Bu satırları yazarken fonda bir disk dönüyor. “Traumerei” (Hayaller) başlığı altında Chopin’den Grieg, Mozart ve Mendelsshon’a uzanan.Duyarlı anımsamaları çağrıştırıyor ve besliyor. Daha dün bir yokluğa yolladığımız Türkel Minibaş ile ilgili anımsamaları da...
Önce bir çatışma sonra belirli belirsiz bir didişme ve sonrası sınırları özenle çizilmiş bir saygıyla belirlenmiş bir merhaba. Tuz ekmek paylaşımı. Mahalle komşuluğu. Kapısının önünden geçerken pencereden bir sıcak alışveriş ya da bir kahve içimi soluklanma. Etrafta tüm dünyadan toplanmış ya da armagan edilmiş yüzlerce garip nesne. Ama hepsinin bir menkibesi olmalı. Sonsuz kitaplar. Okunmuş. Okunuyor. Aralarına sokuşturulmuş kağıtlar, not kartları. Çiçekler ve yeşil bitkiler, pencere önü çiçekliği. Soğuk günlerde donmasınlar diye özenle üzerlerine plastik örtüler konulan. Bir köşesine yer bulup oturduktan kısa bir süre sonra gözden yiteceğiniz ve kendinizi doğal bir parçası sayabileceğiniz bir delişmen aydın kadın evi.
Bu evin merkezinde durmadan devinen ve enerjisini çevresine taşıyan, soran, sorgulayan, küçük kaş kaldırışları ve dudak büküşleri hınzır gülüşlere dönüşen , sonra ne yapıp edip içinizi rahatlatmaya çabalayan bir dinamo fır dönerdi. Şimdi sessiz, soğuk ve kederli.
Yakınlarımız ve sevdiklerimiz her öldüğünde biz de bir parçamızı yitiriyoruz. Anılarımızdan, biriktirdiklerimizden, duygularımızdan bir kısmını kafamızın daha az kullanılan çekmecelerine aktarıyor ve o ölümü inkar ederek tekrar hayata tutunmaya çalışıyoruz.
Üniversitede anısına düzenlenmiş törende sosyal yaşamındaki paydaşlarının hemen hemen tümü vardı. Hocalarından öğrencilerine, sivil toplum örgütlerindeki tüm görev arkadaşlarına kadar. Herkes dili döndügünce kendi tanıdığı Türkel Hoca’sını anlattı. İkide birde programa girip süreci dinsel bir ayine dönüştüren imam efendi dışında herkes dünyasal tarafını vurgulamaya çalıştı.
O imamın eline mikrofon verip camiyi üniversiteye taşımaya çalışan kimdir diye merak edip oradaki en rütbeli ve yetkili akademik zata bunu doğru bulmadığımı söyledim ve ne düşündüğünü sorduğumda bunun doğal olduğu, daha önce de yapıldığı gibi bir cevap aldım.
Universalis ile skolastik gibi iki kavramın nasıl bir araya gelebileceği ve daha da ötesi çoğunluğu dünyayı laik-antilaik çelişkisiyle yorumlayan bir topluluğun kendi tezlerine karşı bile nasıl bu kadar vurdumduymaz olabileceği üzerine düşüncelerle doldum. Dinsel tören üniversitede icra edildiğinden tekrar camiye gitmeye de gerek görmedim. Veda edip döndüm.
Bir üretken insanın genç ölmesine kederlerle doluyum. (AE/EK)