Banyan ağacını bilir misiniz? Ben bir hafta öncesine kadar bilmiyordum. Palermo’da (Sicilya) bir parkın bahçesinde devasa gövdesiyle karşıma çıkıp beni kendisine hayran bırakana kadar öyle bir ağaç türü olduğu konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Dalları aşağıya sarkıp, toprakla buluşuyor ve yeni bir kök salıp gövdeye ekleniyordu. O sıcak günde bir ağaç gölgesinde oturmaktan biraz daha farklıydı banyan ağacının gölgesinde oturmak; sanki üzerine gelip seni de gövdesine katacakmış gibi hissettiriyordu ağaç.
Şimdi dönüp o mucizevi ağacın fotoğraflarına baktıkça beni de kendisine katmış olmasını hayal ediyorum. Sicilya’nın o sakin görünümlü karmaşasında bir ağacın gövdesine karışmış olma fikri, burada oturup her gün yeni çocukların öldürüldüğünü görmekten daha cazip geliyor. Gel gör ki buradayım. Haberleri okuyor, sosyal ağlarda geziniyor ve gittikçe daha da kararan geceler geçiriyorum. Meteor yağmuru bile yardımcı olamıyor.
Koalisyon görüşmelerinden bir şey çıkmayacağı, erken seçime gidileceği artık neredeyse kesin. Peki buna şaşırdık mı? Hayır. Bu işin böyle bırakılmayacağı hepimizin bildiği bir şeydi. Birinci parti çıkmak yetmezdi, tek partili hükümet kurulup Cumhurbaşkanı’nın Başkan olabilmesi için gerekli çoğunluk sağlanmadan o sarayda uykular haramdı. Kaybedilen oyların geri alınması için her yol mubahtı ne de olsa. Her yol denendi, denenmeye devam ediyor da...
Yeniden öldürüyoruz, yeniden ölüyoruz. Bir yanda savaşla hiçbir alakası olmayan gençler öldürülüyor, öte yanda yeterince parası olmadığı ya da yaşı tutmadığı için “zorunlu” askerlik yapan çocukların cesetleri bayraklara sarılı tabutlarla evlerine gönderiliyor. Kirli siyasetin, kirli aktörleri oylarını yükseltmek için öne sürülebilecek en kötü kartı sürüyorlar masaya; savaşı. Kendi çıkarları için çocuklarımızı savaşa itiyorlar. Bizim çocuklarımızı, benim yeğenimi, senin oğlunu, onun kardeşini. Ama kendi çocuklarını değil. Kendi çocukları çok değerli çünkü! Onlar büyüyecek, şirketler kuracak, ihaleler kazanacak, vakıflar yönetecek, ülkeyi talan edecekler!
1971 yılında ABD Deniz Kuvvetleri ile Stanford Üniversitesinin düzenlediği ve ruhsal olarak tamamıyla sağlıklı deneklerin katılımıyla, Zimbardo Hapishanesi Deneyi olarak bilinen bir sosyal deney yapılmış. Bu deneyde insanlar rastgele seçilerek bazılarına gardiyan bazılarına ise mahkûm rolü biçilmiş ve asıl amacı insanların adaptasyon süreçlerini gözlemlemek olan deney, otoriteye sahip olan, gücü elinde bulunduran deneklerin şiddete aşırı meyilli hale gelmeleri ve deneyin çığırından çıkmasıyla planlanandan daha önce sonlandırılmış. (Konuyla ilgili olarak sinema filmi “das experiment”ı öneririm.)Bizim memleket de Zimbardo Hapishanesi olmuş, bazılarımıza gardiyan bazılarımıza suçlu rolü biçilmiş sanki. Üzerlerine geçirdikleri üniformalarla gardiyanlar rollerini o kadar benimsemişler ki her yerlerinden şiddet akıyor. Yaşananların bu korkunç sosyal deneyden tek farkı deneyi sonlandıracak birilerinin olmaması. Gardiyanlar gittikçe daha çok gelecekler üzerimize. Birileri gelip “burada bitti” demedikten sonra vurmaya daha çok yaralamaya devam edecekler.
Kimimiz gardiyan olmayı seçtik, kimimiz mahkûm. Çoğumuz da izleyici oldu bu deneyde. Suya sabuna karışmadan sonuçları bekledi.
Oysa bir banyan ağacı olma vakti şimdi. Barış isteyen insanlar olarak bir banyanın gölgesinde toplanıp, doğaya katılma vakti. Bedenlerimizi o devasa gövdeye katarak bir bütün oluşturma, oradan toprağa kök salma ve barışı yeniden yeşertme vakti. (SK/HK)