Özcan Alper’i içeride ve dışarıda birçok ödüle layık görülen Sonbahar filmiyle tanıdım. Nevi şahsına münhasır bir çizgisi, yaklaşımı olduğunu daha o zaman göstermişti, sonrasında da bu cesur tavrını devam ettirdi. Gişede, piyasada, ekonomik, siyasal ve toplumsal alanlardaki beklenti ve beğenilerde akıntıya kapılmadan ayakta durabilmenin şartlarını iyi analiz edip özgün olmayı mı tercih etti yoksa özgün olmanın ilk şıkkı olan cesareti mi işaretleyip yoluna devam etti bilemiyorum. Her ne yaptıysa nasıl karar aldıysa daha yolunun başında doğru bir tercih olduğunu görebiliyoruz.
Âşıklar Bayramı Kemal Varol’un aynı adlı romanından yazarın ve yönetmenin birlikte senaryosunu yazdıkları bir film. Edebiyat uyarlamaları sinemaya aktarılırken yönetmenin dünyaya nasıl baktığının ipuçlarını, ütopyasını sanat/sinema/estetik anlayışına tanık oluruz ve elbette ki orijinal eserin birebir aynısı olmaz. Olması da beklenmez zira disiplinler arası geçişte kullanılan argümanlar farklıdır. Özcan Alper Aşıklar Bayramı’nda kendi dünyasını perdeye başarılı bir dille/anlayışla aktarmış. Kendi üslubunu pekiştirmiş, genişletmiş ve hatta zenginleştirmiş diyebiliriz.
Misafir
Aşıklar Bayramı, Kemal Varol’un Ucunda Ölüm Var’la başladığı üçlemenin ikinci halkası. İlk iki romanı oldukça başarılıydı. Bu aralar Everest Yayınlarında üçlemenin son kitabı olan Babamın Bağlaması yeni yayınlandı. Kemal Varol edebiyat alanında aldığı ödüllerle (Cevdet Kudret, Sait faik vs) ve kendine has üslubuyla rüştünü çoktan ispat eden bir yazar.
Gelelim filmimize, dediğim gibi romana sadık kalınan eserlerden… Yönetmen üzerine kendi tarzını da ekleyince ortaya çok başarılı bir film çıkmış. Filmin ana teması babayla oğul arasındaki ilişki ya da ilişkisizlik desek daha doğru olacak. Yusuf (Kıvanç Tatlıtuğ) yirmi beş yıl önce babası tarafından terk edilmiş, yurtlarda büyümüş, avukatlık yapan biridir. Bir gece yarısı kapısının çalınması üzerine babasıyla (Settar Tanrıöğen) yolları zorunlu olarak yeniden kesişir. Babasının hasta olduğunu öğrenmekle kalmaz o hasta haliyle Kars’ta yapılan Aşıklar Bayramına gitmek istediğini öğrenir. Haliyle ilk önce babasıyla iletişim kurmaktan zorlanır, aynı durum babası olan Heves Ali için de geçerlidir. Bütün ömrünü oradan oraya saz çalarak hovardalık yaparak geçiren, gittiği her limanda bir sevgili edinen Heves Ali artık ne eskisi kadar gençtir ne eskisi kadar çapkın ve yakışıklıdır ne de kendine bakacak durumdadır. Bu ruh haliyle bir tür sığınma talebinde bulunur oğluna. Ki bu ruh hali filmin tamamına bir mahcubiyet olarak sinmiş. Sığınmanın ve özür dileyememenin mahcubiyeti.
Yönetmenin imzası
Filmin gidiş yönünden kaynaklı kasvetli hava sonuna kadar devam ediyor. Daha ilk açılıştaki az ışık, yarı aydınlığın oluşturduğu atmosfer seyirciyi nelerin beklediğini işaretler gibidir. Sonrasındaki yağmurlu, gökgürültülü ve bulutlu sahneler kahramanların ruh hallerini destekler ve seyirciye aktarımı da kolaylaştırır. Yönetmenin bu tarzı imzası niteliğindedir adeta. Babayla oğul arasındaki iletişimsizlik yol boyunca yolun yardımı ve doğası itibariyle bir miktar kırılır. İlk kırılmanın, çatışmanın olduğu yeri yönetmen o kadar güzel dizayn etmiştir ki hayran olmamak elde değil; arkada ya da yan tarafta yıkık dökük eski bir bina yıkıntısı söze yer bırakmayacak kadar doldurur kareyi.
Yönetmen bunun gibi simgesel/metaforik görüntüleri birkaç yerde daha filmi genişletmek için kullanır. Yolculuk esnasında at ve sıpasının koşusu, önce anne/baba atın önde sonrasında yavrunun öne geçip baba/anne atın takip etmesi, başka bir sahnede kıvrılarak giden bir nehrin/derenin kıyısında durmaları; hayatın inişli çıkışlı bir macera olduğuna düz bir çizgi olmadığına işaret etmesi gibi. Yolculuk esnasında birbirine açılma gayretleri bir yandan da birbirlerini tanıma merakları/istekleri at başı gider.
Yusuf’un kameranın kadrajında hiç çıkmaması mevzunun Yusuf’un dertlerine, sancılarına odaklanmasını işaret etse de arka planda akıp giden bir Heves Ali mahcubiyeti vardır. Yıllar sonra oğluna olan bu mahcubiyetin anlamı özür dilemektir ve bunu ancak böyle gösterebiliyordur. Başka şekilde, kendince ancak bu kadarını yapmak istemiştir ama başarabilmiş midir; filmin finaline saklamış yönetmen.
Ortak hasretler
Romanda geçen Arkanya, filmde de kullanılmış, bunu yazarın diğer eserlerinde de görmek mümkün. Bu ne kadar hayali bir kent gibi görünse de, gerçek hayatta böyle bir yer olmasa da bunun huzurun, barışın, mutluluğun hakim olduğu bir yer olarak düşünmemizi sağlıyor. Belki bir ada belki bir başkent belki de eskiden olan şimdilerde olmasını istediğimiz, özlemini çektiğimiz, hasretlerimizi sonlandıran bir ülkedir orası.
Heves Ali ile daha önceden kalbini kırdığı, terk ettiği bir kadının bir ağacın dibinde karşılıklı anlaşmadan, işaretleşmeden aynı anda aynı türküyü aynı yanıklıkla, hasret ve içtenlikle dile getirdikleri sahne filmin ana temasına bir kaldıraç görevi görür niteliktedir.
Heves Ali’nin yoğun bakımda yatarken hiç kimsenin içeri girmesine müsaade edilmezken peşi sıra sahnesinde Hasta Hakları Bildirisi/tabelasının altında beş altı kişinin hastanın yanı başında saz çaldıkları sahne de işaret fişeğidir; işaret fişeğini ateşleyen de mesleğinin erbabı Yusuf’tan başkası değildir.
Gezsem Anadolu’yu
Heves Ali’nin eli yol boyunca oğlunun eli içindedir. Kavrayan sahip çıkan el hep oğlunken ve o elin gevşeyip, eli bırakmasından sonra olanlarsa muradına ermenin başka bir şeklidir adeta. Filmin üzerinde düşünülmesi gereken bence zayıf noktası, Anadolu’yu bir uçtan bir uca geçerken hiç mi bir Kürt kentinden geçmedi sorusuna verilecek cevabın saklanması/gizlenmesidir. Yoksa Anadolu dediğimiz yer çok kültürlü/dilli bir yer değil miydi? Alevi cemlerine denk gelmesi, Alevi kültürünü/deyişlerine yer vermesi, görmezlikten gelmemesi belki bu eksikliği giderecek kocaman bir artıdır.
Doğa ve manzara görüntülerini filmin ana teması/karakteri yapmayı ustalıkla başaran Özcan Alper’in yönettiği filmdeki oyunculuklarda Settar Tanrıöğen neredeyse kusursuz oynuyor. Salim rolüyle Uğur Uzunel dikkat çekici. Kıvanç Tatlıtuğ’un Yusuf karakteri için tercih edilmesinin belki özel bir sebebi vardır ama şu açık ki her türlü rolün hakkını verebilecek derecede kendini her geçen gün geliştiren/dönüştüren bir oyuncu olduğu ortada. (HB/AS)