Kadınlar için edebiyatla buluşmak, öykü, roman ve şiir yazmak başka anlamlar taşır. Sadece dili kullanmak, edebi ürünler yaratmak değil, yaşadıkları kıstırılmışlıktan kurtulmak, kabul edilen rolleri parçalamak, sığınacak bir liman aramaktır aynı zamanda.
Kendini yazarken, kendi yakın dünyasındaki sorunları deşifre ederken çıkılan yolculuk, uzaklara taşır onu. Uzaklara taşındıkça kendiyle buluşur, yüzleşir. Mekân ve zaman algısı değişir, içinde yaşadığı sokak, mahalle, kent parmaklarıyla değecek kadar yakındır artık.
Gönül Çatalcalı'nın yeni yayımlanan "Çöp" romanı bunları çağrıştırdı okur okumaz. Önce, Oya Baydar'ın "Çöplüğün Generali" kitabını anımsadım. Ancak okudukça bu anımsama yerini Gönül Çatalcalı'nın yazma yolculuğuna bıraktı. Yazarın öyküyle çıktığı yolculuk, sözü çoğaldıkça öykünün sınırlarının dışına çıkmış peş peşe yayımlanan romanlarında kendine özgü, öykü diline yaklaşan bir dil kurmuştu. Samimiydi. "Yazma sevgisi" kitaplarını okudukça daha iyi anlaşılıyordu.
"Çöp" romanını okurken hem bu yolcuğu düşündüm, hem de biraz masal, biraz efsane diliyle anlatılan hikâyeyi...
Kentleşme topraktan, doğadan kopmak kendimize uzaklaşmaktır bir bakıma. Modern yaşamın dayatmalarıyla sarılırız ister istemez. İçine doğduğumuz aile, köy, kasaba uzaklaşır, yeni bir kimlik edinirken yalnızlaşırız. Koşmak, sürekli koşmak vardır artık. Bir yerlere yetişmek, başarıyı yakalama hırsının esiri oluruz. İnsan hangi değerlere tutunacağını, neyi savunacağını düşünemez duruma gelir. Sıkışır...
Çöplerden oluşan dağ, kentin gerçeğidir
Çöp kitabında yazar, kentin içinde var olma savaşı veren aileler üzerinden kurar romanını. Değişik coğrafya ve dil evreninden gelenleri aynı kentte buluşturur. Ancak, birbirinden uzak, kentin başka yüzlerinin insanlardır onlar. Nefret, yabancılaşma, korku ve ötekileştirme vardır.
Çöplerden oluşan dağ kentin gerçeğidir. Görmezden gelinen ve yok sayılan... Dağ öfkeyle konuşur:
Kir bulaşsın
kir içlerine işlesin
kir hayatları olsun (s.9)
Yazar "dağ"ın öfkesini alıp bir gerçekliğin, görünmeyenlerin adına konuşur. Çöplükten geçinen insanları, "Ait olmadıkları kadar içinde oldukları bu koca kent artıklarıyla sarıp sarmalayacak, kusmuklarıyla besleyecektir, (s.9)".
Görüp görmezden geldiğimiz insanların hikâyesi
Her gün görüp görmezden geldiğimiz insanların hikâyesidir, "ÇÖP". Dilber, eşi Vasfi ve oğlu Doğan bu çöplükten beslenirler. "Çöp" dağı sarıp sarmalar onları. Bir de siyah naylon poşetin içinde "yeni doğmuş bir kız bebek" armağan eder onlara.
Yolları çöp kamyonunda çalışan Samet'in ailesi ile kesişir. Samet, hiç istemediği, nefret ettiği çöplükten uzaklaşmak kaçmak, başka işte çalışmak ister. Kenti kaplayan kokuyu bedeninin her hücresinde hisseder. Kaçmak kurtulmak ister yazgısından. Doğduğu mis kokulu toprakları yemyeşil dağları özlese de gelip yerleştiği kentten başka gidecek yerleri yoktur.
Karısı daha gerçekçidir. O da doğduğu yerleri özlese de oğlu Şahin'le büyüyen ailesi yurdu olur. Sakinliği ve sessizliğiyle yarasını sarar Samet'in.
Kenti anlatırken zıtlıklardan yararlanır Gönül Çatalcalı. Çöplüğün yanı başında yaşayan Vasfi'nin ailesi ve Samet'in ailesi kendi hayatlarını yaşarken, kentin sayılı zenginlerinden değişik fabrikaların ve dönüşüm fabrikası sahibi, iyi eğitimli Levent ve İngiltereli eşi Suzi girer öyküye. Kentin en yoksulları aileleri ile en zengin ailelerinden biri karşı karşıyadır artık.
Bu üç ailenin yaşamları birbirine eklenir, olaylar birbirini takip eder. Kimi kez "dağ" tanıklık eder olaylara, kimi kez yazar anlatır. Gerçekle hayal birbirine karışır. Hikâyenin sonuna geliriz ama keşke bitmeseydi sözleri dökülür ister istemez.
Biraz insan sevgisiyle, "mutlu", "mesut", ideal bir dünya çizse de Gönül Çatalcalı, kim karşı çıkabilir ki... Dayanışmaya, insanın içindeki iyiliğin galip geleceğine olan inanca kim "hayır" diyebilir. (SKD/SD)
ÇÖP - Gönül Çatalcalı, Tekin Yay, 2022