*İstanbul, Fotoğraf: AA
Kent mekanında düzenleyici bir işlev üstlenen iktidar ve kurumlar ile bu düzeni yönlendiren kent hukukunun, kentsel mekan üzerinde ekonomik, sosyal ve siyasi ilişkileri biçimlendirirken bu ilişkiler üzerinde meşruiyet sağlanması beklenir. Kentsel adalet ancak kente özgü faaliyetlerin kent hukukunun ortaya koyduğu kurallar bütününün sağladığı meşruiyet çerçevesinde yönlendirildiği bir düzen içinde tesis edilir.
Bu nedenle, kentsel mekanda yönetme ve düzenleme anlamında belirleyici olması gereken kent hukukunu anlamak, ekonomik ve sosyal ilişkileri düzenleyen iktidar tercihlerini ve kentte meşruiyetin kaynağını tanımlamamıza yardımcı olur.
Toplumda ve mekanda adaleti ifade eden kentsel adalet kavramını incelemek, iktidar tercihlerini biçimlendiren mülkiyet ilişkilerini, bu ilişkileri düzenleyen, gereğinde askıya alınan kent hukukunu ve bu bütün içinde ekonomik ve toplumsal ilişkiler bağlamında meşruiyet krizini tanımlamayı gerektirir. Dolayısıyla, neoliberal kentleşme pratiğinin ürettiği kentsel adaletsizliği sorgulamada bizi; iktidar, mülkiyet, rant, hukuk ve meşruiyet kavramlarını çözümlemeye yönlendirir.
Türkiye'de özellikle 2000'li yıllar ile başlayan süreç, kentsel mekanda yeni bir hukuku gündeme getirirken bir yandan da bir meşruiyet krizini ortaya koyar. Bu süreçte Kentsel mekan, kentsel yaşamı ve düzeni belirleyen kurallar rant yaratma kapasitesi üzerinden şekillendiriliyor.
Siyasi iktidar yasama gücünü kullanarak kentsel mekanın bir rant aracına dönüşmesine neoliberal ideoloji çerçevesinde, sermaye yararına öncülük ederken; toplumsal ve siyasal ilişkileri, bu ilişkilerin gerçekleştiği kentsel mekanı yeniden düzenliyor. Bu nedenle kentsel adaleti ararken, kent hukukunun düzenleme biçimini ve rantla ilişkisini anlamak gerekli.
Bu süreçte yapılan hukuk düzenlemeleri mekânsal ve toplumsal adaleti, ortadan kaldıran iktidarın zihinsel haritasını ve tercihlerini gözler önüne serer. Çünkü hukuk sistemi toplumların siyasal ve ekonomik rejimlerinin oluşturulması ve yerleştirilmesinin temel aracıdır. İktidarlar bu temel araçla tercihlerini uygulamaya dökerken, kentsel mekan üzerinde ilişkileri düzenler ve toplumsal, mekânsal biçimleri belirlerler.
C. Schmitt'in ''Egemenlik en üstün, hukuken bağımsız ve asli güçtür.''(2019:24) sözü, egemen siyasi iktidarın adaleti sağlamaktansa kendi varlığını sürdürmek üzere hareket ettiğini ve hukuk kurallarını, meşruiyet gözetmeden kullandığı yasama yetkisiyle biçimlendirdiğini salt karar alma gücüne dayanarak hareket ettiğini söyler. Yani egemenin yaklaşımını belirleyen adalet ya da meşruiyet değil, karar alma yetkisidir. Bu nedenle, Schmitt'e göre ''Egemen olağanüstü hale karar verendir''(2010:13).
Mülkiyet, rant, mekân
İktidarın egemen olarak kentsel mekanda varoluşu, kent hukuku içinde olağanüstü hale, istisnaya karar verme gücü ile ilişkilidir. İktidarın ürettiği hukuku askıya alan istisna hükümler, onun kentteki varlığını, egemen tercihleri ile oluşturduğu politikayı da ortaya koyar.
Bu tercihler hakim ekonomik ilişkiler doğrultusunda biçimlendiğinden, bugünün egemen tercihleri de neoliberal kentleşmeye uygun politikalar üretiyor. Emeğin yeniden üretiminin ikincil hale geldiği, sermayenin yeniden üretiminin öncelik kazandığı bir dinamik düzen, kentte yasa yapmanın ve istisna olanın anlamını değiştirerek; yeni bir iktidar teorisini ortaya koydu.
Bu yeni yaklaşım ile iktidar tercihleri, neoliberal kentleşmenin de sonucu olarak, sermayenin ilgi alanı olan kentsel ranta ve bunun paylaşımına odaklandı. İktidar için bu yeni zamanlarda ön plana çıkan, emeğin yeniden üretimine hizmet eden kullanım değeri değil; sermaye kesimlerinin de talep ettiği gibi spekülatif olarak ortaya çıkan mekanın değişim değeri oluyor.
Bu anlamda, kentsel mekanda düzenleyici olan iktidar, kent hukukunu ve istisnayı belirlerken tercihini, mülkiyet ilişkileri ve kentsel rantın bölüşümü yönünde yaptı. Böylece iktidar kentsel adaleti, mekan piyasası şeklinde tanımlanabilecek spekülatif piyasanın belirleyiciliğine ve mülkiyet ilişkilerinin insafına terk etti.
Bu nedenle, kent hukukunu ve kentsel adalet çerçevesindeki çatışmayı, iktidarın tercihleri doğrultusunda rantın ve mülkiyet ilişkilerinin biçimlendirdiği ekonomik ve toplumsal yapı belirliyor. Kıt bir kaynak olarak kentsel mekanın kullanım değerinin değil değişim değerinin öne çıkması, yani mülkiyetin belirleyiciliği kentsel adaleti imkansız kılar.
David Harvey, ''Dünyanın haritalanması, mekana özel kullanım amacıyla mülk edinilmeye açık bir şey olarak bakmanın yolunu döşüyordu.''(1997:257) diyerek, mekanın metalaşmasının kökenini belirtir.
Mekanın mülk edinilmesi, tasarruf hakkının tekel altına alınması çatışma potansiyeli doğuruyor/ yaratıyor. Kentsel mekanda mülkiyetin özelleşmesi ve tasarrufun tekelleşmesi kamusal yaşam alanı olarak farklı grupları barındıran kent mekanında ayrışma ve sınıfsal çatışmaları ortaya çıkaran bir etki oluşturuyor.
Bu çatışma ortamında, özel mülkiyetin egemenliğini kabul eden siyasi iktidar, tek başına belirleyici değildir. Sermaye ile sıkı ilişkiler kuran iktidar, hukuk alanına da bu ilişkisini yansıtır. Sermaye kesimleri tarafından bireysel eylemin esası olarak görülen mülkiyet ve sonucu olan kentsel rant iktidar aracılığıyla hukuk alanına düzenleyici bir fikir olarak işlenir.
Böylece, birey var olmak ile değil sahip olmak ile değerlendirilerek; mülkiyet ile donatılmış bir varlık olarak tanımlanır (Hardt & Negri, 2011). Bu nedenle, mekanda ve toplumda adaleti sağlamanın temel koşullarından biri mülkiyet ilişkilerinden kaynaklanan eşitsizlikleri azaltır.
Kent hukukundan istisnaya
İktidarın neoliberal kentleşme döneminde mülkiyet ve rant odaklı yaklaşımı, kent hukukunu da yeniden tanımlama sonucunu beraberinde getirdi.
Öncelikle şu saptamayı yapmak gerekir: Kentsel mekanda adaleti sağlamak ile sorumlu devletin kent mekanı ve ona hukuki yaklaşımı daima sorunlu oldu. Sağlıklı bir kentleşme için kaynak yaratamayan ve bu nedenle kentleşmeyi genellikle kendiliğindenliğe terk eden iktidarların kent hukukundaki yaklaşımları da benzer bir yol izledi. Yasa yapıcı olarak iktidarlar çoğu zaman hukuk normlarına uyma konusunda isteksiz olduğu gibi ortaya çıkan sorunları istisna hükümler ile aşmaya yönelik yaklaşımları benimsediler.
2000'lerde başlayan süreçte ise bu istisna hükümlerin niteliği değişmiş ve kentsel rant odaklı iktidar tercihleri doğrultusunda genelleşti. Bu döneme kadar kentsel adaletsizliğe kanunun yetersizlikleri neden olurken, bu aşamadan sonra iktidarın tercihine dönüştü.
Anayasamızda yer alan ''herkese sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkının sağlanması'' hükmü kentsel mekanda sağlıklı ve dengeli bir yaşam alanı yaratılmasını anayasal görev olarak tanımlanıyor. Bu tanıma göre devlet ve yasa yapıcı kente ilişkin yapılacak hukuksal düzenleme ve gerçekleştireceği uygulamalarda, bir yaşam alanı olarak kentsel mekanda adaleti sağlamak zorundadır.
Bu anayasal görevin yerine getirilmesi için elbette kentte gerçekleşecek her türlü işlemin kanunlar ile düzenlenmesi ve kent hukukuna ait tüm mevzuatın bu çerçevede belirlenmesi gerekir. Buna göre iktidara düşen görev, sağlıklı kentsel mekanlar üretmek, tüm kentlilere sağlıklı konut ve yaşam koşulları sağlamak adına kent hukukunu, kurumları ve müdahale biçimlerini tanımlamaktır.
Bu nedenle, kentsel mekanda ortak yaşamın sağladığı faydadan her kentlinin adil bir şekilde payını alacağı, dezavantajlı grupların kollanacağı bir hukuk sisteminin oluşturulması beklenir. Ancak, Türkiye kentleşmesinin tarihselliği içinde sürekli sermayenin ve hakim ekonomik ideolojinin belirleyiciliğinden ötürü, Anayasa'da tanımlı kentsel adalet hiçbir zaman kurulamadı. Bugünkü iktidar, neoliberalizm çağının hakim ekonomik tercihleri ile sermaye gruplarıyla işbirliğini onların rant taleplerini yerine getirerek sürdürüyor.
Bu süreçte egemen olan kesimler tüm paydaşları ile birlikte tanımlanır. Karar alma yeteneği ile istisnayı ortaya koyan iktidar düzenleyici bir görev üstlenirken; onu uygulamaya koyan, mekana yansıtan yerel yönetimler ve kurumlar uygulama görevini yerine getirir. Sermaye ise egemenin bu tercihi doğrultusunda kentsel ranta el koyandır.
Kent hukukunu belirleyen normatif hukuk dışındaki bir durumu, karar alma yetkisi ile hukuk alanı içine çeken iktidar istisnayı ortaya koyuyor. Kent hukukunda istisnayı belirginleştiren bu tercih, kentsel rantın bölüşümünü düzenler. Neoliberal kentleşme döneminde mülkiyet ve kentsel rant kavramları, iktidarın tercihleri doğrultusunda oluşturduğu istisna hükümler ve onların sınırlarını belirlediği istisna mekanlar ile ilişkilenir.
Örneğin, Egemenin karar alma yetkisine dayanarak istisnalar ile biçimlendirdiği kentsel dönüşüme dair hükümler içeren 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun, hukuk düzeni dışında tanımlanan istisnanın nasıl hukuk içine çekildiğini ve istisna mekanın nasıl sınırlandırıldığını gösteriyor.
Buna göre kent hukuku içinde normatif biçimde tanımlanan bir uygulama, mülkiyete el koyma sonucunu doğuran istisna hükümler ile tanımlanır. Yine bu kanun uyarınca ilan edilen riskli alanlar ile istisna hükümlerin geçerli olduğu, normal hukuk sisteminin askıya alındığı istisna mekanların sınırları çizilir. Bu uygulama ile oluşan değer ise kentsel rant olarak sermayeye devrediliyor.
Böylece rant, yeni kent hukukunun ana çerçevesini oluşturmakta ve onun bölüşüm ilişkileri kentsel mekanı belirliyor. Ülkemizde kentlere ilişkin mevzuat değişiklikleri, mekânsal ve toplumsal adaleti zedelerken; araçsallaştırılan kent hukuku, ekonomik, sosyal ve siyasal ilişkiler temelinde ayrıcalık ve istisnaları tanımlar.
Egemenin istisna üzerinden kurduğu kentsel düzenin yeni yüzü, kentsel adaleti hiçe sayan tavrı; kent mekanında sınıflar arası eşitsiz koşulları artırıyor ve toplumsal ayrışmayı gösteren sınırları derinleştiriyor.
Meşruiyet krizi
Egemen olarak siyasi iktidarın ortaya koyduğu istisnaların toplumsal karşılığı ve ilişkiselliği ile meşruiyet tartışması, Türkiye kentleşmesinde süregelen bir tartışmadır. Bugün, kent hukukunda ve kentleşme pratiğinde anlattığımız çerçevede, kentte yaşayan sınıflar, kent mekanı ve hukuki düzenlemelerin istisna içeriği açısından bakıldığında; karşımıza yine meşruiyet krizi çıkar. Kent mekanında iktidarın belirleyiciliğinde biçimlenen yasal çerçevenin, anayasada belirtilen hukukun üstünlüğü ilkesi uyarınca adaleti sağlayıp sağlamadığı önemli bir sorudur.
Bu dönemde gerçekleşen hukuksal düzenlemelere baktığımızda; hukuk dışı uygulamaların istisnalar oluşturmak suretiyle kent hukukuna dahil edilerek hukukun üstünlüğü ilkesinin ihlal edildiği görülür. Buna göre, kendini hukuk üstünde konumlandıran egemen iktidarın kentsel mekanda hukuk ve adalet ile ilişkisi, yeni adaletsizliklere yol açıyor. Yasa yapıcının egemen siyasi iktidar ile ilişkileri doğrultusunda onayladığı hukuksal düzenlemelerin adaleti ya da toplumsal meşruiyeti sağlayıp sağlamadığı, bugün kent hukukuna dair en önemli sorudur.
Ortaya konan bu sorunun kaynağı hukuksal düzenlemelerin adalet ve meşruiyet ekseninde değil normatif hukukun dışında istisnalar ile biçimlenmesidir. İstisnalar ile belirlenen hukuk düzeni, normal hukuk düzeni içinde olması gereken adalet sağlama ve meşruiyeti koruma amacından uzaklaşır. Bu nedenle, kent hukukuna ait düzenlemelerin ve uygulama örneklerinin meşruiyet zemininde adil olanı sağlamadığı; kural haline gelen istisnanın hukuk dışında bir alanın unsuru olması nedeniyle meşruiyet zeminini ortadan kaldırdığı görülür.
Macleod ve Jones'un (2011) "Kentsel Adaletsizliğin Yönetilmesi" dedikleri bu süreçte; kapitalizm ürettiği yeni krizler karşısında toplumsal mekan ve yeniden üretim ilişkilerindeki başarısız girişimlere her seferinde tekrar şekil vermekte, mekan üzerindeki adaletsizliği büyüterek kendi spekülatif mantığının sürdürülmesini sağlamaktadır.
Görüldüğü üzere, egemen olarak iktidarın hukuk aracılığıyla kent mekanında kurduğu ilişkiler, kentsel rant çerçevesinde biçimlenen yönetim tercihlerini belirlemekte ve böylece toplumsal meşruiyet sorununu oluşturmaktadır. Bu şekilde kamusallığın yıpranarak farklı bir anlam kazandığı günümüzde, kentsel adaleti hukuk normları değil, meşruiyet belirler.
Bu düzende hukuki olan ister norm olsun, ister istisna, toplumsal anlamda adil ve meşru olacağını garanti etmek mümkün değildir. Egemenin keyfiyet alanında olan istisna yerine, hukuki normlar üzerinden adalet ve meşruiyet zeminine geri alınması ve kent hukukunun bu alana çekilmesi gerekiyor.
Sonuç yerine: Kentsel adaleti yeniden talep etmek
Kent mekanındaki bireysel ve toplumsal ilişkiler ile hak ve özgürlükleri düzenleyen, uyulması devlet zoruna bağlanmış kurallar bütünü olarak kent hukuku, iktidar tercihleri doğrultusunda, toplumda adaletin, biraradalığın ve çatışmaların da belirleyicisidir.
Bu durum aynı zamanda karar alma ve yasa yapma yetkileri ile iktidarın da kentsel mekandaki varlığını göstermekte ve onun mekandaki varlığını hukuka bağlamaktadır. Böylece, kentte egemenlik alanını tanımlayarak karar alma yetkisini belirleyen iktidar, egemen olarak sermaye ve mülkiyet ilişkileri için istisnayı garanti eden olarak konumlanıyor. Kentsel mekanda hukuk, mülkiyet, sermaye üçgeninde esas birleştirici güç; rantın bölüşümünü de belirleyen, istisna durumunu yaratan egemendir.
Kentsel mekana hakim olan egemen, hukuksal düzeni kendi tercihleri doğrultusunda belirlerken, mekana, mülkiyet ilişkilerine ve rantın bölüşümüne de yön verir. Bu nedenle, kentsel mekan üzerinde gerçekleşen faaliyetler hiçbir zaman tarafsız değildir ve iktidarın egemen tercihlerinden yanadır.
İktidarın egemen olarak kent hukuku ile sorunlu ilişki biçimi, normlara uygun gerçekleşen uygulamaları da sorunlu hale getirirken, kentsel mekanda toplumsal anlamda adaletsizliği derinleştiriyor. Fakat, kentsel mekanda toplumsal olanı şekillendiren hukukun, her zaman adil ve meşru olacağı varsayılamasa da; onu meşruiyet zemininde toplumsal olanı yeniden inşa etmek ve istisna mekanı dönüştürmek üzere kullanmak gerektiği bugün daha açık biçimde görülüyor.
Özellikle son dönemde devletin düzenleyici politikalarının çözünmesi ve sermayeden yana açık tavır alması, kentlerde ayrışmayı belirgin hale getirerek adaletsizliği artırırken; devletin kentsel mekanda yeniden toplumu birleştiren bir rol üstlenmesi gerektiğini de gösteriyor.
Bu anlamda, neoliberal kentleşmenin ürünü olan yeni ve yoz kent hukukunun etkilerini kaldırmak üzere, kamu kentteki düzenleyici işlevini normlara dayalı kent hukuku ve meşruiyet zemininde yeniden üstlenmelidir.
Anayasal çerçevede devlet, sağlıklı kentsel mekanlar yaratmak, kent planlama faaliyetlerini eşitsizlikleri azaltıcı niteliği ile öne çıkarmak, yaşanan konut sorununa çare üretmek üzere kentsel mekanda düzenleyici ve uzlaştırıcı rolünü yerine getirmelidir.
Özellikle bu dönemde kent planlama iktidarın piyasacı mantığından uzaklaşmalı; palyatif tedbirler ile günü kurtararak gün geçtikçe büyüyen sorunları öteleyen mevcut anlayış yerine kentsel mekanda adaleti sağlamak üzere değil; dönüştürücü bir işlev üstlenmelidir.
Bu anlamda kent planlama otoriteleri, toplumda ve mekanda adaleti yeniden tesis etmek üzere; toplumsal uzlaştırıcı rolünü herkese eşit mesafede durarak üstlenmeli, bir arada sağlıklı ve dengeli yaşamı sağlayacak koşulları tanımlamalıdır. Aksi halde, kentsel ve toplumsal adaleti her geçen gün daha da zedeleyen iktidarın piyasacı yaklaşımı, doğanın yeşilini doların yeşiline çevirirken çatışma ve kutuplaşma ortamını arttırarak bir arada özgür, eşit ve kardeşçe yaşama umudunu, Gezi Direnişi günlerinde kısa bir süreliğine de olsa deneyimlediğimiz "başka bir Dünya mümkün" hissiyatını beton grisine boyayacaktır.
Bu nedenle, toplumda ve mekanda adaleti yeniden tesis etmek üzere toplumsal sözleşmemizi yeniden ele almalı ve bir arada, kardeş olmayı savunmalıyız.
Gezi Direnişi'nin 2013 yılında bize verdiği görev budur. Bu görevi yerine getiremezsek eğer, egemen olarak iktidar yarattığı çatışma ortamında düşman tanımı ile kentsel mekanda adaletsizliği yönetmeye devam edecektir.
Kaynakça
Harvey, David: Postmodernliğin Durumu, İstanbul, Metis, 1997
Harvey, David: The Limits Of Capital, Londra, Verso, 1999
Kahraman, Tayfun: İstisna Mekan, İstanbul, Tekin, 2021
Macleod, G. Jones., M.: "Renewing Urban Politics'', Urban Studies, 48(12), 2443-2472 , https://doi.org/10.1177/0042098011415717, 2011
Negri, A., Hardt, M.: Ortak Zenginlik, çev. Efla-Barış Yıldırım, İstanbul, Ayrıntı, 2011
Schmitt, Carl: Siyasi İlahiyat, çev. Emre Zeybekoğlu, Ankara, Dost, 2010
Schmitt, Carl: Siyasal Kavramı, çev. Ece Göztepe, 3.bs., İstanbul, Metis, 2014
(TK/MDK/NM)