Sözün bittiği yere geliriz ya durmadan ve durmadan bu topraklarda. Ama nedendir bilinmez, başka bazı kimselerin de sözü bir türlü bitmez. Hatta o bazı kişilerden biri de çıkıp “Ya bari ben susayım da acımasın, kanamasın artık insanların bu kocaman derin yaraları” demez ya.
İşte öyle bir yokluk ama diğer yandan bir çokluk memleketidir bizim memleketimiz.
Bütün çocuk cenazelerinin ortasında, kendini kapkara bir kuyuda hissedenlerden birisi olarak benim de sözüm tükenmişti. Ne desem boş hissediyordum gerçekten de. O yüzden ‘sin palabras’* deyip susmuştum hatta.
Peki ya şimdi? Şimdi peki, sözüm mü var da söylemeye oturdum. Aslında durum hepten aynı ve sözüm olduğundan değil yazmam. Şimdi durum çok acil. Söz olsa da yazılacak olmasa da yazılacak zamanı şimdi. Şimdi durum hepten vahim.
11 Ocak tarihinde Zete’de yayınlanan bir röportajında Şırnak HDP Milletvekili Faysal Sarıyıldız şöyle diyordu; “… bir çocuğun tank ve top atışlarına rağmen yüzündeki hafif korku ile birlikte duvara odun kömüründen ‘Berxwedan jîyane, bedengî mirine’, ‘Yaşamak direnmektir, sessizlik ölümdür’ diye yaptığı yazılıma da beni derinden etkiledi.”
Bir çocuk, hafif korku, odun kömürü, sessizlik ölüm, yazılama, derinden…
Sin palabras dilinde konuşulduğunda, beyninizden değil, yüreğinizden, oradaki kıvrımlardan süzüle süzüle akan kelimeler bunlar hep…
Sonra bir alıntı yapıyor Jean Paul Sartre’dan Sarıyıldız. “Umutsuzluk; insanoğlunun kendine karşı hazırlayabileceği suikastların en korkuncudur. Umutsuzluk manevi bir intihardır.”
Bunları alıntı yapmak için söylemiyor üstelik. Faysal Sarıyıldız, süslü sözler peşinde değildir, hiç olmadı. Milletvekili olmasından ötürü “gereği” üzerine değil, her zaman ve her sıfatla, yüreği üzerine eyler ve söyler. Yalındır. Yaşar ve yaşadığını söyler, çünkü hisseder.
Faysal Sarıyıldız, pek çok insan gibi benim de; candan sevdiğim, aklına vicdanına sonuna kadar güvendiğim, dar zamanımda hep yanımda bildiğim çok kıymetli bir arkadaşımdır. Bazen kelimeler bile olmadan, söylediğinde dediğini duyabildiklerimdendir.
Aynı röportajın sonunda da diyor ki sevgili Sarıyıldız: “Çocuklarımız, gençlerimiz, kadınlarımız katlediliyor ve cenazeleri günlerce sokak ortalarında bekletiliyor. Öfkeliyiz, kızgınız, acılıyız ama asla karamsar değiliz.”
İlkbaharda memleketinin dağlarından çiçekler toplar Sarıyıldız. Çünkü o çiçekleri koklar. Fotoğrafını çeker sonra, o kokuyu paylaşarak çoğalmak ister. “Senin Deniz çiçeğine topladım, memleketimin çiçeklerini” diyerek kızıma gönderir mesela mesajla. Dicle Nehri boyunca topladığı çiçekleri “iyi geceler” yerine olsun diyerek tweet atar.
Meclis salonuna kapatmaz kendini, her direnişte o da orda olur. Ama her kıyametin ortasında, memleketinin dağlarındaki böğürtlenleri de görür. Çeker bu kez böğürtlenlerin fotoğraflarını, sonbaharda da onları gönderir sevdiklerine. Bir damla hoşluk olsun diye.
Böyle biridir işte Sarıyıldız. Olsun diye değil, olduğu içindir.
Bugün Cizre’de onun da aralarında bulunduğu grubu direk taradılar bu sefer de. Bu güne kadar öleni kalanı anlatmaya hacet yok. Hepimizin gözleri önünde yaşanıyor her şey.
Yüreği olan herkesin canının yandığını biliyorum. İnsanlar kahırdan bazen gözlerini başka tarafa çevirse de memleketin her yerinde akademisyeninden, gazetecisinden, sanatçısından, hukukçusundan herkesin bir şeyler söylemeye çalıştığını da görüyorum. Ama…
Ama Faysal Sarıyıldız, şimdi “Hiç kimseye çağrım yok, Cizre halkı katlediliyor. Kime ne çağrı yapayım!” diyorsa, bunu, dört kulağımızı açarak değil, varsa eğer, yüreğimizi açarak dinlemek “zamanı” gelmiştir.
Ama, asıl korkulması gereken “o zamanı” geçmeden yakalayabilmektir.
Durum gerçekten ve fena halde acildir. Durum gerçekten ve fena halde vahimdir. (ÖDM/HK)
* Kelimeler olmadan