Josey Aimes isimli kadın, bütün gözler üzerindeyken, mahkemeye, neden adalet istediğini anlatıyor. Ailesi, çocukluk arkadaşları, öğretmenleri, tanıdığı birçok erkek o salonda.
Boşanıp iki çocuğu ile birlikte ailesinin yanına taşınınca madende çalışmak zorunda kalıyor ve kendisine takıntılı olan erkek, ona sistematik olarak saldırıyor.
Josey de avukatı ile birlikte kentin ilk cinsel saldırı davasını açıyor.
Duruşmalar boyunca, eril mahkemenin tavrını, ataerkil toplum yapısını, bir kente karşı çocukluktan itibaren sadece yaşamaya çalışan bir kadının direnişini görüyor izleyici.
Vicdan yok peki hukuk?
Gerçek bir hikâyeden uyarlanan “North Country” (Türkçe’ye ‘Tek Başına’ diye uyarlamışlar) filminden söz ediyorum. Josey’i Charlize Theron’nın canlandırdığı film, Türkiye’deki eril yargı yapısının benzeri.
İstanbul 13. Asliye Hukuk Mahkemesi, geçen hafta içi çok önemli bir karara imza attı.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun derneğinin kapatılması istemi ile açılan davayı reddetti.
Dernek, aile de aile diye tutturanların iktidarında, "Aile mefhumunu yok saymak, aile yapısını parçalamaya çalışmak, kadın haklarını savunma kisvesi altında ahlaksız faaliyetler yürütmek" gibi iddialar üzerine "kanuna ve ahlaka aykırı faaliyet yürütmek" suçlamasıyla kapatılmak isteniyordu.
Şüphesiz ki bu talep, akıl işi değildi, hukuk işi de değildi, hele hele vicdan işi hiç değildi.
Baştan açılması saçma sapan olan bir davada çıkan karara öyle mutlu olduk ki mahkeme salonu bir anda şenlik yerine döndü. Ağlayanlar, birbirlerine sarılanlar, yakınlarına haber verenler…
Düşünsenize erkekler kadınları öldürmesin, çocukları istismar etmesin diye mücadele eden platformun derneği kapatılmadı diye seviniyoruz.
Üstelik bu derneğin kapatılması için şikâyet edenlerden bazıları nafaka mağduru olduğunu iddia eden Mağdur Babalar Derneği’ne üye erkekler.
Aslında bu “mutlu sona” nasıl gelindi diye bakınca devletin bakış açısındaki eril zihniyeti net olarak görüyoruz.
Eşine 300 TL nafakayı ödememek için kendisini mağdur ilan eden bir erkeğin şikâyetiyle hareket eden yargının, Tezer Özlü’nün deyimiyle "Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi"nden çok da ayrı olmadığını biliyoruz.
Şöyle ki eril yargı, medya, kamu düzeni içinde kendisinin tüm konforu için kurulmuş beş yüz yıllık ataerkil sistemde, nasıl olduysa mağdur olan erkek, derneği gidip şikâyet etmiş.
Yaklaşık beş yıl öne Dernekler Kurulu savcılığa talimat vermiş bir değil iki değil üç kere. Yine de dernek hakkında tek bir delil bulunamamış. İddialar zayıf kaldığı için soruşturma kapatılmış.
Savcı değişmiş ve dosya yeniden açılmış. Dernek hakkında bir kanıt yoksa “derneği kuranlar hakkında mutlaka bir şeyler vardır” diye düşünmüş herhâlde erkek savcı da. Aramış taramış sosyal medya paylaşımlarını tek tek incelemiş.
Derneğin yönetim kurulunda dahi olmayan bir avukatın, dayanışma amaçlı bir paylaşımını suç unsuru olarak görmüş.
Dernek yönetim kurulu üyelerinin haklarında açılmış fakat ceza almadıkları henüz soruşturma aşamasındaki dosyaları bile kanıt diye koymuş. Yememiş içmemiş üşenmemiş, suç işleyen erkeklerin peşine düşmek yerine koşa koşa gitmiş 13. Asliye Ceza Hukuk’a davanameyi iletmiş.
Hukuktan umut kesilmez
Neyse ki 13. Asliye Ceza’nin hâkimi, aklını hukuktan yana kullandı da davayı reddetti. Duruşmalar boyunca da derneğin avukatlarını, yakınlarını erkek şiddetiyle kaybeden aileleri de çok “anlayan”, “anlamaya çalışan” bir noktadan dinlediğini gözlemledik.
Aslında bu normal, hukuki ve olması gereken bir yargılama fakat biz, bağıran çağıran bir hakim, öldürülen bir kadının annesini, ablasını dinlerken gülümseyen bir katip görmediğimiz için şaşkındık.
Derneğin yöneticileri Fidan Ataselim ve Gülsüm Önal’ın söylediği, “Bizim derneğimiz kapı pencereden oluşmuyor derneği kapatsanız dahi biz kadınlar öldürülmesin diye mücadele etmeye devam edeceğiz” cümlesi sonrası “kapatılmama” kararı geldi.
Bu kararı sadece bir platformun derneğinin kapatılmaması olarak okumak, elbette biraz zayıf kalır.
Karar duruşmada avukat İpek Bozkurt’un tek tek sıraladığı AİHM kararlarına riayet edildiğini Yargıtay kararlarının dikkate alındığını gösteriyor.
Ayrıca “hukuka uygun değil delilleriniz” diyen avukat Tuba Torun’a da mahkemenin hak verdiğini görüyoruz.
Avukat Leyla Süren’in söylediği “Bize hukuktan umut kestirmeyin, öyle karar verin” cümlesinin de karşılığı.
Kararı, yine “aile aile” diye feryat figan edenlerin kapatılmasını istediği; kadın, çocuk odaklı çalışan hak temelli derneklerin davası için de umut verici bir karar olarak okumak mümkün.
Kadın ve LGBTİ+’lar bir araya geldiklerinde, ortak mücadele ettiklerinde neleri değiştirebileceklerinin, nereye etki edebileceklerinin de kanıtı.
Maalesef 13. Asliye Hukuk kararı, eşit yaşamın tüm yollarını açmaya yetmiyor, nefret suçlarını engellemiyor. RTÜK’ün kamu spotu görünümlü nefret suçunu cezalandırmıyor.
Bugün, LGBTİ+’ları hedef haline getiren “Büyük Aile” buluşması düzenleniyor. Bazı sivil toplum örgütleri savcıları göreve çağırdı, TİP Milletvekili Sera Kadıgil suç duyurusu yaptı.
Nefrete karşı sessizlik yok.
KaosGL.org internet gazetesinin YouTube kanalında “Büyük Hayat Buluşması” “Nefrete değil, hayata ses ver” mottosuyla yayınlanacak.
Yayını buradan izleyebilirsiniz.
Josey Aimes’in davası, o dönem tekillikten çıkıp toplu davaya dönüştü. 14 yıl süren mücadele kazanımla sonuçlandı. Kim bilir, bu kamu spotuna dair savcılığa yapılan başvurular da bugün olmasa bile bir gün dikkate alınır. Umarım alınır.
Eşit ve özgür yeni bir hafta olsun…
(EMK)