Dinlerin, doktrinlerin ve felsefelerin temel öğütlerinden biri, “Kendini bil”dir.
Her dinin, doktrinin ve felsefenin bu öğütle verdikleri mesajda ortak noktalar olmakla birlikte amaçlar farklıdır.
Dinlerin ve doktrinlerin bu öğüt ile verdikleri gizli mesaj, aslında “Beni bil”dir. Yani beni bil ve bana göre biçimlen. Önceden çizilen bir insan tipolojisi vardır ve herkesin onu kendine örnek alarak şekillenmesi amaçlanır bu öğütle.
Felsefenin bu öğütle neyi amaçladığı ise, o felsefenin bakış açısıyla örtüşür. Dolayısıyla “Kendini bilme”ler felsefeden felsefeye değişir.
Kendini bilmenin ölçüsü nedir?
Siyahı beyazın, karanlığı aydınlığın varlığıyla bildiğimize göre, kendini bilmenin beyazı ya da aydınlığı ne?
Dinler, doktrinler ve felsefeler öne çıkarak , “Ben! Ben! Ben!” diyeceklerdir. Yani her biri, adres olarak kendini gösterecektir.
Ama bu durumun kendisi bile kendi içinde bir tutarsızlık arz etmiyor mu? Ortada bunca “ Ben!” in olması, tüm “Ben!”lerin çürümesi anlamına gelmiyor mu?
Kendini bilmek kolay değil, belki de imkânsızdır. “Ben kendimi bilirim” yollu cümleler, üzerinde fazla düşünülmemiş ezber cümlelerdir.
Şayet bilginin şartlarından biri nesnellik ise, insanın kendini bilmesinin gerçek bir karşılığı yoktur.
İnsan, kendini aşma ve kendinden çıkma hallerinde kendini bilebilir.
Kendini aşmak, başka bir kendi’ye sahip olmayı koşulladığından, bu yöntemle bilinebilecek kendi, ancak eski, yani aşılmış olan kendi olur, ki bu kendini bilmek değildir.
Bedenlerini ibadete, açlığa, susuzluğa yatıran münzeviler bile kendilerinden çıkıp çıkmadıklarından emin olamadıklarından, kendinden çıkarak kendini bilmek ise tartışma barındıran bir yöntemdir.
“Yalnız bir kere dilsiz kaldım, biri bana ‘kimsin sen ?’ diye sorduğu zaman.” der, Halil Cibran. (AB/EMK/AÖ)