Seçim dönemleri kamuoyunun malum-u âlidir. Olmadık işler-icatlar alel-usül orta yere boca edilir. Hem de hiç sonuçları düşünülmeden. Hepten kötü mü, değil elbette!
Bazen iyiye de delalet eder. Geçmişi anımsamak, hafızayı canlı tutmak, yeniden üzerine konuşmak için iyidir de!
Bu sebeple biri mevcut cumhurbaşkanı ve yeniden aday, diğeri ısınma turları atan bir diğer aday konuşuyorlar meydanlarda.
Mevcut cumhurbaşkanı kıraathanelerden söz ediyor. O mekânlarda gençlere kekli, çaylı, internetli bedelsiz hizmetten vaat olarak söz ediyor.
Öbürü de diğerinin alternatif olarak nanoteknoloji diyor.
Mesela benim için kıraathane dedikleri mekânsal manzume şudur: Babamın Diyarbekir’de çarşîya şewitî’deki dükkânının karşısındaki Mehemed’in kıraathanesinde uzun kış gecelerinde uzaklardan gelen hikâye anlatıcılarının kelamını saatler boyu üşenmeden dinleyen şehir sakinlerinin oturduğu mekânlardı.
Yine Mardinkapı’da Axê Rûtan’ın kahvesinde ya da Abbas’ın kahvesindeki Cenk Hikâyelerinin günlerini gecelerini anımsadığım mekânlar…
Sonra bir İsviçre seyahatimde Zürih’te evinde kaldığım Diyarbekir’den arkadaşım Şerif Demir’in ilgi duyduğumu bildiğinden keyifle beni götürüp gösterdiği ve oturup kahve içtiğimiz sürgündeyken Lenin’in her gün oturduğu mekân olan Kafe’yi göstermişti.
Şimdi öte yakaya göçmüş olan rahmetli Abdülsettar Hayati Avşar, ilk gençlik yıllarındaki bir İstanbul anısını anlatmıştı.
İstanbul’a giderken Diyarbekir münevverlerinin selamını götürür İstanbul’un değerli aydın şahsiyetlerinden ismi kendisine telaffuz edilen birkaçına. Varır Beyazıt’ta tarif edilen kıraathaneye, oturmuşlardır ve kıraat halindedirler. Haber gönderir Abdülsettar Hayati Avşar, buyur ederler. İçlerinden biri Abdülsettar Hayati, Avşar’ı diğerlerine tanıtırken “Diyarbekir Ekolünden mezundur” der.
İşin doğrusu kıraathane ya da kahvehane dedikleri mekânlar böyle yerlerdi, son demlerine yetiştik. Kıraathane ismi, Arapçada ıkra kelimesinden gelir. Ikra, kelam-söz okumak’tır. Kıraathane de kelam edilen, söz okunan yerdir.
Yetmişli yıllarda lise, sonra üniversite öğrencisiyken kahvehanelerin bir köşesinde kitaplıklar vardı. Ve her gün birkaç gazete alınırdı kahvehane sahibi tarafından mekâna.
Bir zamanlar okul yüzü görmemiş olanların da gidip sohbetlerini bir köşeden dinledikleri, olan bitenden haberdar oldukları kıraathane-kahvehane mekânları hızla hoyrat ellerce her türlü oyunların oynandığı mebzul sufli mekânlara dönüştü.
Kıraat edilen mekânlarda ısrar edilseydi belki bugün sadece üstün zekâlılar arasından çıkan nanoteknoloji meraklılarına açılan yol o kıraat edilen mekânlardan çıkabilirdi.
Bütün hikâye insan dediğimiz eşref-i mahlukat’ın işini, hayatını kolaylaştırmak üzerine değil mi? Tabii ki böyle. Nanoteknoloji denilen bir saç telinden onbinkat daha ince olan bir parçacıktan söz ediyor bugünün teknolojisi.
Biri kahvehaneler olmuş okey şakırtıları arasında internet üzerinden oyunlar oynanan mekânları. Diğeri de bilimsellikten uzak kader üzerinden teknoloji okumalarının mekânları…
Bugün her ikisinin de siyasetin diline pelesenk olan tuhaf hâli üzerinden okumalar yapıyoruz. Geçmişler ola! (ŞD/HK)