Onur Öymen, istemeyerek de olsa bizim için çok hayırlı bir iş yaptı! Bundan böyle10 Kasım, sadece Atatürk'ün ölüm yıldönümü olarak bilinmeyecek, acısını ruhumuzun derinliklerinde hissettiğimiz Dersim kırımının, çok daha güçlü bir biçimde Türkiye'nin vicdanlarına sunulduğu bir gün olarak da hatırlanacak...
Memleket olarak bildiğimiz Dersim, 37 ve 38 katliamının sarsıcı hikâyeleriyle dolu. Yıllardır ecdadımızın uğradığı bu büyük vahşetin derin acısını yüreklerimizde bir kor gibi taşıyarak bugünlere geldik. Hayatımız, bu insanlık dramının derin sancısıyla kâbusa dönüştü adeta. Şimdi sadece bizler değil, yıllardır bizi anlamakta zorlanan milyonlarca insanın "bu kadarı da olmaz" dedikleri bir duyarlılık ortaya çıktı.
"Olay" şudur: Dersim, dünya tarihinde eşi benzeri olmayan bir katliam türüyle yok edilmek istendi. Yediden yetmişe kadın -çocuk, genç- ihtiyar ayırt edilmeksizin toplu olarak katledildi insanlar. Cezaevlerinde yatan yüzlerce katil, Dersim harekâtında yer almak kaydıyla salıverildiler ve bu katliamda bizzat yer almaları sağlandı. Bu durum Dersim'deki vahşetin boyutlarının çok daha büyük olmasını beraberinde getirdi. Bugün katliamın boyutları o dönemi yaşayan tanıkların anlatımı ve dönemin yetkililerin anlatımında daha iyi gözükmektedir. Sabri Çağlayangil'in anılarında dersimle ilgili" mağaralarda fare gibi zehirledik" sözleri dahi bu vahşeti anlatmaya yetiyor. Celal Bayar'ın anılarında dersimle ilgili kararla ilgili" bir an Atatürk'le göz göze geldik, her şeyi anlamıştım. Dersim yok edilecekti" sözleri ise katliamın nasıl planlandığı ve kimlerin karar aldığını gösteriyordu.
Dersim'e yönelik zulüm politikaları, katliam sonrasında çok daha farklı bir biçimiyle yani sürgün ve asimilasyonla devam ettirildi. Dersim'de sürgün edilen ailelerin çocukları yeni farkına vardıkları bu trajik durumun acısıyla sarsılıyor. Sıddıka Avar politikasının sonucu olarak daha önce Dersimli olduğunu gizleyen birçok insan, bugün atalarının yaşadığı bu dramın boyutlarını merak ediyor ve Dersimli olduğunu belirtme gereğini duyuyor. Son günlerde daha önce Dersimli olduklarını bilmediğimiz bazı köşe yazarlarının bu doğrultuda yaşanmış hikâyelerini okuyoruz; bu da son tartışmaların bir "getirisi" olarak hatırlatılması gereken bir gelişme.
Evet, nasıl bir devlet gerçeğinde yaşadığımızı, sanırım şimdi çok daha iyi görmek ve anlamak durumundayız. Her seferinde bizi, bu gerçekleri dillendirdiğimiz ve sorguladığımız için "devlet düşmanı", "vatan haini" olarak damgalayanların utanacakları andır şimdi. Bugün bile Genelkurmay'ın bizleri "bölücülük" le suçlamasının ve hazırladıkları andıçlarla bizi hedef haline getirmesinin arka planında Kürt, Alevi ve Dersim'li kimliğimize yönelik taşıdığı ezeli düşmanlık yatmaktadır. Bizler bu zihniyete "düşman" olmak yerine bu zihniyetin bize olan düşmanlığını ortadan kaldırmanın meşru demokratik direnişi içindeyiz. Etnik kimliğimiz ve inancımızdan ötürü uğradığımız haksızlıkların hesabını sormak, özgür bir toplumun bireyleri olarak güven içinde yaşamak istiyoruz...
Bunun mümkün olabilmesinin yegâne yolu hiç şüphesiz atalarımızın uğradığı bu trajediyle yüzleşmekten, hesaplaşmaktan geçiyor. Dolayısıyla bu hükümetin "demokratik açılım" sürecini ve bu sürece bağlı olarak atılacak olan adımları önemsediğimi belirtmeliyim. Önemsemenin de ötesinde Başbakan'ın son günlerde verdiği mesajlarda Seyit Rıza'nın son nefesini verirken söylediği sözleri hatırlatması tarihi bir öneme sahiptir. Türkiye'nin geleceği açısından önemli olan yaklaşımların siyasete kurban edilmeyerek gereğinin yapılması ise tek arzumdur. Aksi takdirde önemli olan bu söylemlerin değeri olmayacaktır.
Toplumuzda var olan derin endişelerin ve şüphelerin ortadan kalkması bu sürecin çok daha anlaşılır olmasını beraberinde getirecektir. Bu anlamda hükümetin çok daha somut bazı adımlar atmasının kaçınılmazlığı ortadadır. Örneğin, Dersim adı üzerinde ortaya çıkan beklentilerin karşılık bulması bu anlamda önem taşıyor. Dersimliler olarak atalarımızın katline yönelik gerçekleşen operasyonun ismi olan "Tunç Eli" ismiyle ile anılmak istemiyoruz artık. Munzur vadisinin yapılacak olan barajlarla yok edilmesine isyan ediyoruz ve bu konuda da hükümetin insanlarımızı rahatlatacak adımlar atmasını bekliyoruz. "Evladı Kerbelayız, bi hatayız, yazıktır, günahtır" diyen seyit Rıza ve yoldaşlarının idam edildikten sonra gömüldükleri yeri bilmek ve onlara duyduğumuz derin hürmet ve saygımızı bizzat mezarlarını ziyaret ederek göstermek istiyoruz. Bu son derece insani bir istek ve taleptir. Bunun gerçekleşebilir olmasının tek yolu var o da devletin Dersim kırımına ilişkin kendi arşivlerini zaman kaybetmeden açmasıdır.
Bütün bu değerlendirmeleri yaparken CHP içerisindeki Kürt, Alevi ve Dersim'liler içinde bir şeyler söylemek ihtiyacı duyuyorum. Dersim'de "Onur Öymen gereğini yapsın" diyerek önemli bir çıkış yapan ancak Ankara'ya döndükten sonra efendisinin telkinlerine boyun eğerek farklı bir tavır sergileyen Kemal Kılıçdaroğlu, atalarının kemiklerini sızlatmayı sürdürüyor. CHP, Öymen'in sözleriyle ortaya çıkmış olan katliamcı ve imhacı imajını Dersimli Kılıçdaroğlu ve yedeği durumunda olan Ali Kılıç'la düzeltmeye çalışıyor.
Buradan bu ikiliye şunu söylemek doğru olacaktır. Bu ihanete son verin ve halkımızın cellâtlığına soyunmuş bir ezeli zihniyet olan CHP'yi aklamaya çalışmayın. Onur Öymen kendi zihniyetini savunacak ve bunu parlamentoda dile getirecek kadar tutarlı davranmıştır. Oysa sizler bu kan emici zihniyeti savunanlar kadar namuslu davranamıyorsunuz. Hiç olmazsa yerinizde oturup sessiz kalacağınıza, yollara düşmüş insanlarımızı ihanetinize ortak etmeye çalışıyorsunuz.
Dersim'de Dersim onurunu sahiplenmek adına CHP'den istifa eden 400 kişiden daha değerli değilsiniz. Onurlu olan ve Dersimliye yakışan Dersim'deki insanlarımızın yaptığıdır. Unutmayın ki halkımız, kendi cellâtlığına soyunmuş CHP zihniyetine artık "biat" etmeyecektir.(FT/EÜ)