Bir süredir KHK’lı olmanın benim için ne anlama geldiği üzerine bir yazı kaleme almaya çalışıyorum. Epeyce zor ilerleyen ve her başına oturduğumda ağırlığı omuzlarıma çöken bir yazı.
Tamamlandığında, farklı disiplinlerden ve meslek gruplarından KHK’lı arkadaşlarımın deneyimlerini paylaşan bir kitapta yayımlanacak.
KHK’lı olmak üzerine bir kez düşünüp yazmaya başlayınca, insanın zihnini epeyce meşgul eden bir iş haline geliyor. Doğrusu, ihraç edilerek bildiğim üniversitenin “dışına” atıldığımdan bu yana –neredeyse bir yıl olacak- ne yaşadığımı ve bunun benim yaşamım üzerinde ne gibi bir etkisi olduğunu yeni yeni anlamaya başlıyorum.
Şu kadarını söyleyeyim; kimilerinin bütün bu olup bitenleri uzaktan takip edip de bazen samimi bir tedirginlikle, bazen ise üzeri örtülü bir memnuniyetle yönelttiği “nasılsın” sorusunun yanıtı, pek öyle beklendiği kadar “kötü” ya da korkulacak gibi değil. İnsan her duruma uyum sağlayabiliyor. Değişen şartlara da…
Yine de benim için en zor olanı gündelik hayatımdaki değişimler oldu. Sadece bir işe gidip gelmek değil; günümü nasıl geçirdiğimle ve zamanımı nasıl organize ettiğimle ilgili pek çok küçük ayrıntı.
Üniversitenin “içerisindeyken”, iki küçük çocuğu olan bir akademisyen olarak, aynı gün içine birçok işi sığdırmayı başarıyordum. Elbette, her şeyi yetiştirebilmek çok yorucu oluyordu ve olağanüstü bir çaba harcamak gerekiyordu. Aşırı yoğun bir tempoda, ama halimden gayet memnun bir şekilde hayatımı sürdürüp gidiyordum KHK’lı olmadan önce.
Sonra bir geceyarısı Resmi Gazetede yayınlanan KHK ile bütün bu rutinim alt üst oldu. Bu arada KHK’ları gece yarıları yayınlayan Resmi Gazetenin internet ya da telefon bankacılığı usulü 7/24 prensibiyle çalışmasını da çok garipsediğimi belirtmeden geçmeyeyim.
Günlük rutinimdeki bozulma, bir bakıma daha az üretmeme ve kimi zamanlarda hiçbir işe yaramadığım duygusuyla bocalamama yol açtı. Ancak aynı zamanda sadece istediğim zaman ve istediğim işleri üstlenip bazı günleri hiçbir şey yapmadan geçirmeme, bazı günler yalnızca ev işleriyle ya da çocuklarla ilgilenmeme, bazı günler aylaklık yapıp arkadaşlarımla buluşmama ve bazen de tüm zamanımı bunun gibi kısa yazılara ayırmama olanak sağladı.
Bir gün içinde pek çok işle boğuştuğum sırada sıkıştırılmış bir zamanı yaşadığımı; şimdi ise zamanın yayıldıkça yayıldığını ve eskiden birkaç saatte yaptığım işin bütün günümü alabildiğini gördüm.
Bu uzun girizgâhın nedeni, işte bu günlük işlerden birisi sırasında, ihraç edilmeden önce maaşımı aldığım ve kredi kartını kullandığım bankaya artık üniversitede çalışmadığım için kartımı gönderecekleri adresin de değiştiğini bildirmek üzere banka şubesine gittiğimde, gişe memuruyla yaşadığım diyalog.
Sıradan bir şekilde başlayan, ancak ihraç edildiğimi açıklamak zorunda kaldığım pek çok durumda olduğu gibi, şaşırtıcı bir şekilde gelişen bir diyalog:
Ben: Adres değişikliği bildirmek istiyorum. Kredi kartım yenilenecek ama sistemde eski işyeri adresim görünüyor. Oraya gitmesini istemiyorum.
Gişeci: Peki. Adresiniz bu mu? (Okuyor)
Ben: Evet.
Gişeci: İşyeri adresiniz?
Ben: Yok. Artık orada çalışmıyorum.
Gişeci: Nereyi yazalım?
Ben: Çalışmıyorum.
Gişeci: Emekli mi?
Ben: Hayır, henüz emekli değilim.
Gişeci: Peki. Çalışmıyor yazalım. Mil biriktiren kartınız var mı?
Ben: Evet.
Gişeci: Dilerseniz yurtdışı için özel bir kredi kartı da verebiliriz. Yurtdışına çok seyahat ediyorsanız...
Ben: Hayır. Artık seyahat edemiyorum. Pasaportuma el koydular.
Gişeci: ???
Ben: İhraç edildim.
Gişeci: Anlıyorum. .... Herhangi bir sebep belirttiler mi?
Ben: FETÖ'cü değilim.
Gişeci: Anlıyorum.
Ben: Barış bildirisini imzaladığım için atıldım. Bizim rektör FETÖ'cülere pek dokunmadı. Onun yerine 100 imzacıyı attı.
Gişeci: Yani nükleer karşıtı bir bildiri filan mı?
Ben: Barış için Akademisyenler Bildirisi
Gişeci: Ne yazıyordu ki?
Ben: Çözüm masasına geri dönülmesini, doğudaki çatışmalara son verilmesini istiyordu.
Gişeci: Yani düşünce suçlususunuz; düşüncelerinizden dolayı, ifade özgürlüğünüzü kullandığınız için ihraç edildiniz.
Ben: Aynen öyle oldu.
Gişeci: Umarım geri dönersiniz.
Ben: Gün olur devran döner.
Bu uzunca diyaloğu burada aktarmamın sebebi şu: Banka çalışanı, Barış için Akademisyenler Bildirisi diye bir şeyi hiç duymamıştı; yüzlerce akademisyenin bu yüzden ihraç edildiğini bilmiyordu.
Ama rektörün ismimizi ifade özgürlüğümüzü kullandığımız için ihraç listesine yazdığını ve bu davanın aynı zamanda bir ifade özgürlüğü davası olduğunu hemen anladı. Temiz kalpli insanların, bazen gerçeği görmek için çok fazla şey bilmesine gerek olmuyor.
Entelektüel ve muhalif geçinen kimilerinin “Ama siz de devletimize katil demişsiniz”, “Ama, ama, ama PKK’yı kınamamışsınız!” gibi söylenmeyen sözlerden niyet okuduğu ve adından da anlaşılacağı gibi tümüyle şiddete karşı, insan haklarını savunan, barışçıl bir inisiyatifin ortaya koyduğu metne imza atan herkesin başına gelenleri hak ettiğini ima ettiği bir dönemde, sadece düşüncemizden ötürü yargılandığımızı görmek için, aslında çok okumuş yazmış, çok solcu, çok muhalif, çok, çok bir şey olmaya gerek yok. Gerçek, keşfedilmeyi bile beklemeden öylece ortada duruyor. (ÜD/EKN)