Türkiye’de “Çözüm süreci”yle gelen nispeten tehlikesiz dönem başlamamış olmasına rağmen 2010’ların ilk yıllarında Kürtler’e karşı önyargı İtalya’da bilhassa hükümet temsilcileri arasında yaygındı.
Ordu ile PKK arasındaki çatışmalar inişli çıkışlı grafikler izliyor olsa da iktidardaki tüccar kafalı
Berlusconi, çoğu Avrupalı meslektaşı gibi Türkiye’yi bir fısatlar cenneti olarak gördüğünden Kürtler’in memlekette kötü muameleye tabi tutulup hayati tehditler altında yaşadıklarına sanki inanmak istemiyordu.
Tercümanlık yaptığım İtalya’nın Sığınma Hakkı Millî Komisyonunda Berlusconi’den aldığı gazla adeta dehşet saçan, kentin Forza İtalia’lı belediye temsilcisi yalnız sığınmacıları değil, beni de fazlasıyla zor durumda bırakıyordu.
Lise birinci sınıfta okuduğum yıllardan beri geliştirdiğim tercümanlık yetilerimin yok sayılmasına, metni çoktan yazılmış bir senaryoda adeta figüranlık yapmama, hatta daha önce hiç bulunmadığım bir polis sorgusundaymışız gibi ifade verene bir şeyleri zorla söylettirme pratiğine alet edilmem inanılır gibi değildi.
Türkiye’yi birkaç kere turist olarak ziyaret etttiğinden Forza Italia’lı sıcakkanlı delege kendini ortamdaki adeta tek Türkiye Cumhuriyeti uzmanı ilân etmiş, aslında taşralı bakış açısına sahip, politik olarak mülayim bir ev kadını tavrına rağmen, tok sesi komisyonda herkesinkinden fazla çınlıyordu…
Minimal belgesel
Adı "Kendimi Nasıl Beğendirsem" diye tercüme edilebilecek "How to please" adlı belgeselde ise rejimin otoritesini temsilen yapay zekâ ürünü, duygusuz mu duygusuz bir kadın sesi duyuyoruz. Iraklı Wed Al-Asadi mülteci olarak geldiği Finlandiya’ya kabul edilebilmek için sonu gelmez bir girdaba kendini kaptırıyor.
Ülkesine Batı dünyasından bakıldığı zaman, resmen savaş devam etmediği için Irak yeterince riskli bir diyar olarak kabul edilmediğinden ilk başvurusuna ret cevabı alıyor. Yapay zekâ kupkuru bir “HAYIR”la kestirip atıyor.
Bu arada mültecilerin tutulduğu kamptaki insanlar Finlandiya’nın ve genelde Avrupa’nın damak tadına alışkın olmadıkları için Wed’in Ortadoğu yemekleri pişirmek üzere şef sıfatıyla mutfakta çalışmaya başlamış olması da fayda etmiyor. Tam tersine bu, mültecilik statüsünü kamufle etmeye yönelik bir manevra olarak görülüyor.
Bunun üzerine çalışma vizesi için başvuruyor fakat bu defa da yetilerinin kısıtlılığından ve aşçılık sektöründe eğitim almamış olmasından dolayı bu talebi de reddediliyor.
Ardından sabırlı kahramanımız Wed şeflik eğitimi veren bir okula kaydolup bir süre sonra tekrar başvuruda bulunuyor, cevap tekrar “HAYIR”!
Sığınmacı statüsüne kavuşabilmek için, bu mevzuda gayet tecrübeli bir avukatı olmasına rağmen başvurulan üst mahkemelerden de ret cevabı geldiği yetmezmiş gibi, Wed yıldığında memleketine geri yollanmaya razı oluyor olmasına da, bu hususta Finlandiya ile Irak arasında imzalanmış herhangi bir protokol olmadığı için üst ses ona bunun da mümkün olmadığını bildiriyor. Başka bir Schengen ülkesine geçmesinin zaten mümkün olmadığı malum…
“İyi ülke Finlandiya”
Wed’in gelmeden önce “İyi bir ülke” olarak kabul ettiği Finlandiya kendisinde büyük hayal kırıkılığı ve bitmez tükenmez bir örselenmişlik hali yaratıyor.
Yönetmen ve senaryo yazarı Elina Talvensaari mevzuyu tamamıyla teatral bir düzleme çekerek kahramanını gayet minimal bir dekorun içinde konuşturuyor, yaşadıklarını detaylarıyla anlattırıp tekrar tekrar yaşamasına sebep oluyor.
Wed iyice öfkelendiğinde onu hasta bir hayvan gibi bir kampa kapatıp orada besleyen ve ölene kadar orada kalmasını bekleyen Finlandiya’nın sistemine verip veriştiriyor.
Ukrayna’dan mülteciler geldiğinde bürokratik işlemlerin birkaç haftada, olsa olsa birkaç ayda tamamlanmasına rağmen kendisi gibilerin neden senelerce bekletildiğini sorguluyor.
Tüm bunları geniş bir sahnede, duvarları olmayan muhtelif odalardan ve onları birbirine bağlayan koridorlardan müteşekkil hibrit ortamlarda Wed’in ağzından dinliyor, negatif cevapları ise yapay zekânın nispeten boş alanda gittikçe daha çok yankılanan sesinden duyuyoruz.
Geçen Kasım ayında IDFA’nın kısa metrajlı belgeseller klasmanında yarışmış 2023 Finlandiya yapımı 28 dakikalık şirin filme ve kahramanına da aslında inanmak zorunda değiliz.
Zaten mesele, Wed’in başına gelenlerin tüm Avrupa Birliği ülkelerinde çok geniş kitleler tarafından deneyimleniyor olması değil mi?
Sinemacı Elina elindeki imkânı ustalıkla kullanarak rejimin soğukluğunu layıkıyla temsil eden yapay zekâyı filmin sonuna doğru kreşendoyla adeta çıldırtıp bu müşkül zamanlarda seyirciyi neredeyse kahkahalarla güldürüyor. Helal olsun!
Tercümanlık zor zanaat…
Tercümanlık yaptığım komisyona dönersek, prensipte en çok güvenmem gerektiğini düşündüğüm Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) temsilcisi genelde pasif kalıyor, suya sabuna dokunmamaya ihtimam gösteren komisyon başkanı savcı daha çok ortalığı sakinleştirme misyonunu üstleniyor, emniyet müdürlüğünün temsilcileri polisler bile çok daha tarafsız, pratik ve hızlı suallerle işlemleri yeterince ahlaklı bir çerçevede sonuca ulaştırıyorlardı.
Kendimi bir süre sonra sığınmacılara adeta avukatlık yaparken buldum desem yalan olmaz. Söylemedikleri sözlerin zabıtlara geçmemesi için mücadele ettim, cevapların çarpıtıldığını her fırsatta dile getirdim, ısrara dayalı sorular ve iddialarla ifade vereni yıldırma çabalarına aracılık yapmaktan kesinlikle hoşlanmadığımı belirttim.
Muamele aynen, hatta artarak devam edince, oksijen miktarı tahammül sınırları altına çoktan düşmüş odayı birkaç defa hışımla terk etmek zorunda kaldım; ardından da zaten çok düşük bir ücret karşılığında yaptığım işi bırakmakla kalmadım, en yüksek seviyelerde de olsa bürokrasi çevresine sıkışmışlığımın getirdiği örselenmişlikle yıllardan beri mesleğim haline gelmiş tercümanlıktan fazlasıyla soğudum.
(RL/EMK)