Kirazlı Köyü yakınında tutulan “su ve vicdan nöbeti”ne katılmak için Kaz Dağlarındaydık.
“Balaban Direnme Tesisleri” yazılı pankartın altından geçerek girdiğimiz alanda çadırımızı kurduk. Havanın serinlemesiyle birlikte usul usul gelip yanımıza yöremize sokuldu karanlık. Gökyüzündeki mavi kızıllığın ardından yıldızlar kapladı üstümüzü. Gönül gözümüzle baktıkça gökyüzüne, bütün üzüntülü bilgilerimizi ayın ışığıyla ova ova parlatarak sevinçli hale getirebileceğimiz hissiyle dolup taştık.
Ağaçların kokusu, orman canlılarının varlıklarını müjdeleyerek dolaşıp duruyordu etrafımızda. Rüzgarın nefesi ciğerlerimize doldukça güzel şeyler düşünüyorduk düne, bugüne ve yarına dair. Geçmiş ve geleceğin tam da yaşadığımız o anda, şimdi’de yani, sarmaş dolaş olduğunu duyumsarken; hem artık hayatta olmayanlar hem de henüz doğmamış olanlarla beraber “biz” olmanın hazzını duyuyorduk iliklerimize kadar.
Yirmi dört gün önce gelip de burada çadırlarını kuran arkadaşlarla birlikte Kaz Dağları Andını söylerken ormandaki bütün canlılar sesimize ses veriyordu adeta…
Ağaçların ayakları yok kaçmaya…
Elleri yok dövüşmeye…
O halde…
Kaz Dağlarımızı biz savunacağız biz…
Bu dağlarda durursa kalbim bir gün…
Düştüğüm yere gömün…
Yüreğim dağ çiçeklerindedir…
Kaz Dağlarının üstü altından daha değerli
Sabah saat beşte megafondan duyulan “hababam sınıfı” tiratları ile uyandırılmak çok şenlikliydi. Gözümüzdeki uykuyu silip, çadırları toplayıp üç kilometre uzaktaki “maden”’e doğru yürüyüşe geçtik. Yeşilin her tonuna bürünmüş ormanın içinden yürürken karıncadan sincapa, kaplumbağadan kargaya, börtü böcekten serçeye onlarca canlının; yenmeyen içilmeyen altın ya da başka madenlerle kıyaslanmayacak denli kıymetli olan hayatlarını düşündük.
Yol boyunca “Kaz Dağları hepimizin”, “Kaz Dağlarının üstü altından daha değerli”, “Kaz Dağlarına dokunma”, “Kaz Dağları sincabı yalnız değildir”, dedik sesimizin yettiği kadar.
Kesilen ağaçlardan sonra Balaban Tepesinin zirvesi bomboş kalmıştı. Hüzünden de öte acı vericiydi görüntü. Altın arayan şirketin milliyeti değil doğaya hoyratlığı can yakıcıydı. Topraktan altını ayrıştırmak için siyanürlü havuzlarda işlem yapacak olurlarsa doğal dengenin göreceği zararı konuşuyordu hemen herkes…
Kamp yerine geri döndüğümüzde, çok uzun boylu uzun dallı çok yapraklı çam ağacının altına siyah kuyruklu bir piyano yerleştirilmişti. Ağacın ve piyanonun karşısında yere oturup ormanın seslerini dinleyerek beklemeye başladık.
Helene ile Paris’in aşkıyla yanıp yakılan Troya
Otobüslerden arabalardan taksilerden inen binlerce insan ormana doluşmaya başladı. Kimi dedi 25 milyon insan var bugün burada, kimi dedi en az 50 bin. Kalabalığa bakarken, Kaz Dağlarının “Bin Pınarlı İda” olarak anıldığı mitolojik zamanlar düştü aklıma.
En yükseğine kurulan sofrada yiyip içerken kahkahalarını yıldızlara savuran tanrı ve tanrıçalara, “en güzel kadına” diye yazılı altın elmayı uzatışı Eris’in…
Zeus’un hakem seçtiği Paris’in; Hera’nın sunduğu “evrenin krallığı” ile Athena’nın verdiği “savaşta yenilmezlik ve insanüstü akıl”ı elinin tersiyle iterek Afrodit’in vaat ettiği” dünyanın en güzel kadınının aşkını” seçerek güzeli Helene’le birlikte Troya Kralı babasının sarayına kaçışı…
Bu aşkın, Akhalarla Troyalılar arasında savaş başlatması… İda Dağının ağaç gölgelerinde dolaşan tanrılar da savaşa dahil olduğundan bitmek bilmeyişi ölüm acısının… Tahta bir atın içinde saklanarak Troyalıların kalesine girmeyi başaran Akhaların her yeri yakıp yıkması…
Homeros destanları unutulmaktan kurtarmış bütün bu hikayeleri. Sonrasında eski sakin günlerine dönmüş dağlar. Ta ki maden şirketlerinin kötü niyetleriyle karşılaşıncaya kadar…
Protokolsüz orman konseri
Konser saati yaklaşıyordu, her taraf dolmuştu ve Fazıl Say’ı en önden dinleyip izleyeceğim için sevinçliydim. Önce basın mensubu olduğunu söyleyen kişiler ayakta önümüze dizildi. Sahne ile aramıza sandalyeler sıralandı ve oturan kişilerin görme engelli oldukları söylendi. Sonra orman konserinde, protokol için yer ayrılmasına tepkiler arttı. Ve arka taraftaki yüzlerce insan sahne ile aramızı doldurup, uzun süre ayakta kalmakta direndi. Doğadaki tüm canlıların uğradığı haksızlığa karşı orada idik oysa…
Sessizlik sağlanabildiğinde piyanodan yükselen “ses” ve “kara toprak” isimli Fazıl Say bestelerinin notaları çam ağacının dallarındaki kuşların ve ormandaki sincapların, börtü böceğin kulaklarına ulaşıyordu.
Sonrasında, “Sevgili dostlarım hoş geldiniz bu orman konserine.” diye söze başlayan Say konuşmasını şu sözlerle sürdürdü. “Bugün burada bu kadar büyük bir kalabalık olması, bu kadar aydın insanların bir araya gelmesi doğayı korumak için, beni de çok heyecanlandırdı ve mutlu etti. Onur duydum Türk halkıyla bugün, teşekkür ederim.
“Aslında Kaz Dağları için başlatılan kampanyanın 24. gününde, ilk gününden itibaren burada bulunanlara, doğayı savunanlara da bir teşekkür etmek isterim. Onlar hepimizi yönlendirdiler, bu konseyin olmasına da ilham kaynağı oldular. Onları yalnız bırakmamak için burada amacımız bu gezegende insanlar olarak bitkiler hayvanlar hep beraber geleceğe kadar, gelecek için bir şeyler bırakmak istiyorsak korumak zorundayız. Yaşatmaktan yana olmalıyız, yaşamaktan yana olmalıyız değil mi? Müzik de zaten bunu anlatıyor diye düşünüyorum.
“Efendim, bugün bir saatlik bir konserimiz olacak. Konsere Türkiye’nin pek çok yerinden insanlar geldi diye biliyorum. Bu çok büyük bir fedakarlık, tekrar teşekkür ediyorum. Ben çalacağım eserleri sizlere anlatacağım. Şimdi sırada bir klasik müzik bestecisi var. Mozart biliyorsunuz bir Türk Marşı bestelemişti, onu dinliyoruz.”
Say, yoğun alkışlar kesildiğinde kendi bestesi olan Nazım oratoryosundan bir bölüm ve İzmir süitinden “caz zeybek” isimli eserini seslendirdi.
“Burası bir orman konseri. Bu ağaçlar bu büyük bestecileri mutlaka dinlemeli diye düşünüyorum. Önce Chopin sonra Beethoven” dedikten sonra da Chopin’in bir noktürnü ile Beethoven “fırtına sonatı”nın son bölümünü çaldı besteci.
Kaz Dağlarında sadece doğa katliamı olmuyor, tarih de katlediliyor
“Efendim Beethoven ve Chopin sizlere teşekkür eder böyle güzel dinleme için. Şimdi sırada, geçen yıl Çanakkale’de ilk seslendirişini yaptığım “Truva sonatı”ndan bir iki bölüm var.
“Truva sonatını Çanakkale Belediyesinin siparişi üzerine bestelemiş ve 8 Ağustos, yaklaşık bir yıl kadar önce Çanakkale’de, Çimenlik Kalesinde yine böyle büyük bir kalabalığın olduğu bir konserde, güzel bir akşamda Truva destanını, savaşını anlatan sonatımı çalmıştım.
“Oradan bugün tabi belli bölümler çalmak zorundayız çünkü mekanın geçtiği yerler değil mi? Kaz Dağları. Kaz Dağlarında sadece doğa katliamı olmuyor, tarih katliamı da oluyor bir yandan. Çünkü 3.500 yıllık olayların, kahramanların hikayelerinin bu ağaçların altında geçtiğini düşünüyoruz. Truva Sonatı’ndan “Truva kahramanları” isimli bölümle başlıyorum. Sonra da Helen’i anlatan, güzeller güzeli, uğruna savaş verilen Helen’i anlatan son bölüm. Truva sonatından iki bölüm. “Helen-aşk”, “sonsöz”. “
Ormanda piyano konseri gibi hayal ötesi bir ortamda ormandaki bütün canlılarla aynı havayı soluyarak; notalardan ayaklanıp göğün mavisine ağaçların yeşiline ve gönlümüzün en derinine saklanan duyguları tarif etmeye de isimlendirmeye de kelimeler yetmezdi, yetmedi…
Ağaçtaki kuşun favori bestekarı
“Sırada benim çok sevdiğim başka bir besteci var: Eric Satie. 1800’lü yılların sonlarında bestelediği eserlerde Fransız besteci, Türk makamlarından da hayli etkilenmiş. İçinde biraz makamsal müzik, Türk müziği tadı vardır ve bu egzotik müziklere ilgi duyan dünyadaki ilk batılı besteci aslında Eric Satie. İki parçasını çalıyorum: “gnossian” isimli çok tanıdıktır, meşhurdur.”
Eric Satie müziği ormanı sarıp sarmaladı, dokunmadığı tek bir ağaç, hatırını sormadığı tek bir canlı bırakmadı. Çam ağacının dallarındaki kuşlardan bir kuş “gnossian”a baştan sona heyecanla cıvıldayarak eşlik etti. Öyle ki Fazıl Say “Eric Satie’nin müziğini ağaçtaki kuş da çok sevdi herhalde onun favorisi Eric Satie” dedi
Kaz Dağları marşı ilk kez Kaz Dağlarında Seslendirildi
“Efendim ben bu Kaz Dağları konserini vermeye niyet ettiğimde ve sevgili belediye başkanımız da bu güzel imanı sağladığında konuyla ilgili de bir eser beselemek istedim, bir Kaz Dağları marşı besteledim. Bir iyi bir kötü haber var; Kaz Dağları marşı bestesini ben piyanoyla çalacağım size. Gayet de güzel bir marş oldu Kaz Dağları. Yalnız bunun sözleri yok. Biliyorsunuz ben şair filan değilim, ben müzikçiyim. Sözleri olmadığı için şimdilik sadece dinleyeceksiniz. Kaz Dağları marşı.”
Çok alkışlanan marştan sonra Mozart’ın Türk Marşının caz aranjmanını çalan besteci son olarak da İzmir Marşını alanda bulunanlarla birlikte seslendirdi.
Bir başka orman konseri için benim kalbimden “enternasyonel marşı” geçiyordu o esnada… (Gİ / HA)