"Ne inatçıdır hayat, hep devam eder nedense. Yaşamı sürdüren, bana ne diyenlerle geçmişte kaldı diyenlerin gönülsüz koalisyonudur.” Mihri Müşfik Hanım'ın İzinde
Düşünmeye ayırdığınız zaman ve hali ile kıymet arttıkça zihninizin dolambaçları bir anda düzleşiyor sanki. Özellike yürürken.
Kulaklığınızda müziğiniz varsa ayrı, korna seslerini, ağaçların, vapurların, çocuk parkındaki salıncak seslerini duyarken ayrı apayrı düşünceler… Aklımıza, ruhumuza, gönlümüze giren ne çok bilgi detay, bilmem ne, zımbırtı var.
Hep böyle değildi zaman elbette. Düşünsenize 1880’lerin İstanbul’unu. Nasıl bir sessizlik vardı kim bilir?
Osmanlı döneminde yaşayan bir kadın bu sokaklardan geçerken hiç korna sesi duymadı belki kayığa seslenen insanların bağrışlarını duydu. Balat’ın, Beyazıt Meydanı'nın Süleymaniye’nin, Eminönü’nün ara sokaklarında ya da Kapalıçarşı’nın hemen yanındaki taş blokların arasında yürürken…
O dönemin kadınları bugün bu şehrin haline baksa ne düşünürdü? Bu zamana, bu kente, kimlerden hangi iz kaldı? Kadınlardan ne kaldı geriye? Ne kalıyor?
Mihri Rasim Müşfik Açba
Erkek konforuyla örülmüş düzenin unutturmaya çalıştığı kadınları şükür bugüne taşıyanlar hâlâ var. Yine kadınlar. Tabiki.
O unutturulmak istenenlerden biri de Mihri Rasim Müşfik Açba. Abhaz. İlk kadın ressamlarımızdan. Avrupa’da sanat eğitimi almış, portreleriyle hafızaya kazınmış, cesaretiyle yüzyılına sığmamış bir kadın. Daha 17–18’inde Avrupa’ya gidiyor, nereye götürürse resim, oraya uçuyor bir kuş gibi.
Onu yok sayanların karşısında, bugün yeniden hayatımıza dokunduran ise Berna Gençalp. İstanbul Kent Konseyi Kadın Meclisi iş birliğiyle 6 Aralık akşamı düzenlenen gösterimde “Kim Mihri” belgeseli bir kez daha izleyiciyle buluştu. Belgesele dair detaylı bilgiye buradan bakabilirsiniz.

Belgeseli daha önce bilgisayardan izlemiştim fakat bu akşam sinema perdesinde bir kez daha izlemeyi tercih ettim. Etkilenmemek mümkün değil. Mihri’nin cesareti ayrı, varlığı ayrı, şehirler arasındaki yolculuğu ayrı… Berna Gençalp'in sokak sokak dolaşıp “Kim Mihri?” sorusunun peşine düşmesi, aldığı “Aa burada mı yaşamış?”, “Tanımıyorum…” gibi yanıtları da ayrı etkileyeci.
Tam bu noktada Mihri’nin kentler arasında dolaşırken gösterdiği o ince, temkinli yürüyüş… Aslında hemen her kadının zaman zaman mecbur bırakıldığı o görünmez ipe basarak ilerleyişini hatırlatıyor bana. İşte, sokakta, evde, erkeklerin egemen ve daha görünür olduğu hemen her yerde. Kadınlar, hep o ince ip üzerindeymiş gibi, hep dikkatle, hep farkında olmak zorunda olarak.
Ve tabii bu ince yürüyüşü, o tedirginliği ve aynı anda o güçlü var oluşu büyük bir incelikle taşıyan Feride Çetin’i de hatırlatayım. Her zamanki gibi işinin hakkını fazlasıyla veriyor güzel kadın.
Belgeselin her detayını anlatmak isterim, fakat keşke TRT’de yayınlansa da herkes izlese. Kamu kanalı sonuçta… Bu ülkenin değerlerinden biri Mihri. Çocuklar bile onu görebileceği ekranda göremiyor. Nasıl ki İBB davasının canlı yayınlanması talebi ne kadar doğalsa, “Kim Mihri”nin TRT’de gösterilmesi de o kadar doğal. Geçek talepler.
CHP’li vekiller, son yıllarda TRT’ye aktarılan ve TRT’nin topladığı kaynakların büyüklüğü hakkında ciddi soru önergeleri/saptamalar sundular.
Ayrıca üstüne üstlük demek daha doğru olur, TRT Gelirleri Kanunlarına istinaden kullanıcılardan, tüketilen enerji bedeli üzerinden yüzde 2 oranında TRT payı alınıyor. Tüketilen elektriğe bağlı olarak değişen fatura miktarına göre alınan yüzde 2'lik pay TRT'ye aktarılıyor.
Vergiyi verenler, katkı payı bilmem ne ödeyenler bu ülkenin yurttaşları, kadınları, ekranda gösterilenler iktidardakiler ve çoğunlukla iktidar üyesi erkekler.

Bazı şeylerin “marjinal” değil, toplumsallaşması gerekiyorsa bunun yolu kamusal görünürlükten geçiyor. Barış nasıl toplumsallaşınca güçlenecekse ressam Mihri’nin varlığı onu ekranlarda görenler aracılığı da yeniden yeniden doğacak. “Ben buradayım” diyecek Mihri.
Belgeselin sonrasında Deniz Altuntaş’ın moderasyonunda Berna Gençalp ve konuklar soruları yanıtladı.
Berna Gençalp şöyle dedi:
“Bu filmi çekme nedenim… Hepsi Mihri’de. Kadın sanatçıların, hatta kadınların yaptığı işlerin yok sayılmasına hepimiz tanığız. Ama Mihri’de bu bahanelerin hiçbiri geçerli değil. Tarih yazımında neden yer bulamadığı sorusu havada asılı duruyor. Unutulmasına çok içerledim, bu yüzden yapmak istedim. Neyse ki benim gibi düşünenler vardı, birlikte tamamladık. Film bitince hafifledim. O hafiflik hâlâ içimde. Gösterimler de filmi yapmak kadar kıymetli. Bu imkân için teşekkür ederim.”

Altuntaş şöyle seslendi:
“Üyelere filmi uzun uzun anlatıyordum; bir gün ‘Ben Mihri’ dedim. Linki attığımda ‘Kim Mihri?’ diye sordular. O kadar özdeşleşmişim ki… Onun o yaşta o cesareti göstermesi beni çok etkiledi. Hepimiz birer Mihri olabiliriz aslında.”
Altuntaş’ın dediği olamaz mı? Mihri, bugün hâlâ İstanbul’un sokaklarında dolaşamaz mı? Kim bilir?
Özgür, adaletten yana bir hafta gelsin.
(EMK)









