Gecenin bir vakti… Çocuklar uyumuş. Bir dolu iş kafamda. Bir makalemize düzeltme gelmiş. 20 gün sonra doçentlik jürim var. Bir an önce bilgisayarın karşısına oturmalıyım… Evde bitmeyen işler bir yanda. Derken ardı arkası kesilmeyen mesaj sesleri telefondan… Korkarak bakıyorum. Yeni bir KHK. Eylül’den beri ayda bir kaç kez yaşadığımız gibi… Yine isimler arasında görmek tanıdıkları ve bulmak kendini. Görülmemiş bir zalimlikle işimizden edildiğimiz yetmiyormuş gibi, yurttaşlık statümüz düşürülmüş! Emeklilik hakkımız, pasaportumuz… Mesela üniversitedeki görevle bağlı olmayan doçentlik sürecim de durdurulmuş! Hukuk mezunu can dostum, üniversitede çalışamadığı yetmezmiş gibi avukatlık bile yapamaz olmuş bir gecede…
Anlatılacak çok şey var bu elbette. Bugün ben kadınların öykülerinden bahsetmek istiyorum. Kişisel bir hikaye değil yalnızca anlatacaklarım… Benim, bizim, bu ülkenin kadınlarının hikayesi o kadar içiçe ki artık! Kadıköy’de, Ankara’da, Düzce’de günlerce direnen, “işimi istiyorum” diyen kadınların. İstanbul Kalkınma Ajansı’ndaki görevinden ihraç edilen ve ihraca giden süreçte feminist kimliği ve sendikacılığı nedeniyle Betül Celeb’in yaşadıklarının. Ankara’da tek başına istibdat karşısında ayakta dikilen Nuriye Gülmen’in. Evde sessiz çığlıklar içinde kalanların. 15 aylık oğlunu bırakacak kimsesi olmadığı için kendi üniversite vedası dışındaki buluşmalara gelemeyen arkadaşımın, yurtdışında bulunduğu ve istifa ettiği halde ihraç edilen ve ülkeye dönemeyen dostumun.
Bir yıldır yaşadıkları nedeniyle sütü kesilen yeni annenin, baba evinden ayrılmak ve ayakları üzerinde durmak için yıllarca mücadele etmiş gencecik kadınların şimdi içine düştükleri halin… Onlarca yıldır pek çok genç kadına ilham kaynağı olmuş, üniversiteye, öğrencilere verdiği emekleri eşsiz hocalarımın. Daha geçtiğimiz yıl, taşra üniversitelerine, bir gecede sürgün edilmeleri nedeniyle bebeğini babasından ayırmak zorunda kalarak onca ağırlığı tek başına üstlenen ÖYP’li araştırma görevlisi arkadaşımın…
Özcesi, bu topraklarda aman kızım okusun diyerek dişinden tırnağından artırılarak okutulan, kimi zaman ailelerine rağmen okuyan, meslek sahibi olan kızkardeşlerimin öyküsü bu. Öğretmen kadınların, akademisyen kadınların, meslek sahibi kadınların öyküsü…
Bu öykü, ülkemin tarihinde, üzerine titreyerek filizlendirdiğimiz özgürleşme serüvenimize vurulan hoyrat bir darbenin öyküsü… KHK silsileleriyle akıl ve hukuk dışı bir yolla yeni rejimin intikam nesneleri haline dönüşenlerin öyküsü…
Herbirimizin kişisel öyküleri bu ülkenin kadınlarının ortak öyküsünün bir parçası. O nedenle devlet, siyaset ve rejim tartışmaları, bu ülkedeki toplumsal cinsiyet ilişkilerindeki dönüşüm, kırılma ve çarpışmaların da öyküsü aslında. O nedenle işte koca bir ülkenin istibdat tarihi, kadınların başına gelenlerinin de tarihi…
“Kızkardeşlerin Sesini Duysun!”
1990’lı yıllardan itibaren üniversitelerde, sokaklarda, kadın hareketi içerisinde peşine düştüğümüz şey, bir özgürleşme düşüydü. Cumhuriyetin yeni kuşak genç kadınları olarak, itirazlarımız vardı. Sesimizin silikleştiği resmi örtüyü aralayıp, bu topraklarda kendi hemcinslerimizin peşine düştük. Bir önceki kuşaktan ilham aldık. Sesimizi, öykümüzü yazmaya, anlatmaya çalıştık.
Bu öyküyü anlatma, bu öykünün peşine düşme çabası, kişisel tarihimizi de yeniden kurma serüvenimizin parçasıydı. Bir an önce “evden” ayrılmalı tek başımıza ayakta kalmalıydık. Ailesinden farklılaşmaya başlayan kuşaklardık. Ailenin okumuş, “yükselmiş” kızlarıydık. Rahmetli anneannemin, benim mesleğimi komşusuna anlatışı gibi, “hem okuyor hem okutturuyorduk”! Ne vardı hemen evlenecek…
Bir kuşak öncemiz çoğunlukla bir göç öyküsü zaten… Köyden, taşradan veya uzaktan gelip kentlerde varolmaya çalışanların öyküsü. Biz o öyküyü aşmalıydık. Annelerimizin öyküsünü tersine çevirmeliydik. İyi bir iş bulmalı, araştırmalı, okumalı, tartışmalıydık. Farkındaydık, koca bir Türkiye’nin içinde çok değildik. Ama bir önceki kuşak da olduğu gibi bir avuç da değildik. Bu ülkedeki uçurumların derinliği ile daha çok hırslandık. Haydi hemen okula dedik, aman tezini bitir, aman mezun ol dedik… Emeğimiz dedik, bedenimiz bizimdir dedik! Başımız öne eğilmemeliydi. Ne de olsa annelerimizin, anneanelerimizin içine attıklarından doğmuştuk.
Bu sadece işini kaybetmek değil. Sadece bir gece ansızın gelen bir KHK değil. Bu ihraçları doğuran iklimle beraber, “olduğumuz”, “yaptığımız”, “kurduğumuz”, onca şey ayaklar altına alınmaya çalışılıyor. İşte bu nedenle evlerimiz yanmış hissi ile uyanıyoruz biz kadınlar. Ülkede genç kadın işsizliği patlama yapmış, tarım dışı genç kadın işsizliği görülmedik bir artışla %34 seviyelerine çıkmış… Yurtlarda çocuklarımızın bedenlerine, evlerde kadınların emeklerine el konmuş… Erkek şiddeti her gün aramızdan birilerini koparmış, sakatlamış, yaralamış. Hukuk suskun, yargı sessiz…. Konuştuğunda da ağzından çıkan yüreğimizi yaralayan “iyi hal indirimi”. İyi hal! Üç çocuk, yetmez dört hatta beş… Annelik en iyi kariyer diyor tepedeki biri. İş yerlerinde saatlerce çalışsak da, beyazlar daha beyaz renkliler daha renkli olmadıkça kimin umurunda, değil mi?
Bizler bütün bunları reddeden kadınlardık. Bir avuç değildik, değiliz...
Geldiğimiz yere bakın şimdi! Bir bakın...Onca mücadelenin sonunda şu geldiğimiz yere. Giyinişimiz, görünüşümüz, kahkahamız, hayat tarzımız, kiminle yaşadığımız, kiminle eğlendiğimiz, ne düşündüğümüz, nasıl davrandığımız, ne kadar güldüğümüz bırakın hayatımızdaki erkekleri devletin, bürokrasinin en önemli derdi. Elbette onlardan aldığı yetkiye dayanarak sokaktaki herkesin… Cumhurbaşkanından, bilmem nerenin daire başkanına, oradan “hassasiyetlere sahip vatandaşa” doğru uzanan katmerli bir denetim ağı bu. “Ev”den çıkıp özgürleşmek isteyen kadınları en büyük tehdit olarak gören bir ağ bu. Baba denetimin gündelikleşmesi, aldığımız her nefesin, attığımız her adımın gözetlenmesi. Örneğin hak ettiği üniversite kadrosunu almayan bir kadın arkadaşıma, kadro sorunun çözülmesi için “baban rektörü arayıp, kızım vatanına bağlı biri desin” diyebilen bir zihniyet bu. Kadınlar iyi bir eğitime, iyi bir işe sahip olduğunda bile iyi vatandaş olduğu konusunda erkek vasisi konuşmadan ikna olmayan bir zihniyet bu. Ayrımcılığın kılcal damarlarına kadar sindiği bir zihniyet bu.
Kendimize Ait Bir Odanın Peşinde!
Kendi yaşadığımız evden, semtten, babadan, sevgiliden geleni reddedip kendimizi oluşturduk. Bağımsızlık gibi “tehlikeli” fikirlerle büyüdük, bu “tehlikeli” fikirleri büyüttük. Bu topraklardaki özgürleşme filizlerinden büyüyen feminist kuşakların akademide de önemli yansımaları oldu. Üniversitelerin entelektüel iklimine önemli bir birikim kazandırdı feminist kadınlar… Dersler, kütüphaneler, konferans salonları, sinema salonları, kantinler, sokaklarda büyüdü yaygınlaştı sözümüz. Gidebildiğimiz neresi varsa, el ele tutuşabileceğimiz ne kadar kadın varsa…
Üniversitedeki tasfiyeler yüzünden evet onlarca ders verilemez, yüzlerce tez yönetilemez hale geldi. Ama sırf bu mu? Bizden sonraki kadınların cesaret ve ilham alacağı o iklim dağıtıldı. Bir bakın tasfiye edilen kadın arkadaşlarımın yazdıklarına, okuttuklarına. Onların kaybettikleri “işin” arkasında bin bir emekle kurulan Kadın Araştırma Merkezleri’ni göreceksiniz. İğne oyası gibi işlenen Kadın Çalışmaları Yüksek Lisans programlarını göreceksiniz. Verilemeyen feminizm derslerini göreceksiniz. Yazılamayan toplumsal cinsiyet derslerini göreceksiniz. Yıllardır ince ince, son zamanlarda ise alenen ve hoyratça inşa edilen bir “erkeklik” halini göreceksiniz. Kadınların bağımsız kimliğine, varlığına ve uzun yıllar süren mücadelesine yönelen büyük bir saldırıyı göreceksiniz...
1947-48 Ankara Dil Tarih tasfiyesinin ismi çok öne çıkmayan mağdurlarından biri olan Mediha Esenel, otobiyografisinde “Batı ülkelerinde yüzyıllar alan toplumsal değişim, Türkiye’de bir kuşakta gerçekleşti. Bu da benim ömür sürecime sığdı” der. Bizim kuşakların payına düşense bu baş döndürücü değişimlerin çarpışması oldu. Ancak bir önceki kuşaklar kadar az değiliz artık. Bizim özgürleşmemiz tepeden değildi. Biz ellerimizle inşa ettik onu. Her yerinde alın terimiz var. Kadınların mücadelesi ile filizlenen eşitlikçi eğilimler ve özgürleşmiş yaşamlar var. Kararlıyız, vazgeçmeyeceğiz. Betül Celeb’in Kanun Hükmünde Kadınnamesi’nde dediği gibi “tarihimizin, köklerimizin, mirasımızın fısıltılarını duyuyor musunuz?”. (EÖ/BK)
Yarın: İlkay Kara / İletişim dediğin; döviz, afiş, bildiri...
İHRAÇ EDİLEN AKADEMİSYENLER YAZIYOR/ KADINLARIN (K)a(H)(K)ahası
Beyza Kural'dan Başlarken - OHAL'de Kadınların (K)a(H)(K)ahası
1- Fatma Güler Eryıldız: Araştırmacı Kimliğimden İhraç Olmadım
2- Betül Havva Yılmaz: Yalnız Olmamaklık
3- Ece Öztan: KHK'ları ile Gittik, Kahkahalarımızla Döneceğiz!
4- İlkay Kara: İletişim Dediğin; Döviz, Afiş, Bildiri...
5- Melek Zorlu: "Vardık, Varız, Var Olacağız"