Son on iki gündür Lübnan'ı yerle bir etmeyi amaçlayan savaş karşısında ABD ve diğer Batılı egemen devletlerin politikacıları bel büküp gerdan kırarak son derece kibar ve medeni tavırlar içinde, birlikte fotoğrafları çektirip haktan hukuktan bahsediyorlar.
Savaşın sürmesi için "gereken haklar"
Üstelik bahsedilen hakların hepsi savaşın sürmesi için "gereken haklar". İsrail'in kendini savunma hakkı, Lübnan'ın saldırılara cevap verme hakkı...
Bu hakların nelere tekabül ettiğine bakmak gerek. İsrail varolma ve kendini koruma hakkını en şiddetli şekillerde, hem fiziksel hem de psikolojik olarak aralıksız kullanmaya devam ediyor. Bu anlamda bir hak yitiminden, hakkının yenmesinden değil, hakların kanırtılırcasına sömürülmesinden bahsedilebilir ancak.
Lübnan Hizbullah tarafından istemediği bir savaşın içine çekiliyor ve kendi sınırları içinden yapılan bir operasyonun ceremesini tüm Lübnan halkının çekmesinin adaletsizliğini hiç sorgulayamıyor, çünkü hakkı yok.
Kendini koruma hakkı verilmiş ancak kendini koruyacak kuvveti Hizbullah'a karşılık gelirse o zaman Lübnan Hizbullah'la özdeşleşmiş oluyor. On iki günde ülkenin tamamının mahvolmuş olması, sayıları her gün artan ölüler, yaralı ve sakat kalanlar, yerinden edilenler, tüm hayat koşulları on iki gün içinde cehenneme dönüşenler için "kendini koruma hakkı" nasıl bir haktır ve bu hakkın gerçekliği var mıdır?
Kördüğümün kökeni: Filistin'in varolma hakkı
Öte yandan tüm bu sorunların kördüğüm olmasının nedenini, yani Filistin devletinin önce tanınan sonra da uygulamada geri alınan varolma hakkını hatırlayalım. İsrail kurulmadan önce Filistinlilere verilen toprakların bugün onların elinde olmaması, haklarının bunca zamandır gasp edilmiş olması, gasp edilen topraklarının her geçen gün yeniden işgale uğruyor olması uluslararası toplumun ilgisini çeken hak ihlalleri arasında değil.
Filistin halkının varolduğu gerçeğinin kabulü ise, 100 km genişliği bile olmayan topraklarda İsrail için son 15 yılda "ortaya çıkan" bir "fenomen".
"Diğerlerine" hak görülmeyenler
Bu savaş "diğerlerine" hak görülmeyenleri pekala ortaya koydu: Birincisi Lübnan'ın varolma hakkının olmadığını tüm dünya teyit etti. Bu kadar ağır bir yok etme stratejisine genelde dünya, özelde ABD mangal yüreklilikle "Lübnan'ın da kendini koruma hakkı vardır" ya da "İsrail'e bir hafta daha verelim" diyebilmişse ve bütün dünya 12 gün boyunca buna seyirci kalmışsa, Lübnan ve halkı gözden çıkarılmış demektir.
Peki Batılı egemen güçler, geri alınmasına göz yumduğu Filistinlilerin devlet kurma hakkının yanında Filistinlilere varolma hakkı verdi mi? Hayır. Filistinliler şehirlerine, köylerine hapsedilmişken, kendilerine "verilen" topraklarda seyahat özgürlükleri ellerinden alınmışken, ekonomileri neredeyse hiç yokken, onurlu bir yaşam sürmelerinin önündeki engeller kaldırılmamışken, kendilerine verilmesi beklenen toprakların her gün ellerinden alınması ve üzerine yerleşimlerin inşası devam ederken, yerleşimcilerin Filistinlileri bölgeden kaçırmaya yönelik taciz ve saldırıları devam ederken Batı diplomatik dil dışında bu hakkın gerçek hayatta karşılığını bulmasına uğraştı mı?
Utanç Duvarı'nın inşasına verilmeyen tepki bu sorunun yanıtıdır. Üstelik "Şer Ekseni" olarak Hamas ve Hizbullah arasındayken Filistinlilerin hak diye bir lüksü artık hiç yok.
Ne de olsa aynı Batılı egemenler Hamas'ı seçtiği için Filistinlileri cezalandırmakla meşguldü.
Ve aslında bu günlerin gelmesini salyaları akarak bekliyordu, çünkü herhalde İsrailli sivilleri hedef alan ve Filistinlilerin kendilerini İsraillilere anlatmak için buldukları onaylanamaz yöntem intihar bombacılarıyla, asla bugün yaşanan cinsten bir kriz yaşanamazdı.
Çünkü o bombalamalarda da ölenler bütün tarafların gözden çıkarttıklarıydı, vazgeçilebilenlerdi. O Filistinli gençler ki, şehitlik mertebesi ile erkekliği, erkeklikle vatanı ancak cennette yaşamaya ikna ediliyorlar ve o İsrailli siviller ki ülkelerinin yaptıkları karşısında üretebildikleri alternatif seslerin azlığının hesabını hayatlarıyla ödüyorlar....
"Orantılı güç kullanma"
Son savaşın getirdiği bir başka diplomatik, uluslararası ilişkiler ağzı, ne idüğü belirsiz, "orantılı güç kullanma ilkesi". Daha basit söyleyelim, dolandırmadan, allamadan pullamadan, günlük hayatta karşılığı her an olan şekilde: dişe diş kana kan.
Kana diş ya da dişe kan olmuyor. Anladınız değil mi? Hizbullah ve İsrail birbirine atom bombalarıyla cevap verse egemenlere oturup zevkle izlemek düşecek neredeyse!
Peki bu savaş hakları neye rağmen kullanılıyor? İsrailli yetkililer savaş üzerine yaptıkları yorumlarda bilaistisna "demokratik" haklarını kullandıklarını söylüyorlar. Demokrasi, insan hakları, savaş suçları lafları havalarda uçuşuyor. Bütün bu kavramların içi "kendini koruma" ve "kendini korumaya karşı cevap verme" haklarıyla anlamsızlaşıyor ve ortada binlerce yıllık deneyiminden hiç eğitilmeden çıkmış, dişlerinden etler sarkan iğrenç bir yaratık olarak adına "insanlık" denen ucube duruyor.
Medeniyetin temizleyemediği mayınlarla delik deşik olmuş, ete değer değmez onu eriten kimyasallarla parçalanmış dilin barışın sözcüklerini kullanmasını beklemek en iyi ihtimalle safdillik. Bu yüzden de o dilin başka bir yerde yeşermesi şart. Eğer medeniyetin dilinin uzanmadığı, elinin kirletmediği, pisliğini bırakmadığı bir yer hâlâ varsa... (TS/TK)