Geçtiğimiz Pazar günü ODTÜ'de ilginç bir hadise yaşandı. Ateizm özel başlığıyla bu yıl ilki düzenlenen Teoloji Sempozyumu'na katılan Sevan Nişanyan, kadın düşmanı olduğu gerekçesiyle protesto edildi.
Hadise sosyal medyaya yansıdığında, "Nişanyancı liberalizm" ile cinsiyetçi muhafazakarlığın fikri olarak kucaklaşıp, protestocuların "faşist" olduğu konusunda yan yana geldiğini gördük.
Sempozyumun yapılacağı duyurulduğunda, bir süredir sistematik olarak hedef gösterilen ODTÜ, "fitne üssü" olarak yeniden manşete çekilmiş ve Üniversite'de haklı bir tedirginlik oluşmuştu. Fakat, Nişanyan protestosuyla başka bir durum gelişti. Peki ODTÜ'de neler yaşandı?
Öncelikle, 26 oluşumun imzacısı olduğu bir bildiri yayınlandı ve LİBİDO Dergisinin "Cinselliğin Oluşumu: Eşcinselliği Doğuran Etmenler" özel sayısına işaret edilerek, "eşcinsel bireylere karşı nefret söylemi yayan" iki derginin katılımcı olmasıyla ilgili eleştiriler dile getirildi. Ayrıca, Dergiye ulaşmaya çalışan ODTÜ LGBT Topluluğu'nun "patolojik İslam sempatizanları" olarak yaftalandığı duyurulmuş ve bir de protesto çağrısı yapılmıştı. Nitekim, açılışa gelen 50 kişilik bir topluluk "Homofobi her yerdedir, direniş de!" pankartıyla kürsüyü işgal edip, özür taleplerini dile getirdikten sonra "Yaşam alanlarımızda homofobiye geçit vermeyeceğiz!" sloganıyla salonu terk etti. Böylece, Türkiye'de psikoloji ilminin erkek bir pozitivist muhafazakarlıkla ne denli malul olduğu ve Ateizm üzerine düzenlenen bir sempozyumun ne kadar teleolojik olabileceğine işaret edilmiş oldu.
Nişanyan ise Sempozyumun son günü konuşacak ve ardından da Edip Yüksel'le birlikte bir münazara gerçekleştireceklerdi. Konuşmasını yapmak üzere kürsüye çıktığında, Hitler selamı ve kaz adımlarıyla salona giren 30 kişilik bir topluluk "I love Sevan" pankartıyla sahneye çıktı. Gerek kostüm ve jestler, gerekse de pankartta yer alan feminist sembolün içine yerleştirilmiş gamalı haç, eylemin muhtevasına dair kısa bir şaşkınlık yarattı. Nişanyan protestocularıyla birlikte poz vermekten kaçınmadı. Katılımcılar arasında protestoya destek verenler de vardı. Fakat, kürsü işgali uzayınca tartışma başladı. Söz alan göstericiler "I Brain Sevan" başlıklı, hayli ironik bir bildiriyle gerekçelerini açıklayarak yine şenlikli bir şekilde kürsüyü terk etti.
Fakat sonrasında, tartışmanın fuayeye taşındığını ve Düşünbil Dergisi'nden bir kişinin göstericilere şiddet gösterisinde bulunduğunu öğrendik. Bu gerginliğin yaşanması üzerine Nişanyan, bir saate yakın süren konuşmasını bitirdi. Programda belirtilen iki saatlik öğle arasından sonra salona döndüğümüzde göstericilerin kürsüyü yeniden işgal etmiş olduğunu gördük.
"Bir daha ODTÜ'ye gelmeyin"
Münazara saati geldiğinde tartışma tekrar başladı. Göstericiler, kampüste şiddet gösterisinde bulunulmasının kabul edilemez olduğunu, Nişanyan'ın kendisine "Bir daha ODTÜ'ye gelmeyin" diye seslenen bir kadına penisini kullanmak suretiyle (halk arasındaki amiyane ifadesiyle) bunu yapacağını söylediğini; dolayısıyla, bu koşullarda münazaranın yapılmasına izin vermeyeceklerini belirttiler.
Bu noktadan sonra tartışmanın tansiyonu yükselmeye başladı. Nişanyan yaşamının her alanında, sosyalizm de dahil olmak üzere her tür zorbalığa karşı olduğunu söyleyerek katılımcıları, "zevzek" olarak andığı göstericilere mani olmaya çağırdı.
Kelimebaz bir yazar olarak özenle seçtiği ve kullanırken sağına soluna ince çizikler atarak içini boşalttığı kavramların hedefini bulması gecikmedi. Katılımcılar göstericilere "faşistler" diye bağırmaya başladı. Felsefe Topluluğu'ndan bir temsilci kendisinin sosyalist olduğunu belirterek tartışmanın yönünün saptırıldığını söyledi ve fuayede yaşanan gerginlik nedeniyle etkinliğin sona erdirildiğini bildirdi. Sonrasında, Felsefe Topluluğu akademik danışmanı söz alarak, göstericilerin, akademik alanda cinsiyetçiliğin meşrulaştırılmasına dair dile getirdikleri eleştirilerin değerli, bir kadına karşı sarf edilen küfrü alkışlamanın ise kabul edilemez olduğunu belirtti. Nişanyan, bu "basiretsizlik" karşısında tekrar katılımcılara döndü ve onları salonu terk etmeyerek "zorbalığa" karşı sürdürdüğü direnişte yanında olmaya çağırdı.
Çok sesli tartışma
Böylece göstericiler kürsüde, Nişanyan ve Yüksel sahnenin hemen önünde ve çevrelerinde katılımcılar, herkes kendini bir anda oluşan çok sesli bir tartışmanın ortasında buldu. Her bir gösterici çevresini saran ve birbiri ardına sorular sıralayan katılımcılara, eylemlerinin gerekçesini heyecanlı ama oldukça özenli bir şekilde açıklıyor, kendilerini "faşistlikle" suçlayanları hayli ters köşe örneklerle mesele üzerine tekrar düşünmeye çağırıyorlardı.
Söz gelimi, katılımcıların sıkça dile getirdiği gibi Nişanyan (Ermeni) ve Yüksel (kendi cemaati tarafından mürtet ilan edilmiş kimse olarak) bu toplumda baskılanmış kimliklere sahip olabilirlerdi ama azınlık olmak kişiyi başka bir alanda şiddet uygulamaktan alıkoyan bir durum değildi. Evet, Nişanyan bir Ermeni'ydi ama kadın düşmanı üslubuyla çoklarına taş çıkarır bir egemendi. Mesele Ermenilikse kendileri "Anadolu'da bir halk devrimine inanmış" Dink'in takipçileriydi. Eğer ki, Nişanyan penisine işaret ederek bir kadına küfür savurmamış da Kürtçenin, örneğin, güdük bir dil olduğunu söylemiş olsaydı, kendisinin "de" Kürt (azınlık) olduğunu belirterek eleştiri hakkı olduğunu söyleyen katılımcı yine bu salonda durur muydu?
"Sizin lideriniz kim?"
Bir ara, kendilerine "Siz faşistsiniz, hem de sosyal faşist" şeklinde bağıranlara "Kahrolsun Faşizm," "Faşistler dışarı" sloganıyla karşılık verip, sonrasında "Eee ama hala buradasınız" diye seslenen göstericiler, sloganlarının ardına Bandista'dan bir kuple de eklediler. Edip Yüksel, "Sizin lideriniz kim arkadaşım," diye sorduğu bir göstericiden "Bizim liderimiz yok. Hepimiz biziz. Hem sen biraz önce beni ittin. Şiddet yanlısı bir insansın. Benimle konuşma" cevabını aldığında derin bir iç çekti.
Eylemin üzerinde yükseldiği bu ironik ve şenlikli pedagoji bir çokları için epey sarsıcı oldu. Sonuç olarak, her iki topluluk da salonu terk etmedi. Bu çoklu tartışma devam ederken Nişanyan ve Yüksel salonun bir başka köşesinde münazaralarına gecikmeli de olsa başladı.
Kişisel olarak yükselen tansiyonun hiç bir noktada şiddete dönüşmemiş olması nedeniyle etkinliğin kendiliğinden oluşan bir siyaset atölyesi olarak deneyimlenmiş olduğu fikrindeyim. Belli ki, katılımcıların bir çoğu kadın düşmanlığı ve homofobi konusunda etraflıca bir propagandaya ilk kez maruz kalıyordu.
Tartışmalar sürerken pek çok ön yargı kalıbı gözümüzün önünde çatladı. Fakat, protestonun bu şekilde verimli bir tartışma zeminine dönüşmüş ve gerçekte ilk oturumda kendi sunumunu yapmış olmasına rağmen Nişanyan, sosyal medyada göstericileri "feminizm sarhoşluğuna kapılmış birtakım serseriler" olarak hedef göstererek cemaatine "faşist" olarak yuhalatmakta bir beis görmedi. Eğer üzerine düşünürse, içini doldurmaktan kaçındığı bir muhalif kimliğe işaret ederek kadın-düşmanlığı konusundaki eleştirileri her ortamda savuşturmanın mümkün olamayacağını idrak etmesine imkan veren özel bir deneyim yaşadığını anlayacaktır.
Göstericileri hayli ağır bir dille ve bir taş gibi düşmanca savurdukları kavramlarla eleştirenleri anlamak ise mümkün değil. Bu sertlikleriyle, hayatın bir çok alanında şiddetle karşılanan feminizm ve homofobi karşıtı siyasetin oldukça güç koşullarla kendine açtığı bu gibi yaşam alanlarını hedef gösterdiklerinin ve böylece her türlü farklılığa karşı günaşırı linç çağrısı yapan yayınlarla aynı çizgide hizalandıklarının farkındalar mı? Son olarak sözü, göstericilere bırakarak eylem esnasında yaptıkları bir konuşmada gerekçelerini nasıl dile getirdikleri aktarmak isterim:
"Siz de farkındasınızdır. Burada günlerdir süren protestolarımıza rağmen Sevan Nişanyan'ı dinledik. Bir çok kişi burada, salonda oturup dinledi. Bize göre bu durum kadına yönelik şiddeti meşrulaştırmaktır. Aynı zamanda homofobik bir kurumun bileşeni olduğu bir etkinlik de büyük bir problemdir. Bizim yapmamız gereken şey, homofobik söylem üreten, cinsiyetçi söylemlerde bulunan insanlara akademik alanda daha fazla yer açmak değil, tam tersine bu alanlarda bulunmamaları ve bizim aramıza bu kadar rahat bir şekilde gelerek bu tutumlarına devam etmemeleri için uğraşmaktır. Bir insan cinsiyetçi, homofobik bir tutum içerisindeyse, siz bu nefret ideolojilerini üretmesine destek veren, gücünü aldığı yerleri besleyen etkinlikler düzenliyorsanız ya da bir şekilde destek oluyorsanız suça ortak olursunuz."
* Besim Can ZIırh, ODTÜ Sosyoloji