"Kesik damarların kıtasıdır Latin Amerika," der Eduardo Galeano. (1) Latin Amerika halklarının beş yüz yıl boyunca maruz kaldığı soykırım, katliam, sömürü, baskı ve işkencenin tarihini yazan Galeano'nun yapıtlarının her satırında emperyalizmin zulmü altında ezilen madunların haklı öfkesi hissedilir. Brezilyalı yönetmen Kleber Mendonça Filho'nun, önceki filmleri "Komşu Sesler" (O som ao Redor, 2012) ve "Aquarius"un (2016) yapım tasarımcılığını üstlenen Juliano Dornelles ile birlikte yazıp yönettiği "Bacurau" (2019) da öfkeyle yoğrulmuş bir film – ezilen, yoksul Brezilya halkının öfkesiyle. Batı sömürgeciliği, Amerikan emperyalizmi, yerli işbirlikçiler, su kaynaklarına el koyan kapitalist şirketler, çürümüş politikacılar ve Brezilya'nın doğal zenginliklerini Batı'ya peşkeş çeken aşırı sağcı başkanı Jair Bolsonaro. Öyle ya da böyle hepsi öfkeden payına düşeni alıyor filmde.
Anti-sömürgeci bir alegori
Gerek Brezilya'nın orta sınıf bir muhitindeki kalburüstü bir sitenin sakinleriyle güvenlik görevlileri arasındaki gerilimi konu alan "Komşu Sesler" gerekse doğup büyüdüğü, anılarla dolu evini kentsel dönüşüme kurban etmemek için direnen altmışlı yaşlarındaki, varlıklı bir kadının gayrimenkul şirketiyle mücadelesini anlatan "Aquarius", sağlam bir sosyo-politik zemine oturan, sınıf çelişkisini mesele edinen filmlerdi. Cannes'da Jüri Özel Ödülüne layık görülen "Bacurau" ise 1950'lerde Brezilya'da doğan Cinema Novo akımının öncüsü Glauber Rocha'nın başını çektiği devrimci sinema geleneğinden beslenen, sıra dışı bir politik alegori. Rocha'nın "Kara Tanrı", "Beyaz Şeytan" (Deus e o Diabo na Terra do So, 1964) ve "Antonio das Mortes" (1969) gibi Brezilya usulü Westernlerinden izler taşıyan "Bacurau", bir yandan toplumsal gerçekçi damardan beslenirken öte yandan Amerikan tür sinemasının sularında geziniyor. Western, bilimkurgu, aksiyon, korku, gerilim gibi farklı türlere göz kırpan filmde Filho'nun gençken sıkı hayranı olduğu korku ustası John Carpenter'a açık göndermeler bile var. Filmdeki bir okulun tabelasında yazan "Joao Carpinterio" adı bunlardan biri mesela. (2) Dahası filmin müzikleri arasında Carpenter'ın "Night" adlı bestesi de yer alıyor.
Sanki bilimkurgu filmi gibi uzayın derinliklerinde açılan "Bacurau", Brezilya'nın yoksul bir köyünü mesken tutan toplumsal gerçekçi bir film tadında ilerlerken birden beklentilerimizi altüst edip bambaşka bir kulvara sapıyor. Filmde şiddet dozunun gittikçe tırmanarak finalde zirveye çıktığını görüyoruz. "Kesik damarların kıtası"nda geçen "Bacurau"da bol miktarda kan, şiddet ve ölüm var. Sinemayı devrimci mücadelenin bir parçası olarak gören Latin Amerikalı yönetmenler kuşağının üyesi Glauber Rocha, 1965'te kaleme aldığı "Açlığın Estetiği" adlı manifestoda şöyle der: "Cinema Novo bize şunu öğretir: Şiddet estetiği ilkel olmaktan ziyade devrimcidir... Sömürgeci, ancak şiddetle karşılaştığı zaman sömürdüğü kültürün gücünün farkına varır." (3) Anti-sömürgeci, anti-emperyalist bir alegori olarak okunabilecek "Bacurau"da işte tam da Rocha'nın bahsettiği türden bir şiddet estetiği var. Şiddeti fetişleştirip bir gösteriye dönüştüren Tarantino filmlerindekinden çok farklı bir estetik bu. "Bacurau", sadece içeriğiyle değil, biçimiyle de oldukça cüretkâr ve ayrıksı bir film. Tuhaf bir yazı fontunun kullanıldığı, eski Hollywood filmlerini çağrıştıran açılış jeneriğinden tutun da filmde sıkça karşımıza çıkan silme (wipe) gibi eski moda teknikler, tuhaf kamera hareketleri ve zumlar Brecht-vari bir yabancılaştırma efekti yaratıyor. Velhasıl hem olay örgüsüyle hem de alışılmadık biçimsel tercihleriyle izleyiciyi şaşırtan, politik eleştirisini ironi ve kara mizahla harmanlayan son derece etkileyici bir film var karşımızda.
Komünal bağlar
Fonda Portekizce bir pop şarkısının (4) işitildiği açılış sekansında soluk soluk parlayan yıldızlarla dolu uzay boşluğunu görüyoruz. Kamera sola panlayınca o güzelim mavi gezegenimiz giriyor kadraja. Ancak bilgisayarla yaratılabilecek bir zum efektiyle dünyaya yaklaşıp bir erime geçişle kendimizi Brezilya'nın kuzeydoğusundaki Pernambuco bölgesinde buluyoruz. Ekranda beliren bir yazı, filmin uzak gelecekte ya da geçmişte değil, günümüzden hepi topu birkaç yıl sonra geçtiğini ilan ediyor. Kameranın arkadan takip ettiği, çorak bir arazinin ortasındaki bozuk asfalt yolda hızla ilerleyen su tankeri, filme adını veren Bacurau adlı kurmaca köye su taşıyor – bir de büyükannesinin cenazesine katılmak için köyüne geri dönen Teresa'yı. Kaza yapan bir kamyonun römorkundan düşüp ortalığa saçılan boş tabutlar, ölümü çağrıştıran güçlü bir imge. Kazada ölen bir motor sürücüsünün yol kenarında yatan cesedi ilişiyor gözümüze. Besbelli bu coğrafyada ölüm her yerde.
Girişindeki tabelada "gelirseniz barış içinde gelin" yazan Bacurau, en alt tabakaya mensup siyah, yerli ve beyaz Brezilyalıların, trans bireylerin hep birlikte huzur içinde yaşadığı bir köy. Kapitalistlerin çıkarlarına hizmet eden yerel politikacılar yakınlardaki barajın kapaklarını kapatalı beri köyde su sıkıntısı yaşanıyor. Gıda, ilaç, aşı gibi en temel ihtiyaç maddelerine ulaşmakta zorluk çeken köy ahalisi her şeye rağmen kendi kendine yeten, birbirine sıkı sıkıya bağlı bir topluluk. Dayanışma ruhuyla ellerindeki her şeyi birbirleriyle paylaşan Bacuraulular adeta bir komün hayatı sürüyorlar. Ortak değerleri, gelenekleri ve kolektif anıları, onları birbirine bağlıyor. Düzenli aralıklarla topluca saykodelik ilaçlar almak da Bacuraululara özgü adetlerden biri.
İlk başta bütün sinematik kodların ana karakterimiz olarak imlediği Teresa'yı merkezine alan bir film izleyeceğimizi sanıyoruz doğal olarak. Ama Filho ve Dornelles, klasik anlatı kalıplarını yıkarak bu beklentimizi boşa çıkarıyor. "Bacurau"nun ana karakteri ne Teresa ne de bir başkası. Denebilir ki bir kısmı yerel halkın arasından seçilmiş amatör oyuncular tarafından canlandırılan Bacurauluların hepsi topluca filmin ana karakteri: Teresa'nın köyün derme çatma okulunda öğretmenlik yapan babası, fazla içince dağıtan, köyün en renkli simalarından eksantrik doktor Domingas, kısa süre öncesine kadar gangsterlik yapan Pacote, trans kadın Darlene, hayat kadını Sandra, halkın kolektif belleğini şarkılarında yaşatan yaşlı halk ozanı ve diğerleri... Bir de filmin başından beri adı efsane gibi dillerde dolaşan, halkın bağrına bastığı Lunga adlı kuir eşkıya var. Bu karakterlerden hiçbiri derinlemesine işlenmiyor filmde. Gelgelelim anlatıyı zayıflatan bir kusur olmaktan ziyade bilinçli bir tercih bu, hem de oldukça yerinde bir tercih. Belki de bu sayede, yani tek bir karaktere odaklanmadıkları için, Filho ve Dornelles böylesine güçlü bir mekân duygusu yaratmayı başarıyorlar. Bacurau yaşayan, soluk alan gerçek bir köy hissi veriyor, öyle ki neredeyse güneşi tenimizde hissediyor, sokakların tozunu soluyoruz. Western estetiğini çağrıştıran geniş açılı panoramik çekimler, çorak bir arazinin ortasındaki bu ücra köyün dünyadan kopukluğunu ve yalıtılmışlığını vurgulamaya yarıyor. Brezilya'nın Vahşi Batısı diye tarif edilebilecek bu bölgede devlet erkini temsil eden yegâne görevli, Bacurauluların nefret ettiği, köyün suyunu kesen Tony Junior adlı sahtekâr Belediye Başkanı. Seçim kampanyası dahilinde köye uğrayan Tony Junior, yanında getirdiği son kullanma tarihi geçmiş yiyecekler ve ilaçlarla oylarını satın alabileceğini sandığı Bacurauluların sert tepkisiyle karşılaşıyor.
Saldırı altında
Zamanla birbiri ardına gerçekleşen akıl sır ermez olaylar, Bacurau'da tuhaf bir şeylerin döndüğünü gösteriyor. Bacuraulular, köylerinin Google'daki uydu haritasından silindiğini fark ediyorlar ilkin. Derken cep telefonları çekmez oluyor, bir UFO ya da UFO'yu andıran bir drone Bacurau semalarında dolaşıyor, su tankeri bir gün delik deşik vaziyette, suları sızdıra sızdıra varıyor köye. Köylüleri mikroskop altındaki canlılar gibi savunmasız, küçük figürlere indirgeyen tepeden çekimler, birilerinin Bacurau'yu havadan gözetlediğini ima ediyor. Peki, ama kim bu birileri? Doğaüstü varlıklar mı, uzaylılar mı, yoksa kötü niyetli insanlar mı? Bir süreliğine bu ihtimallerin hepsi eşit derecede mümkün görünüyor.
Not: Bu noktadan sonra yazı filmin sürpriz gelişmelerini ele vermektedir.
Parlak neon renkli kıyafetlere bürünmüş iki motosikletli yabancının çıkagelmesiyle gerilim daha da yükseliyor. Brezilya'nın güneydoğusundaki Sao Paulo ve Rio gibi büyük şehirlerden gelen bu iki yabancıyla Bacuraulular arasındaki sınıfsal ve etnik ayrımlar, Brezilya toplumunun yapısı hakkında da ipuçları veriyor. Avrupalıların soyundan gelmekle övünen, bu beyaz tenli, şehirli, orta sınıf Brezilyalılar, genellikle siyah ve yerli kanı taşıyan yoksul halka tepeden bakıyorlar; ama Batılıların gözünde Bacuraululardan hiçbir farkları olmadığını geç de olsa anlayacaklar. Bacuraululara kurban rolünün biçildiği bu oyunda onlar sadece birer piyon. Ne de olsa oyunun kurallarını koyanlar, Batılılar. İlk kez 1932'de sinemaya uyarlanan Richard Connell'in "En Tehlikeli Oyun" (The Most Dangerous Game) öyküsündeki gibi acımasız ve kanlı bir oyun burada söz konusu olan – içinde bir kadının da yer aldığı bir grup Amerikalı turisti eğlendirmek için düzenlenmiş bir "av partisi." Bu av partisinin lideri Alman asıllı Michael'ı, "Flesh for Frankenstein" (1973) ve "Blood for Dracula" (1974) gibi kült korku filmlerindeki Doktor Frankenstein ve Kont Dracula rolleriyle ünlenen Udo Kier'in canlandırması filme satirik bir hava katıyor. Kaldı ki Michael da dahil filmdeki Batılı saldırganların hepsi gülünç, karikatürü andıran tipler. Gelgelelim Batılıların karikatürize edilmiş "kötü adamlar" olarak resmedilmesi, ne filmin etkisini baltalıyor ne de gerilim unsurunu azaltıyor. Değme korku filmlerine taş çıkartacak kadar gerilim dozu yüksek sahneler var filmde. Mesela çıplak, savunmasız, yaşlı bir adamın dışarıdaki tehlikeden habersiz evinde çiçek suladığı sahne gibi. Köyün çocuklarının gece karanlığında el feneriyle oyun oynadıkları, gerilim yüklü sahne de kolay kolay hafızalardan silinecek gibi değil. Öte yandan Michael'la Amerikalı turistlerin kendi aralarındaki konuşmalara odaklanan sahnelerde kara mizah ve ironi ağır basıyor. Michael'ın filmin sonunda "dünyada ne çok vahşet var" diye veryansın etmesi, film boyunca sarf ettiği en ironik replik belki de. Çünkü bunu söyleyen kişi vahşetin bizzat sorumlusu. Ayrıca "Bacurau", filmlerde sıkça karşımıza çıkan Alman asıllı, Nazi sempatizanı kötü adam klişesini de tiye alıyor. Bir seferinde Michael, kendisine "Nazi kılıklı herif" diyen Amerikalılardan birine böyle bayat klişeler kullanmamasını, daha yaratıcı bir şeyler bulmasını salık veriyor.
Filmdeki karikatürize edilmiş kötü adamlardan biri de Bacurauluları Batılılara "satan" çürümüş Belediye Başkanı Tony Junior. Bu karakter nezdinde film, Brezilya'nın sağcı başkanı Jair Bolsonaro gibi emperyalistlerle işbirliği yapıp halkına ihanet eden politikacıları hedef tahtasına oturtuyor. Böylelerinin gözünde yoksulların ve ezilenlerin hiçbir kıymeti olmayan, ilk etapta gözden çıkartılacak, kolaylıkla harcanacak kimseler olduğunu gösteriyor. Öyle ki Bacurau gibi bir köy sahiden de haritadan silinse, kimsenin ruhu bile duymayacak.
Ne var ki Tony Junior'ın ve Batılı saldırganların hesaba katmadıkları bir şey var, o da halkın öz savunma refleksi. Aslına bakılırsa Bacurau adlı hayali köyün yer aldığı Brezilya'nın kuzeydoğusundaki Pernambuco bölgesi, köklü bir isyan ve direniş geleneğiyle tarihe geçmiş bir coğrafya. Vaktiyle Portekiz'in sömürgesi olan Brezilya'daki ilk bağımsızlık hareketi, bu topraklarda filizlenmiş. Tarih boyunca Pernambuco, hem köle isyanlarının hem de devrimci mücadelenin merkezi olmuş. Burası bütün ülkeye nam salmış eşkıyaların ve halk kahramanlarının da diyarı aynı zamanda. Bunlardan en ünlüsü 1920'lerde ve 30'larda yaşamış, Lampiao lakaplı, zaman içinde halk kahramanına dönüşmüş bir eşkıya. İşte "Bacurau"daki kuir Lunga karakteri de bu eşkıyalık geleneğini sürdüren yeni nesil bir halk kahramanı. Saklandığı yerde Che gibi köşeye sıkıştığından, orada ölüp gideceğinden bahsettiğini duyunca Lunga'nın kendisini Che Guevara'yla özdeşleştirdiğini anlıyoruz. Bu coğrafyada adeta bir palimpsest gibi üst üste binen katliamların, sömürünün ve bu sömürünün doğurduğu direnişlerin izlerini filmdeki "Bacurau Tarih Müzesi"nde görüyoruz. Geçmişte halkın kendini savunmak için kullandığı antika silahların sergilendiği bu müzede "İsyan Bacurau'da Bastırıldı" başlıklı bir gazete kupürü gözümüze çarpıyor. Bacurauluların tarihsel ve kültürel belleğini canlı tutan bu müze, filmin finalinde kilit bir rol oynuyor.
Sonuç olarak "Bacurau", komünal bağları yücelten, yerli halkların kendilerine özgü kültürlerini yaşatmak ve sularını, topraklarını, yaşam alanlarını, daha da ötesi yaşam haklarını savunmak için verdikleri mücadeleleri selamlayan, Brezilya'nın hem bugününe hem de geçmişine dair sözünü sakınmadan söyleyen bir film. Eduardo Galeano, "Latin Amerika'nın Kesik Damarları" kitabında Latin Amerika'nın Batılılar karşısında hep kaybeden taraf olduğunu söyler: "Latin Amerika diye adlandırılan toprağımız kendini hep kaybetmeye adamış durumda. Rönesans Avrupalılarının dişlerini boğazımıza geçirmek üzere okyanusa atıldıkları uzak çağlardan beri böyle bu." (5) Kurmaca bir filmde dahi olsa yeryüzünün lanetlilerinin galip geldiğini görmek güzel. (CL/AÖ)
NOTLAR
(1) Eduardo Galeano, Latin Amerika'nın Kesik Damarları, (İstanbul: Çitlembik Yayınları, 2006), 14.
(2) "Joao Carpinterio" adı aynı zamanda büyülü gerçekçilik akımının ilk örneklerini veren Kübalı yazar Alejo Carpentier'i de çağrıştırıyor.
(3) Glauber Rocha, "The Aesthetics of Hunger."
(4) Brezilyalı şarkıcı Gal Costa'nın seslendirdiği "Nao Identificado" adlı şarkının sözlerinde UFO'lardan da bahsediliyor.
(5) Eduardo Galeano, 13.