Fatma'nın hamile olduğunu öğrenince arkadaşlardan, aile üyelerinden, mahalle bakkalı ve taksiciden gelen ilk soru "kız mı, erkek mi" olduysa, onun ardından gelen ikinci soru da "adı ne olacak?"tı.
Bir insanı her zaman ismiyle birlikte tanıdığımız için, henüz tanımadığım birine isim bulmanın ne kadar zor bir uğraş olabileceğini o güne kadar hiç düşünmemiştim doğrusu. Fatma da, benzer bir şekilde şüphede kalınca, bizim "bebek Üstündağ"a hayatının geri kalanında kendisine yapışacak bir isim bulmamız son ana kaldı.
Hatta dünyaya gelmesinin üzerinden üç gün geçmişken, elimde doğum raporu olduğu halde nüfus müdürlüğünün yolunu tuttuğumda bile verdiğimiz karardan çok emin değildim.
İsmiyle müsemma olsun!
Böyle düşününce, insanların çocuklarına kimi zaman çok da komik gelen isimler koymasının bir mantığı olduğunu anlıyorsunuz. Ayrıca her isim için, o isme sahip "kötü" ve "iyi" insanlar bulabiliyorsunuz. Kılı kırk yarıp, stresten yorgun düşecek yerde, bir sebep bulup isim seçmek çok daha kolay ve rahatlatıcı.
Örneğin büyükbaba ya da büyükannenin ismini koymak bir çözüm. Böylece soy ağacında süreklilik sağlanırken, artık bu dünyadan elini eteğini çekmeyi planlayan bir akrabanın geride kendinden bir parça bırakacağını düşünüp mutlu olması sağlanabilir. Tabii bu yöntemin tehlikesi, ismi konulmayan büyükanne ve büyükbabaların ayrımcılığa maruz kaldıklarını hissetmeleri ve aile içi duyarlılıkların düzeyine göre, bunun aileler arası bir soğukluğa yol açabilecek olması.
Bir başka yaklaşım da çocuğun doğum gününe hatta doğduğu döneme göre, bir isim bulmak. Mesela Dumlupınar deniz altısının battığı günlerde, boğularak ölmeden önce "vatan sağolsun" diyen Astsubay Selami'nin adının 1953'ün o günlerinde doğan oğlan bebeklere verilmesi gibi.
Bunun bir adım ötesiyse, zamanın toplumsal kahramanlarından birinin isminin seçilmesi. Karaoğlan döneminde Bülent Ecevit'lerin çoğalması mesela. Anne-babanın siyasal görüşlerine göre uygun bir isim bulunmasıysa en yaygın olanı belki de. Solda Deniz, Sinan, Devrim, etnik kimliğe göre köklere uygun isimler, milliyetçi sağda içinde türk, er vesaire geçen her türlü isim, İslamcılar arasında asr-ı saadete gönderme yapan Osmanlıca, Arapça isimler. Bunların yanı sıra Muhteşem Sarımsak, Zeytin Çekirdek gibi efsane isim ve soyisim tamlamaları da yıllardır kulaktan kulağa aktarılmakta.
En verimsiz yöntemse, bu konuda yaşanan zorluğu görüp bunu paraya çevirmeyi görev bilen yazarların derlediği ve piyasada sebil miktarda bulunan "en güzel bebek isimleri" kitapları. Bilmediğiniz hiçbir şey öğrenmediğiniz bu kitaplar, sayfa sayısı çoğalsın diye hayatınızda duymadığınız kelimeleri size isim diye yutturmaya da çalışıyorlar.
Kesmeli mi, kesmemeli mi?
Kimlik meseleleri isimle bitmiyor şüphesiz, hatta belki de yeni doğan bebek için işin en önemsiz kısmı burası. Ondan çok daha önemli olansa toplumsal cinsiyet kimliği. "Bebek Üstündağ" bir oğlan çocuğu olarak doğduğu için, bizim de karar vermemiz gereken fazladan bir konu daha ortaya çıktı. Onu doğar doğmaz sünnet ettirecek miyiz, bunu büyüyünce düğün dernekle mi yapacağız, yoksa daha da büyümesini bekleyip kararı ona mı bırakacağız?
Önce biraz amatör tıbbi bilgi: Bebeklerin yeni doğduklarında sinir sistemleri tam gelişmemiş olduğu için acıyı daha az hissettikleri varsayılıyor. Dolayısıyla, bir aylık olana kadar bir bebeği hafif bir lokal anesteziyle sünnet ettirmek mümkün. O sırada çok hızla büyüdükleri için yaranın da göz açıp kapayana kadar iyileşeceği söyleniyor.
Bu, şüphesiz önemli bir avantaj. Fakat konu sünnet olunca, çocuğun çekeceği acı arka planda kalıyor ve işin toplumsal cinsiyet kısmı öne çıkıyor.
Doğar doğmaz sünnete karşı çıkanların büyük kısmı, düğün-dernek olmadan bu ritüelin gerçekleştirilmemesi taraftarı. İşin içine, çocuğa, bunu anlayacağı bir zamanda "erkek olduğunu" hatırlatma gereğinin yanı sıra, inanç gereği bunu gerçekleştiren Yahudilere atıfla, anti-Semitizmi sokanlar bile var.
Kararın çocuğa bırakılmasını savunan cılız sesler de çıksa da, çocuğun yüksek yararı gereği hareket etmenin caiz olduğunu söyleyenler karşısında pek de etkili olamıyorlar.
Dahası...
Bunlar kaçılamayacak sorular ama mesele kimlik olunca fazlası da var. Mesela çocuğunuzu başka bir ülkede doğurup çok pasaportlu olmasını sağlayabilirsiniz. Daha çok yüksek gelir grubu anne-babalar arasında yaygın olan uygulama, eğer bebek oğlansa "askere gitmesin", değilse "gerektiğinde Türkiye'den kaçabilsin" gibi alt temalara sahip.
Bir başka mesele de genetik kimlik. Yine doğum sırasında karar vermeniz gerekli: bebeğin göbek kordonundaki kanı saklayacak mısınız, saklamayacak mısınız? Bu işi evdeki buzdolabında yapamayacağınız için, eğer çocuğunuzu gelecekteki olası genetik hastalıklardan korumak isterseniz özel şirketlere epey bir para ödemeniz gerekiyor. Öte yandan, kök hücreye gerek olmayacağı, gelecekte her halükarda bu hastalıkların tedavi edilebileceğini söyleyen tıpçılar da var.
Karar vermek
Sonuçta, Fatma'yla ben, düşündük taşındık ve bebeğimizin adını Melih Yusuf koyduk. Bunda başta saydığım yaklaşımlardan bazılarının etkisi var şüphesiz, ama dahası ve en önemlisi, isminin bir hikayesi olmasını istedik. Böylece bugün, burada doğduğunu; iyisiyle kötüsüyle bizim kişisel tarihimizin, aşkımızın ve bu toprağın bebeği olduğunu hep hatırlasın istedik. Bu arada adının sesini de düşündük, kendi kendimize ona seslenip durduk.
İkinci kısma gelirsek de, evet, doğduktan bir gün sonra Melih Yusuf küçük bir operasyona birkaç gram daha hafifledi. O sırada çok ağladı ama doktor bunun canı yandığı için değil, soğuk bir odada durduğu için olduğunu söyledi. Gerçekten, odadan çıktıktan sonra ağlamayı da bıraktı.
O güne kadar kafamda evirip, çevirip düşündüğüm, kimi zaman kendime yakıştıramadığım, kimi zaman içim içime sığmayacak kadar sevindiğim ve gizli gizli gülümsediğim babalığın zor kısmıyla ilk kez karşılaştım.
Fatma'yla birlikte, Melih Yusuf'un hayatıyla ilgili ilk kararlarımızı vermek ve uygulamaya koymak zorunda kaldık. Canının yanmadığını bilsem de; gazı olduğu için, acıktığı için değil de, biz bir şeye karar verdiğimiz için onun ağlamasına dayanmak zorunda kaldım. Buna alışmak zor, ama babalık galiba biraz da bu demek.(EÜ/EZÖ)
* Haftaya: Melih evde, baba işte