Daha sonra “Kılıçdaroğlu Gönüllüleri” adı altında örgütlenecek olan Bora Tokyay ve arkadaşları 14 Şubat’ta Kemal Kılıçdaroğlu’na beş maddelik bir “destek programı” verdiler. Ne Bora CHP üyesiydi, ne de ark
adaş
ları. Hatta Kılıçdaroğlu olmasa CHP’ye oy bile vermeyecekler vardı aralarında.
Beş maddelik program, gönüllü desteği, broşür ve tişört hazırlanması gibi gayet somut önerilerden oluşuyordu. Programı Kılıçdaroğlu’na verdiler, ama bir cevap alacaklarından emin değillerdi. İki gün sonra cevap geldi. Ve kendilerini, Bora’nın deyişiyle, bir “policy making toplantısı”nda buldular. Yani bir tür ağır politika toplantısı.
Partisizlerin partinin kampanyasına entegre oluşu böyle başladı; Balmumcu’daki gönüllüler odası kuruldu: Kocaman bir salon aslında, bilgisayarlar, telefonlar, kapıda çatık kaşlı bir görevli. Bir buçuk ay, haftanın en az altı günü, hayatları o salonda geçti. 29 Mart’a gelindiğinde, yüzlerindeki ortak yorgunluğa ortak bir pür dikkat hali, bir iş üstündelik ciddiyeti eşlik ediyordu.
"Enerji patlaması"
Çoğu 20’lerinde. İşin öncüleri Bora Tokyay, Suat Görgülü ve Anıl Atılgan Robert Kolej’den yatakhane arkadaşı. 11 yaşından beri birlikteler. Ayrı üniversiteler, ayrı meslekler, ama hiç kopmayan bir ilişki. Böyle bir üçlüyü sağda solda projelendirilen onca “sivil toplum” girişimi bir araya getiremedi de okul sonrası yıllarda, Kılıçdaroğlu nasıl getirdi? Hem de nasıl, bu yaptığı şeye son derece inanarak yapma halini yarattı? Üç yatakhane arkadaşı ve diğerleri, bir yandan iş güç koştururken, nasıl hayatlarında kocaman bir yer açtılar da bir politik kampanyanın etkin unsurlarından biri haline geldiler? Sayıları nasıl binleri buldu? Bir buçuk ayda!
Bunların cevabıyla, CHP’nin İstanbul’da nasıl 10 puanlık artış elde ettiği, hapsolduğu merkezden yıllar sonra nasıl çıktığı ve hangi enerjiyle varoşları yoklamaya başladığı sorularının cevabı arasında bir ilişki olsa gerek. Seçimden bir hafta sonra Bora, “Seçim sonuçları hayal kırıklığı yarattı mı?” sorusuna çok net yanıt veriyor: “Eskiden ümit yoktu. Kılıçdaroğlu’yla ümit oldu. Seçim sonuçları ümidi daha da güçlendirdi. Hayal kırıklığı hiç yok.”
Kılıçdaroğlu vakasının bir tür enerji patlaması olduğu söylenebilir. Bu patlamanın mutluluğuyla insanların seçimi kaybetmiş olmayı hiç umursamadan devam etme azminde olduğu… Enerjinin, mutluluğun kolay kolay terk edilmeyeceği, bir buçuk ayın arkasının da geleceği…
Adalet
29 Mart öncesinde Kılıçdaroğlu için çalışan bir başka gönüllü grubu da ağırlıklı olarak reklamcılardan oluşuyordu. Dilara Moran, Meltem Çakır, Nevbil Bilsel’in başını çektiği bu gönüllü grubu da kampanyada etkin rol oynadı.
Sempatik rozetler, afişler tasarladılar. Web siteleri oyver.org’da Kılıçdaroğlu’nun projelerini e-afişlerle duyurdular. “Nasıl ısınacağız”, “susuzluk sorunu ne olacak”, “aile içi şiddete maruz kalanlar nasıl korunacak”, “engelliler için ne yapılacak”, “80 kilometre metro ne demek”… Sonuncu soru için hazırlanan e-afişte şu kısacık cümleler:
“Yüzlerce esnafa ve işsize iş imkanı, İstanbul’a ekonomik kazanç, her İstanbullu için çilesiz yolculuk ve daha az trafik, kültür ve sanat mekanları, daha çok temiz hava…”
Enerjiyi yaratan şey ne? Kılıçdaroğlu vakasını nasıl özetleyebiliriz? Dürüst onca insan varken her tarafta, sadece dürüstlük açıklamıyor. Sözünü duyurabilen bir dürüst, ama onun ötesinde, karşısındakini dinlemeyi her şeyden çok isteyen biri. Karşımızda ağzından önce kulaklarıyla, dikkatli gözleriyle duran biri. Dinlemeye hiç doymayacakmış gibi duran Kılıçdaroğlu’nun iki temel izlenim daha verdiği söylenebilir: Birincisi, yukarıdakilerden çok aşağıdakilere yakın durması.
Aşağıdakilerin yanında kalabilmek için gerekirse yukarıdakilerle tüm köprüleri, hem de bir an bile düşünmeden atabileceği izlenimi. İkincisi, adaletini bir kitaptan değil, CHP’nin kitabından hiç değil, hayattan aldığı, tamamen kişiselleştirdiği ve onunla etle kemik haline geldiği izlenimi. Yani, Kılıçdaroğlu CHP ya da bir başka parti için adaletten sapmaz. O, adaletin kendisi olarak var ve yaşamaya devam edecek.
Seçim ve sonrası
Sıcak bir örnek: 29 Mart gecesi CHP İstanbul İl Başkanı saat sekiz sularında basının önüne çıkıp şu açıklamayı yapıyordu: “Elimizdeki verilere göre, sandıkların yüzde 90’a yakınından gelen sonuca göre, CHP yüzde 41 nokta 7, AKP yüzde 40 nokta 09. Gazetecilerin, “Veriler YSK’dan mı sorusuna” da hayır demiyordu Gürsel Tekin. Bu açıklamadan iki saat sonra bu kez Kılıçdaroğlu-Gürsel ikilisi kameraların karşısına geçtiğinde Kılıçdaroğlu, “Bize farklı kaynaklardan gelen haberler var” diyor, bunların önemli olmadığını, kesin bir şey olmadığını vurguluyor, yanı başındaki Tekin’e mesafeli durmaktan hiç çekinmiyordu.
Sözünü televizyon kanalarında, çok satan gazetelerin ilk sayfalarında duyurmaya muktedir birinin aynı zamanda bu iki temel izlenimi verebildiği, demek ki ne zamandır görülmemiş.
Bu, enerjinin artarak devam edeceği ya da Kılıçdaroğlu’nun önlenemez yükselişi anlamına mı geliyor? Enerjisizlikten muzdarip, yıllardır kemik oyların üstüne bir gram ekleyemediği gibi kemik erimesi tehlikesiyle de karşı karşıya bir partinin yöneticileri şimdi ne yapar? Kendine sosyal demokrat dediği halde emekçilerden oy alması neredeyse mucizelere bırakılmış, varoşlarda esamesi okunmayan bir partinin yöneticileri, yıllar sonra karşılarına çıkan bu fırsattan, bu oksijen çadırından kurtulma fırsatından yararlanmayı bilir mi?
Bu soruların cevabını vermeye çalışmak çok anlamlı gelmiyor. CHP yöneticileri Baykal’ı kenara çekilmeye ikna edebilir mi edemez mi? Daha kritik sorular sorulabilir. Kılıçdaroğlu’nun asıl sınavı neye karşı, hangi alanda? Ecevit vakası, 1970’lerde Türkiye’de yükselen sendikalaşmadan, toplumsal adalet taleplerinden, üniversite politizasyonundan bağımsız düşünülebilir mi? Kılıçdaroğlu’nun yükselişi hangi yükselişle birlikte yaşanıyor, yaşanacak? Sendikaların marjinalleştiği, bilginin ve adaletin piyasa değerine endekslendiği bir dünyada özlemlerin ötesinde neyin temsilcisi olacak?
Özlemler ve o yönde yüründüğü izlenimi oy getirebilir. Gerçekte o yönde yürünmese de, yürümeye başlıyor gibi görünmek enerji yaratabilir. Bu yürüyüşün başını çeken kişiden harika bir afiş lider olabilir. Baykal’ın asla olamayacağı kadar heyecan verici bir şey. Hele o kişi gerçekten yürümeye başladığı kanısındaysa, buna gerçekten inanıyorsa, bu heyecan dalga dalga büyüyebilir ve bir partiyi iktidara bile taşıyabilir.
Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin yeni yüzü olmaması için bir neden yok. Baykal’ın varlığı bir olumsuzluk gibi görünse de yükselen ısı direnci eritir, resmi değiştirir. Bir gün CHP’yi iktidara taşımaya muktedir bile olsa, Kılıçdaroğlu’nun temsil ettiği şeyin hayatlarımızdaki somut karşılığı ne? (ŞA/EÜ)