosyal Hizmet Uzmanı.