Anadolu topraklarının işgalci boyunduruğu altında çekmiş olduğu onca zulüm, bizlere 90. yılını müjdeleyen bir cumhuriyet heyulası 'armağan' edenlerin yarattığı 'iç savaş rejiminden' şüphesiz ki daha merhametli oldu. Bu savaşı tırmandıran diktatoryal rejimin despot kurucu kadrosunun başını çeken zümre ise, Kemal Tahir'in aynı adı taşıyan romanında ifade ettiği gibi, İttihat Terakki'nin kurt kanunundan kalma en güçlü artıkları oldu.
Çeşitli milletlere ev sahipliği yapma hoşgörüsüne sahip bu coğrafya, cumhuriyetin kurucu askeri kadrosunun elinde tarumar edildi. Bu yüzden de uzun yıllar boyunca, devlet olmanın 'şanlı' ve 'şerefli' gücünü arkasına alarak, bu ülkedeki asli unsurları göstermelik bir süs bitkisi gibi azınlık statüsüne indirgeyen ve her defasında bunu lütufmuş gibi sunan bir Kemalist diktatörlük rejimiyle muhatabız.
Halkın kendi kendini yönettiği bir rejim olarak bilinen cumhuriyetin ırzına, halk için halka rağmen küstah politikalar sergileyerek geçenler, kendi menfaatleri için ipotek koydukları bu halkın iradesini, önceden belirledikleri seçim sonuçlarıyla demokrasi olarak sunmaktan bir gün olsun imtina etmedi.
Yeni değil
Bütün bunları bizler açısından ne yeni oldukları ne de bugüne değin farkına varılmadıkları için anlatıyorum. Geçmişten bugüne değin, tarihlerinin mayasına kanın bulaştırıldığı Kürt ve Alevi halkından meydana gelen Dersim coğrafyasından olmanın, Kemalizmin ceberut yüzünü görme ve gösterebilme açısından ziyadesiyle yeterli olduğunu düşünüyorum. Etnik aidiyet olarak mensubu bulunduğum Kürt halkı, Kemalizmin yaşattığı bu zulüm politikalarından payına düşeni ziyadesiyle aldı. En azından biz Kürt ve Aleviler, Ermeni, Rum, vb. tersine, tamamen yok edilememe 'şansına' sahip olarak, hayatta kalıp bunu dillendirebilme fırsatına sahip olabildik. Üzülerek belirtmek gerekir ki, bizim için en kötüsü de bu oldu. Zira zamanın tılsımını yitirdiği bir coğrafyada yaşıyor olmamızın, toplumsal hafızamızda kazılı katliamlar ve bizlere halen reva görülen zulümlerin mutlak bir sonucu olması da burada saklı. Hakkını vermek gerekirse, bunun en büyük mümessili, Türk siyasetinin agularından süzülen Kemalist diktatörlüğün bizzat kendisi!.
Kemalizm
Neşe Düzel ile yaptığı röportajında, "Atatürk'ün de Kemalist olduğu" (Taraf, 14.11.2011) yönlü ifadelerine yer vererek, Kemalizmin bizzat Atatürk döneminin icadı olduğunu belirten Mehmet Ö. Alkan'ın ifade ettiklerini destekler bir olayı, tarihi anlamı itibarıyla anlamlı bulduğum için burada ifade etmek istiyorum. Böylece Alkan'ın, 1930'lu yılların başında kurumlaştığını iddia ettiği ve merkezinde M. Kemal'in olduğunu dile getirdiği Kemalizmden, bizzat 1920'li yıllarda da bahsedildiği görülecektir.
Dersim mebusu büyük amca
1881 doğumlu büyük amcam Hasan Hayri Bey, aşiret mektepleri ve Harbiye'deki tedrisatı sonucu başladığı subaylık görevini en son aldığı binbaşılık rütbesiyle tamamladı. Bu rütbeyle katıldığı Osmanlı Meclis-i Mebusanı'ndaki vekillik yaşamını, 1920-23 arasında Büyük Millet Meclisi'nde Dersim mebusu olarak devam ettirdi.
Hasan Hayri Bey görev yaptığı üç yıllık süre boyunca, özellikle de Koçgiri Olayları'nın (1921) bastırılması için görevlendirilen Merkez Ordusu Komutanı Nurettin Paşa ve takviye milis gücü olarak çetesiyle orduya yardıma giden Topal Osman'ın bölgede uyguladığı kırım, tecavüz ve yağma uygulamalarına bir avuç onurlu mebusla karşı durup, mecliste teşhir ettiği için, Harbiye'den sınıf arkadaşı olan Mustafa Kemal'in düşmanlığını kazanmaya başladı (Bkz. T.B.M.M Zabıt Ceridesi, 26.11.1337, C. 14,117. İçtima, s.345; Ahmet Kahraman, Kürt İsyanları (Tedip ve Tenkil),s. 270-273). Bu durumla ilgili bilgi, adı geçen meclis zabıtlarının yanı sıra bizatihi Nutuk'un kendisinde de Mustafa Kemal'in Nurettin Paşa'yı nasıl cansiparane koruyup kolladığında da görülecektir.
İsmet İnönü'nün Lozan görüşmeleri esnasında, Mecliste yer alan Kürt mebuslarından Lozan'a, Türk ve Kürt halkının birlik ve beraberlik içerisinde yaşadıklarına dair bir telgraf çekmesini isteyen de bizzat M. Kemal'in kendisiydi. Amcam Hasan Hayri Bey, 1923'te biten mebusluk görevinden sonra da siyasetle uğraşmış ve Kürt halkının çeşitli hak taleplerini dile getirmiş olduğu için M. Kemal'in düşmanlık duygularının bilenmesine maruz kaldı.
1925'e değin ülkedeki tüm muhalif unsurların sindirilerek, ölüm cezalarına çarptırılmasına hizmet eden İstiklal Mahkemeleri'nin Şeyh Sait olayları vesilesiyle yeniden işlevselleştirilmesi, Hasan Hayri Bey başta olmak üzere Ovacık kaymakamlığı ve çeşitli bürokratik görevler yapan diğer yakın akrabam Celalzade Mehmet Efendinin de arasında olduğu 14 kişinin idam edilmesine gerekçe oluşturdu.
Her ikisinin de arasında olduğu bu kişiler, suçludan delile gitme saçmalığına maruz kalarak öldürüldü. Amcam Hasan Hayri Bey'in asılma gerekçesi bunun en tipik göstergesi.
Vaktinde kendisine minnet rica Lozan'a yöresel kıyafetlerle telgraf çekmesini talep eden M. Kemal, onun yöresel kıyafetleriyle Mecliste Kürtçe konuşmasını gerekçe göstererek kılık- kıyafet uygulamasına muhalefet ettiği için idama mahkum ettirdi.
Bundan ötürü, Milliyet'teki köşesinde kaleme aldığı 'Ata'nın hayatını Dersimli kurtardı' (19.11.2011) başlıklı yazısında, Dersim Katliamı ile alakası yokmuş gibi yalanlarla tenzih edilmeye çalışılan M. Kemal'i, benzer şekilde sınıf arkadaşı olan Hasan Hayri Bey'in öldürülmesinden de haberi yokmuş gibi göstererek, bu idam nedeniyle üzüldüğü yönünde masumlaştırmaya çalışan Güneri Civaoğlu'nu, gerçeği çarpıttığı için vicdanlı olmaya davet ediyorum!
Civaoğlu'nun iddia ettiğinin tersine Hasan Hayri Bey, M. Kemal'in yakın takibatından ötürü ömrünün son yılını, Dersim halk önderi olan Seyyid Rıza ve Koçgirili Alişer'in yanında kaçak yaşayarak geçirdi. Böylece, onun öldürülmesinden sorumlu olan kişinin kim olduğu da anlaşılmış olacaktır!
Bu hikâye burada bitmez
Cumhuriyet okullarında okuduğu için her defasında kendiyle övünen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Başbakan'dan açmasını talep ettiği Dersim'e yönelik arşiv belgelerinden çıkacak şeyler, ne yazık ki hep bu kumpas gerçekliklerle dolu!
Efendilerine öykünen köleler misali her defasında cumhuriyetin teranelerini dillendiren CHP'nin Tuncelili medar-ı iftiharları olan Kemal Kılıçdaroğlu ve Kamer Genç'in Dersimlilerin piri ve önderi olan Seyyid Rıza'nın M. Kemal'e hitaben dile getirdiği, "Ben senin yalanlarınla, hilelerinle baş edemedim bu bana dert oldu, ben de senin önünde diz çökmedim bu da sana dert olsun" sözlerindeki mağrur duruşuyla alakalarının olduğunu bugün kim ifade edebilir?
Bu yüzden de zamanında kendisine yönelik kaleme aldığım yazılardaki tavsiyelere (Radikal İki, Bizim kadar siz de biliyorsunuz, 23.05.2010, Kılıçdaroğlu'na sorular 09.01.2011) zahmet buyurarak bir cevap verme gerekliliği dahi duymayan Kılıçdaroğlu'na, cumhuriyetin kuruluşunda yer alan Kürt mebuslarından biri olan ve 25 Kasım 1925 tarihinde Elazığ'da idam edilen Hasan Hayri Bey'in son sözlerini hatırlatmak isterim:
"Ey Kürt Halkı! Bizden de ibret alın ve bilin ki, dünyadaki en güvensiz söz, Kemalistlerin verdiği şeref sözüdür." (CK/BA)