Beşikten mezara uzanan ömrümüz boyunca bize sunulan rollerimizin zorunlu sonucu olarak; "ben" olamadan "biz" olmaya yönlendiriliyoruz hep. Doğuşumuzdan itibaren bütün toplumsal kurumlar; çevremizden eksilmeyen bir koronun kalabalıklığıyla "biz, biz, biz" diye vokal yapıyor durmadan.
Kim olduğumuzu, nerden gelip nereye gitmek istediğimizi keşfedemeden, ezilip gidiyor kimliklerimiz, bu ihtiyar çıkarcı sistemin dişlileri arasında. Uzun mu uzun süren eğ'itim ve öğ'retim yıllarında; "ben" olma halimiz "biz" olmaya dönüştürülürken, bireysel özelliklerimiz yavaş yavaş yok ediliyor.
Eğitilmiş, öğretilmiş çocukluğumuzdan arta kalan son ben’imizi de toplumun bekası ve kutsal aile kurumunun devamlılığını sağlamak üzere sisteme hibe edip, evlenmeye karar veriyoruz, günün birinde.
Bu en önemli teslimiyetimizde bütün toplum; eş, dost, akraba kılığına girip, bizi desteklemek niyetiyle arkamızda duruyor. Kendilerinin yok edildiği süreçten bizim de sağ çıkmamamız için engin deneylerini kullanarak; camisi yıkılsa da, mihrabı son direnişlerini sürdüren bireysel kimliğimize son çelmeleri takıp, kendimiz olmaktan kurtarıyorlar (!) bizi.
Kadınsak duvaklara, erkeksek takımlara sarıp sarmalayıp, sağımızda solumuzda çiftetelli ve hatta "biz büyüdük ve kirlendi dünya" oynayıp, biz olan bitenin yeterince farkına varamadan oldu bittiye getiriyorlar, kimliklerimizin imha edilme sürecinin tamamlanışını.
Biz doğmadan hazırlanmış kalıpların içine tıkıştırılan ve tıpkı onlara benzememizi sağlayan bu kimliksiz halimize tebriklerini ve uzak tanıdıksa çeyrek altın, yakın tanıdıksa cumhuriyet altını takarak da teşviklerini sunuyorlar.
Yasal sevişme izni
Bütün koro nefes almadan bağırırken "Biz, biz, biz" diye; kırılan direncimizin, içimizde çırpınan kendimiz olma isteklerimizin sesi kısılıyor. Belindeki kırmızı kurdelayla gelinin, ceket yakasına iğnelenen paralarla damadın son savunmaları yok edilip, ellerine tutuşturulan evlilik cüzdanıyla son kalelerinin düşürülmesinden sonra, toplumun galibiyetinin ve de iki insanın mağlubiyetinin kutlanma töreninde her şey, olması gerektiği gibi cereyan ediyor.
"Biz" olma halimizi bütün toplum onaylıyor, destekliyor, kutsuyor ve aralarında yer açıyorlar, hizaya getirilmiş bu yeni biz'e.
İmza öncesi kadının sıkı sıkıya korunması gereken ve sahip olabileceği en önemli değeri olduğu ezber ettirilen bekaret, belediyeye haber verilmek suretiyle eski önem ve ehemmiyetini yitiriyor birden bire.
Tören ve imza sonrası sanki sihirli bir değnek dokunuyor hayatlarımıza. Artık bütün günahlar sevaba dönüşüyor, sevişmelerimizin bütün ayıpları kişisel tarihlerimizin anti-ayıp hanesine yazılıyor. Çünkü imza sonrası her şey yasallaşıyor ve evlilik cüzdanlarına yasal sevişmelerin izni yazılıyor.
Nohut oda bakla sofa mabedlerimiz
Toplumun bize en yakın temsilcileri olan ailelerimiz, bu iki kişilik ilişkiden belediyelerin haberdar olmasıyla birlikte denetim, kontrol gibi yorucu çabalarından kurtuldukları için derin bir nefes alıp, rahat ve huzurlu dönüyorlar evlerine.
Artık kontrol ve denetim, kutsal ailenin iki bireyine devredilmiştir. Ve "oto" öneki ile yapılanı kadar korkuncu yoktur kontrolün.
Birey olmaya dair elimizde, yüzümüzde kalan, yürek kıvrımlarımızda unutulan son kırıntıları da yok eden tören sonrası cümlelerimize "Biz" diye başlamaktan başka çaremiz kalmıyor; yeni döşenmiş şirin mi şirin evlerimizin nohut oda bakla sofadan ibaret sınırları içine sıkıştırılmış yeni mabedlerimizde.
Kadın kısmının attığı taş fazla uzağa gitmiyor
Çok uzun bir süre geçmeden çoluk çocuk, çarşı pazar derken azar azar tükenen tutkularımız, getirip bir yol ayrımının başına bırakıyor bizi. Ve biz günlerden bir gün, ikisi de birbirinden cesur öznelere talip olan "tamam" ya da "böyle devam" kararlarından birini vermek zorunda kalıyoruz.
Kadın kısmının attığı taşın fazla uzağa gitmediğini düşünen bir kısmımız kendisine reva görülen role kayıtsız şartsız teslim olarak; dört duvarı temizleyip, yaptığı börek çörekle ve benzeri ayrıntılarla övünerek ömür tüketip, bilinçaltımızda "ben" "ben" diye ağlamaktan vazgeçmeyen içimizdeki çocuğun sesini duymazdan gelerek, günü geldiğinde kendi çocuklarımızın bireysel özelliklerini kazıyıp yok ederek, hiç yaşan(a)mayacak yeni hayatlar armağan ediyoruz toplumun varlığına.
İyi kızlar cennete, kötü kızlar her yere gider
Sayısı daha az olan öbür kısmımız ise, "tamam" kararını verip, kendi yolumuza devam ediyoruz.
Üzerimize atılan toplumsal rollerin cilalarını kazıyarak; içimize tıkılan, bastırılan, ezilen, sindirilen, susturulan bireysel özelliklerimizin izlerini sürerek ve kendi parçalarımızı bulup bir araya getirerek benliğimizi yeniden oluşturma çabalarıyla geçirdiğimiz yıllarımızda, kendi hayatlarımıza sahip çıkabildiğimiz ölçüde özgürleşiyoruz.
Kendi kederlerimizle kendimiz başedip, başlarımızı sadece sevmeye devam ettiğimiz insanların omuzlarına yaslayarak, dünyanın her köşesinde yaşayan başka insanların keder ve sevinçlerine ortak olarak geçirdiğimiz günlerimizi kendi özgür irademizle yaşayarak tüketiyoruz.
Cennete gidişimiz garanti olmasa da, aklımızın ve duygularımızın bizi götürdüğü her yere gidiyoruz.
Çünkü biliyoruz ki; "biz" olabilmenin ilk koşulu "ben" olabilmek.
"Ben" olabildiğimizdeyse, "biz"e giden yol kendi gönlümüzde başlayıp bitecek.
Ve ne yazık ki sağlam istisnalar bile çürük kaideleri bozamıyor hâlâ. (Gİ/GG)