eksiyirmidört dergisi'nden: Bilgimedya mezunu, gazeteci Işıl Cinmen, üniversite öğrenciliği sırasında Hrant Dink'le belki de son söyleşiyi yapan kişi olmuştu. Dink, TCK 301. Maddeden mahkum olmasının ertesinde, o zamanlar Medya ve İletişim Sistemleri bölümü yayın organı olan "Spot" dergisine konuşmuş ve sorularını yanıtlamıştı. Ne yazık ki, "Türkiye'de milliyetçilik yükseltiliyor" başlığıyla, dergimizin Şubat-Mart 2007 sayısında yayımlanan bu haberin mürekkebi daha kurumadan Hrant Dink katledildi. Şimdinin bianet editörü, Bilgimedya mezunu Cinmen, o söyleşiden ve arkasından gelen şoktan tam beş yıl sonra, yine mezun olduğu okulun bir yayın organı olan Eksiyirmidört için Hrant Dink'i yazdı.
Sabah geç bir saatti ama uyuyordum. Arkadaşım içeriden koşarak gelip "Kalk! Hrant Dink öldürülmüş!" dedi. Kalkamadım.
Beş yıl geçti. Ne o yattığı kaldırımdan kalkabildi, ne de ben 20'li yaşlarımın başında ilk defa derinden hissettiğim haksızlık duygusunun altından kalkabildim.
Onu ilk gördüğümde bizim evin salonunda oturuyordu. Annemle Agos için bir söyleşi yapmaya gelmişti. Neden hatırlamıyorum, moralim çok bozuktu. Ağlamamak için kendimi zor tuttuğumu fark ettiğinde, "Anlat ne oldu?" diye sordu. Onu fotoğraflardan bile tanısanız samimiyetinden bir an şüphe etmeyeceğiniz gülümsemesiyle, "Vardır bir çaresi. Kırık kalpler tamircisiyim ben" dedi.
Mezuniyetim yaklaşırken, hayatta hiçbir şeyi aşağılamayacağından emin olduğum o insan, Türklüğü aşağılamaktan mahkum olmuştu. Meşhur 301. maddeden... Savcı, bilirkişi raporuna rağmen cezalandırılmasını istemiş, mahkeme de altı ay mahkumiyetine karar vermişti.
Onun gibi biri için "ırkçılık" en ağır suçlardan sayılırdı. Ne kadar üzülmüş olacağını tahmin ediyordum. Zaten öldürülmeden önceki son yazısında, "Her şeye dayanabilirdim ama buna dayanmam mümkün değildi. Benim anlayışımla, bir insanın birlikte yaşadığı insanları etnik ya da dinsel herhangi bir farklılığı nedeniyle aşağılaması ırkçılıktı ve bunun bağışlanır bir yanı olamazdı" diye yazdı.
Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Sistemleri bölümünde hazırlayacağım bitirme ödevimin konusunu 301. madde olarak belirledim. Konuşacağım isimlerin arasında o da vardı.
O söyleşide bana "Türkiye'de yükselen değil, yükseltilen bir milliyetçilik dalgası var" demişti. Haberimin başlığı da buydu. "Milliyetçilik, devlet tarafından en kolay kontrol altında tutulan kavram. O istediği kadar salıyor, istediği kadar geri çekiyor. Mahkeme kapılarında olay çıkaran bir avuç insanı değil, asıl onların arkasındaki gücü görmek gerekiyor" diyordu.
Bu söyleşimizin üzerinden ne kadar zaman geçti bilmiyorum; en fazla bir hafta... O, öldürüldü.
Yetmedi.
Devletin yargısı, polisi, bakanlıkları, TİB'i*, onları bunları bir olup, onu vurulduğu o kaldırımdan kaldırmamak için birbirlerine söz verdiler sanki.
Ellerinde meşalelerle "Karanlığı aydınlatacağız" diye yürüyen 250 bin kişinin ışığını gölgelemek için çok çabaladılar.
"Mahkeme kapılarında olay çıkaran bir avuç insanın arkasındaki gücü" saklamak isteyenler, onu öldürenin arkasındaki gücü örtbas etmek için ellerinden geleni yaptılar.
Yargı ayıpları birbirini izledi.
Ben büyüdüm.
Cinayet davasını gazeteci olarak takip etmeye başladım.
Çocuk Mahkemesi'nin duruşma salonunda "suça sürüklenen çocuk" Ogün'ün gözlerine baktım. İşlediği cinayetin görüntülerinin izlenmesi için seyyar perde kurulurken mahkeme heyetinin önünde, mübaşire "Koş, çay getir" diyerek kahkaha attığını gördüm.
Beşiktaş Ağır Ceza'nın kasvetli küçük salonunda, Yasin Hayal'in yüzündeki gülümsemeye tanık oldum. Orhan Dink'in "Gülünecek ne var Yasin?" diye bağıran sesindeki öfkeyi duydum.
Rakel Dink'in içlerinde yalnızca hüzün kalan yorgun gözlerini gördükçe umutsuzluğa kapıldım.
Haksızlık duygusu başa çıkılması en zor duygulardan birisi.
Hele bu kadar büyüğüne nasıl tahammül ediliyor, nasıl hala "İntikam değil, adalet" demek için güç bulunuyor, bilmiyorum.
Ama adalet duygusu sarsılan bir ülkenin insanlarının ilelebet hasta kalacağını biliyorum. Bunu mahkeme heyetinin de bildiğini umuyorum.
Çünkü Hrant Dink cinayeti davası, bu ülkenin adalet bilincinin, düzeyinin, anlayışının yargılandığı davadır. Kim olduklarının ehemmiyeti olmayan üç, beş kişinin yargılandığı bir dava değil.
Dink'in avukatları esas hakkında mütalaalarını açıklarken, Mahkeme Başkanı Rüstem Eryılmaz'a, vereceği kararın önemini anlatmaya çalışmışlardı.
Şöyle demişlerdi: "Mahkemeniz her durumda tarihe geçecektir. Ya bu geleneği kıran ve zedelenen yargı güvenini yeniden tesis eden mahkeme olarak, ya da siyasi cinayet ve düşmanlık geleneğini sürdüren olarak...Takdir mahkemenizindir."
Zannetmiyorum ama, Yargıtay Ogün Samast hakkında nihai kararı vermezse, Samast, 20 Ocak'ta zaman aşımından aramızda olacak.
Örgüt üyeliği davasında müthiş bir gelişme kaydedilemezse, gizlenen, "yok" denilen kamera kayıtları birden ortaya çıkmazsa, bu cinayet üç kişinin üzerinde kalacak.
Yasin Hayal'in babası Bahattin Hayal, 14 Kasım'daki duruşmanın çıkışında Trabzon Emniyeti Terörle Mücadele Şube Müdürü Yahya Öztürk'ün onu nasıl tebrik ettiğini, Mardin'de görevli bir Binbaşı tarafından nasıl övüldüğünü anlatmıştı.
"Mardin'deki istihbaratta görevli bir binbaşı, orada askerlik yapan yeğenim aracılığıyla beni tebrik etti. O binbaşı yeğenime 'Yasin çok iyi bir çocuk, babasını gör. Ellerinden gözlerinden öperim, vatana millete hayırlı bir evlat yetiştirdi. Babasına selamımı söyle dedi" demişti.
Trabzon Emniyeti Terörle Mücadele Şube Müdürü Yahya Öztürk'e ifade verirken, Öztürk'ün cebinden Kuran-ı Kerim çıkarttığını ve "Biz bunun yolundayız. Biz devlet ve millet için çalışıyoruz. Yasin de bizden biridir. Yasin çok yakın bir zamanda çıkacaktır. Bu devletin Yasin gibilere ihtiyacı vardır" dediğini de anlatmıştı. Tahmin edersiniz ki, bu konuda yalan söyleyecek ya da buna cesaret edebilecek birine benzemiyordu.
Kısacası, elimizdeki devlet bu.
İçinde, sistemin bekâsı için "Yasin gibilere" ihtiyaç olduğunu düşünenler var.
Bu bakılamayacak derecede kirli yüzü, ancak başını eğmeyen bir yargı temizleyebilir.
Ayrımcılığa uğradığında hüngür hüngür ağlayan o adamın ruhu artık biraz huzur bulmalı.
Bu yazıyı o bitirsin:
"Bu ülkenin bir yurttaşıyım ve ısrarla herkesle eşit olmak istiyorum. Ermeni olduğum için kuşkusuz bundan önce birçok olumsuz ayrımcılıklar yaşadım. Sözgelimi 1986 yılında Denizli 12. Piyade Alayı'na kısa dönem askerlik (8 aylık) için gittiğimde, devremdeki tüm arkadaşlarıma yemin töreninden sonra erbaş rütbesi taktılar ve bir tek beni ayırıp er olarak bıraktılar. İki çocuk sahibi koca bir adamdım, umursamamam gerekiyordu belki. Üstelik bir tür rahatlık dahi sağlamıştı. Nöbet ya da daha zorlu görevler verilmeyecekti. Amma velakin fena koymuştu bu. Tören sonrasında herkes ailesiyle mutluluğunu paylaşırken, teneke barakanın arkasında, tek başıma iki saat boyunca ağladığımı unutamıyorum."* (HK)
*TİB: Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı
*Hrant Dink'in 12 Ocak 2007 tarihli Agos'ta yayımlanan "Neden hedef seçildim?" başlıklı yazısından bir bölüm.
* Bu yazı eksiyirdört Dergisi'nin Ocak-Şubat 2012 5. sayısında yayımlanmıştır.