Cumhuriyet Gazetesinde Yrd. Doç. Dr. Hakan Dilman, Olaylar ve Görüşler sayfasında, “Kim Öğretmen Olmalı?” diye sordu. (8 Nisan 2016).
Bu yazıdan esinlenerek, bu önemli konuyu, daha çok tartışmamız gerektiğine inanarak, ama bu kez tersinden bakarak; kimlerin öğretmen olmaması gerektiğine ilişkin düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Her devlet, rejim, düzen, hiç kuşku yok ki; kendi varlığını yakın ve uzak gelecekte de sürdürülebilecek nesiller yetiştirmek ister. Bunun en önemli araçlarından biri okuldur. Okul demek; müfredat, öğretmen, öğrenci ve bina demektir. Bina değişmez, içi değişir. İçine ne korsanız o olur.
Değişmez olan binayı devlete benzetecek olursak; içini kim, nasıl değiştirecek? Devlet statükodur. Kendince haklı, ama diyalektik açıdan, yurttaşlar, insanlık, bilim, demokrasi, laiklik, çağdaşlık, çoğulculuk açısından haksızlıktır.
Devletin öğret dediğini öğretmekle yükümlü olan, eğitim öğretim işleyişinde devleti temsil eden, devletin memuru olan (Ünal Özmen, Birgün Gazetesi, 15 Nisan 2016) öğretmenin tercihi ne olacaktır? Kimden yana olacaktır?
Bu girişten sonra; başlıktaki soruyu ana hatlarıyla yanıtlayabiliriz: Devletin memuru olacak olanlar öğretmen olmamalı, ki o devlet, devlet olma sürecinde ne denli gelişmiş, kapsayıcı, çağdaş olursa olsun; bunun daha da mükemmelinin olacağı, olabileceği, olasılığı ve olanağı olduğundan bu böyledir. Hele de devletin bir sınıf karakterinin olduğu gerçeğini dikkate alacak olursak; mevcut devletin memuru olmamak daha da önem kazanır.
Bedensel, ruhsal, fiziksel gelişimini tamamlamamış, henüz bir birey olamamış, her şey olmaya açık, aç kimseler öğretmen olmamalı.
Kendini sınıfın öğretmeni olması dışında; hakimi, sahibi, annesi, babası, müdürü polisi, yargıcı gibi görenler öğretmen olmamalı.
Öğrencilerinin her birinin farklı bir aileden, dolayısıyla farklı bir sosyal çevreden geldiklerini, kendilerince bir dilleri, dinleri, inançları, yaşam tarzları olduğu gerçeğini yok sayarak, tüm öğrencileri tıpkı basım, aynı kalıba dökeceğini sanalar öğretmen olmamalı.
Bu farklılıkların bir ayrışma, dalaşma didişme, giderek savaşma, bölünme değil, tam tersine barış içinde bir arada yaşayabilmenin zemini olduğunu kavramamış kimseler öğretmen olmamalı.
Hem kendisinin, hem de öğrencilerinin (öğrencilik çağında olsa bile) toplumu meydana getiren, çok temel, belirleyici birer unsur, olduğu, bu anlamda hak ve ödevlerle donatılmış olduğu gerçeğini kavramamış kimseler öğretmen olmamalı.
Birey olmakla bireyci olmak, ben olmakla bencil olmak arasındaki farkı anlamamış olanlar öğretmen olmamalı.
Öğrencilerine neyi verirsem onu alırlar, ne öğretirsem onu öğrenirler zannederek, öğrenme çağında olsalar bile, onların da akıllı, mantıklı, değerlendirme, eleştirme soru sorma şüpheye düşme yetisine sahip bireyler olduğunu göremeyen kimseler öğretmen olmamalı.
Neyin doğru ve gerçek olduğunu dikte etmek yerine, gerçeğe nasıl ulaşılabileceğinin yol ve yöntemlerini öğretmeyen kimseler öğretmen olmamalı.
Sınıfta, öğrenciler arasından birini işaretle, “seni sınıf başkanı yaptım” yerine, “çocuklar hadi sınıf başkanınızı seçin” demeyen; sınıfta bugün, kimin yüzü asık, kimin morali bozuk, kimin dikkati dağınık, kim niye sevinçli, bunları göremeyen, merak etmeyen kimse öğretmen olmamalı.
İnsan sevgisi, yurt sevgisi, doğa sevgisi, hayvan sevgisi nedir bilmeyen, kendi tarihimizi, kendi coğrafyamızı, kendi dilimizi bilmeyenler öğretmen olmamalı. Biz Türkler ne denli sevgi ve saygıya layıksak, diğer milletler de öyledir diye düşünmeyenler öğretmen olmamalı.
Kendi öğrenciliğini, kendi öğretmenlerini sık sık anımsamayanlar öğretmen olmamalı.
Okul sonrası, geçimini sağlamak için ikinci bir iş yapma zorunda kalmaya itiraz etmeyenler öğretmen olmamalı,
Devlet değimiz yapı, bugün böyle öğretmenler yetiştirir mi, yetişmiş olsalar bile onları sınıfta tutar mı?
Bir zamanlar dünyalar yıkılsa kimsenin aklına gelmezdi, öğretmenler arasından da, tacizci, tecavüzcü, istismarcı, kimselerin çıkabileceği.
Bu pisliği devlet temizlemez, iş yine öğretmenlere düşüyor. (AB/HK)