HEP, ÖZEP, ÖZDEP, DEP, HADEP, DEHAP, DTP.
Tekerleme olmadıkları malumunuz. Bugüne kadar kapatılan Kürt siyasi hareketinden çıkan partilerin isimleri. Bu kadar partiye, kat be katı kadar cezaevlerinde süründürülen, memleketinden sürgün edilen, işkence ve kötü muamele gören, siyaset yasağı getirilen politikacıları ekleyin. Az gelirse, öldürülen ya da ölümle tehdit edilenleri de eklersiniz.
HDP ise yukarıdaki partilerden farklı olarak yeni bir yola çıktı. Kullandığı söylem, hitap ettiği kitle ve çizdiği profille, "Türkiye partisi" olma iddiasıyla hayatımıza girdi. Her ne kadar Kürt bölgesinden çıkarak Türkiye geneline yönelse de, çekirdek kadroların bu noktaya gelene kadar yaşadıkları ve söz konusu dönüşüm sürecine dek atlatılan badireler biliniyor.
Önümüzdeki genel seçimlerde HDP'den aday olan isimlerin çoğu, Kürt siyasi hareketinde aktif olarak yer almış kişiler.
Sıraladığımız kapatılan partilere üye olarak siyasete atılan adaylar arasında, babasını ya da bir yakınını faili meçhule kurban veren de var, köy boşaltmalar nedeniyle ailesiyle şehre göç etmek zorunda kalan da. Bu kadrodan olmayan adaylar ise ya 'azınlık' olmaları hasebiyle sesini duyurmak isteyenler ya erkek egemene sisteme başkaldıran kadınlar ya da son dönemde iktidarın dolaylı ya da dolaysız baskılarına maruz kalanlar. Resim, elbette burada anlatılandan daha büyük ama kabaca karşı karşıya olduğumuz tablo budur.
Tablo buyken, HDP'ye yönelik saldırıları nasıl okumalıyız? İktidar partisinden HDP'nin yüzde 10 seçim barajının altında kalmasını can-ı gönülden istediklerini açıkça dile getirenler varken, saldırıların HDP'nin imajını kaos ve çatışma ortamıyla özdeşleştirerek oy oranını etkileme amacı taşıdığı gün gibi aşikar. Güvensizlik ortamı yaratarak özellikle kararsız ve HDP'ye sempati besleyen seçmenin kafasını karıştırma gayesi, geçtiğimiz hafta zaten oldukça dile getirildi.
Bir diğeri de hiç şüphesiz, HDP adaylarını ve ona oy verecek kitleyi yıldırma. Son olarak, Selahattin Demirtaş'a yönelik suikast iddiaları gündeme geldi. Başka bir ülkede olsa yer gök inleyecekken, muhtemelen HDP adayı olduğu için, bu ve daha önce ortaya atılan benzer iddialar medyadan olması gereken ilgiyi görmedi. Ancak bu sözümona yıldırma politikalarıyla algı yönetimi yapanların unuttuğu bir laf var:
"Demirden korksak trene binmezdik".
Bu söz, aday profiline de baktığımız zaman, şu anda HDP içinde siyaset yapmayı tercih eden hemen her isim için geçerli. Her kapatılan siyasi partinin ardından yenisiyle yola devam eden; babası, amcası yahut eniştesi ensesinden kurşunlanan; doğduğu günden beri önce hayatta kalma sonra var olma mücadelesi veren; büyükannesi zorla Müslümanlaştırılan ya da soykırıma kurban giden insanlardan bahsediyoruz. Ölümün, sürgünün, topraksız kalmanın, yoksulluğun ne demek olduğunu bu saldırıları planlayanlardan çok daha iyi bilen kişilerden bahsediyoruz.
Unutulan bir şey daha var: Dünya, 20 yıl önceki haline hiç mi hiç benzemiyor. Evet, komplo teorilerine inananlar hala var ama bayat ve modası geçmiş planlara kanmak şimdilerde eskisine göre çok daha zor. En basitinden, 1993 yılında olsaydık, Ağrı'da yaşananların bir provokasyondan ibaret olduğunu 10 yıl sonra öğrenip şaşıracaktık. Ama bugün çark, eski usul işlemiyor. İşlemesine de imkan yok.
Tam da bu nedenle, 28 Şubat mağduriyetini temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp öne sürerek kefen edebiyatı yapanlar, derin devletvari saldırıları devreye sokanlar kabak tadı verdi. Dolayısıyla mağduriyet üzerinden oy toplamak ya da fiziksel saldırı gibi ilkel yöntemlere başvurmak marifet değil. Velhasılıkelam, HDP'ye dönük saldırıların partiyi ve parti içindeki isimleri girdikleri yoldan döndürmeyeceğini görmek gerekiyor. Diğer türlüsü, kediyi fareyle korkutmaya benziyor. (BK/ÇT)