Şehrinize dilini bilmediğiniz bir yabancı gelse ne yaparsınız? Tek bir kişinin bile susturulması bir toplumu nasıl etkiler? Açgözlülük, bencillik nelere sebep olur? Bu sorular etrafında dönüp duruyor “Kimsenin Bilmediği Dil.”
Bu toprakların “bilinmeyen dil” meselesine çaktırmadan da göz kırpıyor, siyah bant vurulan, susturulan ağızları hatırlatıyor.
Yetenekli masa ustalarının olduğu ve kocaman masalarda yemeklerin yendiği Massa şehrindeyiz.
Huzurlu bir şehir Massa aslında, ama son günlerde şehre elinde bavulu, kafasında gazete kâğıdından yapılma külahıyla gelen bir yabancı bu huzuru kaçırıyor. Çünkü kimsenin daha önce duymadığı bir dil konuşuyor bu yeni gelen. Sanki efsunlu bir dil!
Bilinmeyen şeylerden korkan her insanın yaptığı gibi Massa halkı da bu yabancıyla ilgili türlü çeşitli söylentiler yaymaya başlıyor şehirde. Yaşanan her kötü şey, her uğursuzluk sanki bu yeni gelen yabancı kişinin yüzündenmiş gibi dedikodular çıkıyor.
Bu söylentiler artınca kral da yabancının konuşmasını yasaklıyor ve ağzına siyah bir bez bağlatıyor. Bu sefer de yabancıyla ilgili dedikodular artıyor ve onunla alay etmeye başlıyorlar.
Kral bir gün halkına, kocaman bir masada büyük bir ziyafet vermeyi planlıyor. Tabii ki bu sofraya bir kişi davet edilmiyor; yabancı.
Ve günlerce, haftalarca yiyip içiyor Massa halkı. Ama ne yeme! Bir nevi aksırıncaya tıksırıncaya kadar yeme! Öyle yiyorlar ki masadan kalkamaz hale geliyorlar. Ve kimin yardımına muhtaç kalıyorlar, tahmin edin!
Ve külahlı yabancı bir gün şehri terk ediyor.
Kuşlar göçüyor, kuşlar geliyor ve zaman geçiyor… Ve bu öyküde Massalı küçük bir çocuk hep gözlemci oluyor.
"Tüm bu olanlardan sonra kral şehri yönetmeye devam etti ve masa üretilmesini yasakladı. Massa ününü kaybetti. Uzun süre kimseler buraya uğramadı. Masaları ve ziyafet sofralarını unutan halkın huzuru kalmadı.
"Ortalık mutsuzluğa büründü."
Hilal Gürsu’nun yazdığı Müjde Başkale’nin resimlediği “Kimsenin Bilmediği Dil”, kalabalık çizimlerle, akıcılığı ve olay örgüsüyle yorumlamaya, üzerine konuşmaya çok açık bir hikaye.
Müjde Başkale, İletişim Yayınları'ndan okurla buluşan bu kitabı, "Kendi dilini konuştuğu için kaybedilen Şirin'e, dilini hiç bilmediği bir şehre göç ettirilen annesi Hanım'a ve hiç dili olmayan Ayfer'e" ithaf ettiklerini söylüyor.
Herkesin davetli olduğu, hep birlikte kurduğumuz sofralara... (AÖ)