Haberin Kürtçesi / İngilizcesi için tıklayın
“Sineklerin Tanrısı” romanında William Golding, bir mercan adasına düşen çocukların nasıl da vahşi bir topluluğa dönüştüğünü anlatır. Başlarında büyükler, onları dizginleyecek toplumsal kurallar filan kalmayınca kısa sürede güç, iktidar ve şiddet kendini gösterir oğlan çocukları arasında.
Golding’in basit bir konuyu dünya edebiyatının en büyük eserlerinden birine çevirmesindeki ustalığı bir yana, anlattığı şeyin bu kadar beğenilip benimsenmesinin temel nedeni özellikle erkeklerin hepsinin ona had safhada aşina olmasıdır.
İlla ergenliğinizi oğlan çocuklarıyla dolu bir yatılı okulda geçirmiş olmanız gerekmez. Mahalledeki oyun arkadaşlarınızda, takımda, okuldaki küçük erkek grubunda her yerde o güç kavgası ve örtülü ya da açık şiddet hemen kendini gösteriverir.
Biraz içgüdüsel ve belki de daha çok öğrenilmiş bir şeydir bu. Liderlik, rekabet yarışı sırasında zayıf olanlar belirlenir ve ‘doğal’ şiddet o yöne akmaya başlar.
Erkek olmanın temel kodu olan güçlü olmak ve onu güçsüz olanın üstünde uygulamak, kuralsız ergen gruplarında bir eğlenceli pratiğe dönüşüverir.
Kimse insan doğasından bahsetmesin, bal gibi biliriz ki tüm o hikaye bir takım öğrenilmiş davranışların pervasızca icrasından ibarettir. Bizi biraz daha insan yapabilecek kuralların ortada görünmediği ilk anda vahşileşmeyi matah sayan toplumsal kültürün topyekûn savaşlardan, yerel linç kampanyalarına, sokak kavgalarından, ev içindeki dehşete her yerde nüvesi aynı ve birdir.
Evet itiraf edelim, hepsi de ‘erkeklik’ dediğimiz o şeyin içinde toplanabilir. Erkeğin erkeğe şiddeti en fasılasız en acımasız olanıdır çoğu kez. Ama mağdurun zorba olma potansiyeli bunu normal saymamıza da neden olur. Çünkü biliriz, şiddet sarmalında ‘gücü gücü yetene’dir.
O erkek sürülerinde zayıf olan bir ‘boyalı kuş’a dönüşür. Herkesin gücü de ona yeter sonunda. Belki içlerinden biri hatırlar, böyle olmayacağını, böyle gitmeyeceğini. Ancak o zaman ergenler yetişkinlikle çocukluk arasındaki salınımlarını çocukluktan yana kullanmaya karar verebilir ve o pek nadir, değerli masumiyet zulmün yerini alır.
Bu terbiye edilmemiş, hatta her daim kışkırtılmaya hazır biçimde ayakta tutması öğretilmiş iç güdü her zaman biraz daha zayıf olana doğru akmaya hazırdır. Evde maddi-manevi o adama tabi kılınmış kadının, yine o adamın insafına kalmış huzurunun asla daim olamaması da işte her zaman bundandır. Her zaman bizden daha kırılgan, fiziksel olarak bizden daha güçsüz olabilecek biri o şiddetin doğal muhatabına dönüşür. Sevgililerimiz, eşlerimiz, annelerimiz, iş yerindeki kadın arkadaşımız hep içimizdeki o kabarıp taşan öfkenin ve güç arayışının daimi hedefidir çoğu kez.
Kabalığın, sertliğin, her nevi nadanlığın ‘erkeksi’ diye tanımlanıyor olması aslında erkek olmanın en büyük laneti değil de nedir ki? Erkeğin erkeğe olduğu kadar kadının kadına, kadının erkeğe şiddeti de en baştaki o öğrenilmiş davranışların, güç gösterisinin bir neticesidir.
Hepimiz bal gibi biliyoruz ki bu güç gösterisi fiziksel şiddetten ibaret değildir. Bir insanı ezmenin, incitmenin bin bir türlü yolu vardır. Toplumsal kurallar biraz barış ve huzur vaat etse bile insanlara, o zulmün yolu yine de bulunur. Güç arayışının olduğu her yerde de kendini gösterir.
Kadın da ‘erkekleşir’, sonra da takdir edilir. ‘Erkek Fatma’ olur, ‘erkek gibi kadın’ olur. Biliyoruz ki işte o zaman rekabetçi kadınlar bazen kavgacı adamlardan daha beter olabilir…
Gücün adı erkekliktir insan türünün topluluklar halinde yaşadığı hemen her yerde. Eğri oturup doğru konuşalım, bunu hep beraber yarattık ve besleyip yaşattık.
Bu erkeklik halinin en büyük mağduru olan anneler yetiştirir o oğlan çocuklarını. Kızlar ağabeylerine özenerek ayakta durmaya çalışır. “Kız gibi” değil, “erkek gibi” araba kullanmak, içki içmek, çalışma hayatında, sokakta, insan içinde var olabilmek en kolay kurtuluştur.
Eğer kadın gibi olmaya, kalmaya karar verip ısrar ederlerse, işte o zaman erkeklerin doğal hedefi halinde bulurlar kendilerini. Toplumun üretken ve eşit bir bireyi değil, doğurgan ve edilgen nesnesi olarak görülmekten, o muameleye maruz kalmaktan kurtaramazlar kendilerini.
Zor olan bütün bu rollerin dışında durabilmek. Kadınlar hem kadın gibi görünmek, davranmak hem de hayata sımsıkı sarılıp her şeyi talep edebilmek ve sahip olmak için çok uğraştı, onca zamanda biraz yol alındı. Buna hayır diyen milyonlarca kadın, bizim de erkekliğimizin panzehri oldu. Ne diyelim, iyi ki onlar var… (CE/ŞA/APA)
Görseller: Kemal Gökhan Gürses