Kent insani ölçüden, insan kontrolünden ve bireyin barınabileceği bir yer olmaktan çıkmış vaziyette. Kent uzamı yalnızca topraklar üzerinde yatay değil, aynı zamanda kırsal çevreyi olduğu kadar ufkumuzu da karartacak biçimde gökyüzüne doğru dikey olarak yayılır. Gökyüzünü yırtan gökdelenlerin ve devasa büyüklükteki konutların biçimsiz geometrik mimarisi insanüstü kişilerin değil, insanüstü sermaye gruplarının ve bürokratik kurumların otoritelerini yansıtan bir anıtsallık sergiler.
Soğuk geometri ve işlevsel tasarımları kent sakinlerinde, insanın bir anlamının olduğunu engelleyen güçsüzlük, nesneleşme ve ötekileşme gibi duygular uyandırır. Zira bu yapılar halkın değil sermayedarlar ve devlet kurumlarının eseridir. Öyle ki dikilen yapıların isimleri bu grupları temsil etmektedir. Bireyi kişisel olmayan kurumların ve şirketlerin ağına düşüren başa çıkılmaz bir bürokratik bağlantıdan başka bir şey yoktur. Tüm bu çirkin kent tasarımının anlamı; güç, tahakküm ve kâr odaklı bakış açısıdır.
Globalleşen dünyanın kent tasarımı kapitalist modernizmin tüketim mekânlarını inşa ediyor. Ülkede ve Kürdistan coğrafyasında sermaye mabetleri AVM’ler, devlet taşeronu TOKİ’nin toplu konutları, yüksek katlı beton binalar ve asfalt yollar kent peyzajı üzerine sürünmüş kötü bir makyajı andırıyor. Özellikle Kürdistan’da yapılan kent planlamaları klasik inşaat endüstrisinin değirmenine su taşıyor. Amed’in sembolik ifadesi olan bazalt nerdeyse unutulmuş, yerellik ve doğallık yerini yapay yaşam alanlarına bırakıyor.
Kürt toplumu ve özgürlük mücadelesi nazarında önemli bir yeri olan Amed kenti mercek altına alındığında kimi eleştiri ve öneriler gereklilik arz ediyor. Kürt özgürlük mücadelesinin paradigmasal içeriğini dolduran demokrasi, ekoloji, cinsiyet ve özgürlük olgularının yaşamda/kentleşmede somut olarak hayata geçirilmesi ciddi sıkıntılar içermektedir.
Mevcut haliyle keskin bir kutuplaşmanın hakim olduğu kentte yoksul kitleler ile orta sınıf ve burjuvazi mekânsal olarak ayrışmaya gidiyor. Bir taraf gettolaşırken diğer taraf “emniyetli konut”larında konumlanıyor. Yüksek çevre duvarları, tel örgüler, kamera gözetimi ve özel güvenlik sistemleri bu yapıların olmazsa olmazı durumda. Güvenlik algısının özgürlük algınsının önüne geçtiği bu yaşam, topluma modern kentleşme olarak pazarlanıyor.
Yeni bir Amed için kent tasarımında radikal değişiklere gitmek gerekiyor. Özellikle kentin kavşaklarında yer alan zehirli baz istasyonları acilen kaldırılıp yerlerine Kürt toplumunun politik ve yerel kültürüne dair totemler veya anıtlar dikilebilir. İnsan sağlığı ve toplumun değerleri böylelikle kent sakinlerine teslim edilmiş olur.
GAP’ın en önemli parçası olan Dicle Vadisi projesinin kentsel ve toplumsal asimilasyon mantığı ifşa edilmelidir. Kırklardağı, Bağıvar, Fiskaya ve Hevsel Bahçeleri üzerinde Belediyelerin ve Çevre Şehircilik Bakanlığının yanlış veya kasıtlı imar uygulamaları gözler önünde duruyor. Mezopotamya’nın şahdamarları olan Dicle ve Fırat nehirleri üzerindeki kum ocakları, HES ve barajların (Hasankeyf’te yapılan baraj) etkisiyle Kürdistan coğrafi olarak asimilasyona uğratılıyor.
Adına türküler yakılmış Ermeni kızı Suzan’a mezar olan, kent kararlarının alınması için 40’lar meclisinin toplandığı, Ermenilerin kutsiyet atfettikleri Kırklar Dağı sit alanı haline getirilebilir. Orada yapılan binaların ruhsatları belediye tarafından iptal edilip ve bölge tamamen ağaçlandırılabilir. Halka açık piknik, kutlama ve mesire alanı haline gelebilecek fiziki koşullar sağlanabilir.
Devlet ve yeşil sermaye gruplarının rant yöntem ve yönetimi olan “kentsel dönüşüm” uygulaması Suriçi bölgesinde iş makineleriyle işgal halinde. Mahalle sakinleri ise kentin kilometrelerce uzağındaki TOKİ’lere adeta sürgün edildi. Aynı zamanda Fiskaya üzerinde yer alan “cam kafes” ile örülmüş alanın mahalle sakinlerinin talepleri doğrultusunda yeniden revize edilmesi ve şelalenin altına ticari amaçlı yapılmış beton yapının kaldırılması tarihi şelalenin doğal siluetini iade edecektir.
Uluslararası politikalarla dört parçaya bölünmüş Kürt toplumu ve coğrafyası, adeta bir puzzle misali kentsel sorunlarla bölünerek parçalara ayrılmıştır. Bu parçalardan biri de Hevsel bahçeleridir. Kadınların tarım yaptığı bahçeden elde edilen ürünler Balıkçılarbaşı’nda yer alan Aşefçiler (çapa yapanlar) Çarşısı diye bilinen sokakta yine kadınlar tarafından satılırdı. Bölgeye gelen yabancıların (özellikle Araplar) bu durumdan etkilenip “bakireler diyarı” anlamına gelen “Diyarbekir” ismini kullandıkları rivayet edilir. İsmini, gıdasını, havasını, suyunu ve kültürünü Hevsel bahçelerine borçlu olan Amed’in tarihsel ve vicdani bir sorumlulukla bu habitata sahip çıkması gerekiyor.
En fazla dört kata kadar bazalt, ahşap, kerpiç gibi doğal malzemelerden genişçe bahçeleri olan yaşam mekânları inşa edilebilir. Bu bahçelerde organik tarım, kümes hayvancılığı yapılabilir. İçeriğindeki kimyasallar nedeniyle hastalık saçan beton yapı malzemesi olarak kullanılmaz hale getirilebilir. Kent iklimini cehenneme çeviren kara asfalta alternatif olarak açık renkli kilitli parke kullanılabilir. Ağaçlar gölgesinde yürüme ve bisiklet yolları tasarlanabilir. Buna ek olarak kentteki canavarlaşan otomobil endüstrisini dizginleyebilecek hafif raylı sistem getirilebilir. Sınıflaşmanın kentsel ifadesi olan ötekileştirici mahalleler yerine âdemimerkeziyete dayalı kentleşme olgusu üzerinde durulabilir. Ekoloji ve demokrasi öğesi yaşamın her alanında öncelikli ilke edinilerek yerel kültür ve onun mekânları geliştirilebilir.
Antik Yunan’da Polis’i yönetmek ve tartışmak için nerdeyse her bireyin katılımı zorunluydu. Özyönetimin esas olduğu otonomi/özerklik durumu bunu gerektirmekteydi. Polis’in özerkliği bireyin özerkliği demekti. Bu açıdan politika, polis hakkında yapılan her şeyi kapsıyordu. Kent tasarımın tartışma ve karar süreçlerinde tüm bireylerin yer alacağı toplumsal bir mekanizma oluşturulabilir. Özyönetim ile özgür toplum, âdemimerkeziyete dayalı bir taban üzerinde durabilir.
Mekân, insan psikolojisini derinden etkileyen, yaratıcılığını ya da körelmesini, özgürlüğünü ya da köleliğini koşullayabilecek etkileri olan diyalektik bir yerdir. Çığırından çıkmış kentselliğe rasyonel tekniklerin uygulanması, modern kent yaşamının sorunlarını daha da derinleştirmektedir. Yerel yönetimlerin ekoloji, yerel kültür ve motif, demokrasi, cinsiyet, inanç gibi özgür ve özerk olguları planlamalarda ilkeselleştirebilir. Aksi durumda devrim ve özgürlük mekânlarının inşasından söz edilemez. Akabinde özgür ve özerk birey-toplum yerine tüketen ve köleleşen bir dünya yaratmış oluruz.
Kaynak: Şehirsel Bedenler (Thierry Paquot), Ekolojik Bir Topluma Doğru (Murray Bookchin)