Bazan oturduğum yerde
Kendi kendime dalıp giderim,
Bulanık geçmişimle.
Genişleyen halkalar çizerim,
Bir düşün uyanık imgesine.
Gölünüze taş düşerim.
Metin Altıok
Türkiye’nin darbelerle dolu tarihine bakacak olursak fazlasıyla acı görürüz. Her şeyin unutuluşu gibi, bu acılar da belleğin sularına gömülüyor. Darbeler oldu, hükümetler çokça değişti. Ordu veya seçimle gelen siyasal iktidar, hükümranlığını sürdürmek için tüm gücünü kullanmaktan çekinmedi. Peki ya perde arkasında neler yaşandı? Cumhuriyet kurulduğundan beri Türkiye’nin demokrasiye geçiş denemelerini hepimiz görüyoruz. Kimileri bu “demokrasinin” tadını çıkarıyor, kimileri için ise bu demokrasi çocuklarına mal oluyor. Demokrasi gerçekten bu kadar pahalı mı? Peki, biz bu kadar ağır bedeller ödeyip gerçekten kazanabildik mi demokrasiyi?
Faruk Eren, İletişim Yayınları’ndan çıkan Kayıp Bir Devrimin Hikâyesi’nde ağabeyi Hayrettin Eren’in hikâyesini anlatırken, okuru geçmişe doğru sancılı bir yolculuğa çıkarıyor. Ağabeyinin ve pek çok devrimcinin nasıl yitirildiğini, kaybedilen bir kuşağın umutlarını, acılarını gözler önüne seriyor. Yazarın anılarından oluşan kitap, toplumun sosyal ve siyasal çerçevesini de betimlerken, İstanbul’un en eski mahallelerinden Hasköy ve Balat da bize eski, güzel mahalle sıcaklığını hatırlatıyor.
Eren’in çocukluk yılları ile başlıyor hikâyemiz. Hasköy, işçi semtidir altmışlı yıllarda. Haliç’in kenar mahalleleri, fabrikalarla doludur o yıllarda ve Hasköy’de oturanlar, o fabrikaların işçileridir.
Eren ailesinin, farklı siyasal görüşleri olan altı üyesi var. Anne Elmas Eren ve baba Kemalettin Eren, Adalet Partisi’ne oy verir. Bu biraz da, İnönü’ye duyulan kızgınlıktan olsa gerek. Zira İkinci Dünya Savaşı sebebiyle yaşanan sıkıntılar, halkta bir yılgınlığa ve kızgınlığa yol açar. En büyük abla Cemile ise CHP’lidir. Bir küçüğü İkbal hem Fikirtepe Eğitim Enstitüsü’ne gider hem de TEKEL’de memurluk yapar. O zamanın en büyük memur örgütlenmesi Tüm Memurlar Birleşme ve Dayanışma Derneği TÜM-DER’in aktif militanları arasındadır. Hayrettin, kendisine Hayri denmesinden hoşlanır. Pertelniyav Lisesi ve Fatih Halkevi, Hayri’nin hayatında büyük bir dönüm noktasıdır. Hayri, Latin Amerika’daki gerilla mücadelelerinden, Dev-Genç’ten ve Mahir Çayan’dan çok etkilenir.
12 Mart Muhtırası’ndan sonra kritik bir dönemin kapısı aralanır Eren ailesi için, tüm Türkiye’de olduğu gibi… Kıbrıs’ta, EOKA’nın Türklere yönelik faaliyetleri Türkiye’de halkın milliyetçilik duygularını şiddetlendirir. Türkiye’de hâkim görüş, EOKA karşıtlığıdır. Fakat Hayri ve arkadaşları, Türk ordusunun da yaptığı yanlışların bilincine varır. Tarihler 1 Mayıs 1977’yi gösterdiğinde, her şey daha da sertleşir. 1977 yılında Dünya Emekçi Günü, “Kanlı 1 Mayıs” olarak geçecektir tarihe. O gün, baba Kemalettin Eren, bir provokasyon olacağının haberini alır. Hayri’ye engel olamasa da diğer çocuklarının evden çıkmasını yasaklar. Eren ailesi, askerlerin halka ateş açtığını, Hayri’nin arkadaşı Ali’den dinler. Bugünkü The Marmara Taksim’in yerinde bulunan Intercontinental Otel’inin kilit noktalarından başlar yaylım ateşi. Oradan kaçışıp Kazancı Yokuşu’na girenler, yana yatırılmış bir kamyonetle karşılaşırlar. Kontrgerilla başroldedir. Dolmabahçe ve Gümüşsuyu’nda ise polisle çatışmalar çok yoğundur. Otuz dört kişinin ölümüne sebep olan 1 Mayıs’tan sonra, Eren ailesi için de artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Hasköy mahallesinde, ilk kez silah görür o yıllarda Faruk Eren. Hayri ve arkadaşları, hem kendilerini korumak için hem de inandığı davaları uğruna silah taşımaya başlarlar. İşin en trajik ayrıntılarından biri, silah kullanmayı bilmeyen bu gençlerden birinin kendisini vurmasıdır.
16 Mart katliamı, Maraş katliamı, ev baskınları… Olaylar gittikçe şiddetlenir. Sağ ve sol kavgalarının ateşi harlanır ve düşmanlık iyice etraflarını sarmaya başlar. Öyle ki Hayri, Faruk ve İkbal’in üçü de aranmaya başladıklarından eve gidemez olurlar. Eve sürekli baskınlar yapılır. En sonunda Kemalettin ve Elmas Eren, evi taşıma kararı alırlar. Avcılar’a taşınırlar. Yıllar sonra ilk defa, tüm aile üyeleri bir arada toplanır. Yıllar sonra ve son defa…
1980 Darbesi, idamlar, işkenceler ve ev baskınları… Milli Güvenlik Konseyi kararları sonucu elli iki kişi idam edilir; evler aranır; kitaplar yakılır ve aileler çocuklarından haber alamazlar. Tarih 21 Kasım olduğunda, Hayri, babasına ait otomobille Haşim İşcan geçidine gelir. Burada gözaltına alınarak Karagümrük Karakolu’na götürülür. Ailesi Karagümrük Karakolu’ndaki gözaltı defterinde, Hayrettin Eren’in adını görür. Karakol yetkilileri Hayri ve aynı operasyonda yakalanan sekiz kişinin Gayrettepe’deki Siyasi Şube’ye götürüldüğünü söyler. Elmas Eren, Gayrettepe’deki polis binasına gittiğinde kapıdaki polisler ona “Burada Hayrettin Eren diye biri yok, gözaltına alınmadı,” der. Ancak Elmas Eren, Siyasi Polis Karargâhının bahçesinde otomobillerini görür. “İşte arabamız burada, oğlum da burada olmalı,” diye ısrar edince tartaklanarak uzaklaştırılır. Elmas Eren, Karagümrük Karakolu’na döndüğünde gözaltı defterinde Hayrettin Eren’in adının yazılı olduğu sayfanın yırtılıp yok edildiğini görür. Tekrar Gayrettepe’ye gittiğinde artık otomobilleri de orada değildir.
Eren ailesi için, tüm karakolları gezip oğullarını arama dönemi başlar. Aile, başvurduğu tüm makamlardan “Hayrettin Eren gözaltına alınmadı,” cevabını alır. Oysa onu günlerce Gayrettepe’deki siyasi şubede görenler vardır. Tanıklar Hayri’nin günlerce ağır işkencelerden geçirildiğini anlatır. Mahkemeler, tanıkların ifadelerini bile almaz.
Elmas Eren bir Cumartesi Annesi olur. Yıllar yılı oğlunu arayıp durur. Sadece bir mezarı olsun ister. Yıllarca hapishaneleri tek tek dolaşır. Fakat her seferinde olumsuz cevap alır. Kayıp oğlu için eve askerlik celbi, seçmen kâğıdı yollanır. Dahası Elmas Eren askerlik şubesinden çağrılır, “Sen doğurdun, nerede olduğunu da sen bilirsin,” denir. Devlet hem oğlunu alıp hem de acısının üstünden geçer defalarca.
Elmas Eren, tıpkı diğer Cumartesi Anneleri gibi, hiçbir zaman mücadelesinden vazgeçmez. Elmas Eren’in mücadelesi, Gorki’nin Ana romanındaki Pelage Ana’yı hatırlatıyor. Nasıl Pelage Ana, oğlu hapishaneye girdikten sonra onun mücadelesine ortak olduysa, Elmas Eren de kayıp oğlunu bulmak için vermiş aynı mücadeleyi.
Hayrettin Eren’in hâlâ bir mezarının olmadığını düşünürsek, Faruk Eren için bu kitabı yazma süreci epeyce zorlu olmuş olsa gerek. Geçmiş ve güzel günlere duyulan hasret, işkence, kayıp bir kuşak, kayıp bir devrim… Her şeyi yeniden yaşamış Faruk Eren. Kayıp Bir Devrimin Hikâyesi’ni bitirdiğinizde, yüreğinizde sönmeyen bir ateşle siz de bu hayatlara şahit olacaksınız. (EP/HK)
Künye:
Kayıp Bir Devrimin Hikâyesi: Bir Zamanlar Hasköy'de, Faruk Eren, İletişim, Mart 2019.