bu yazıyı okuduğunuz gün istanbul beyoğlu, galatasaray meydanı'nda "cumartesi anneleri/insanları" diye adlandırılan kayıp yakınları "400. kez" bir araya gelecekler ve sessizce oturup bir kez daha "gözaltında kaybedilen yakınlarını" düşünecek, onları kaybedenlerden hesap soracaklar.
ilk oturma emine ocak'ın oğlu hasan ocak'ın 21 Mart 1995'te gözaltına alınması ve 55 gün sonra işkenceyle öldürülmüş bedeninin kimsesizler mezarlığı'nda bulunmasıyla 27 Mayıs 1995'te başladı.
o tarihten beri arada bir kez kesintiye uğradıysa da her cumartesi saat 12.00 kayıp yakınlarının akıbetini sormak için galatasaray meydanındalar.
buluşma ve oturma eylemi sayısının "400"e ulaşması öncelikle belki bir ısrarı ve direnci gösterir.
ama bundan asıl "kayıplar"ın çok sayıda ve "kaybetme"nin de yaygın olduğu anlaşılmalı, düşünülmelidir.
kayıpların kesin sayısının bilinmemesi de bunu destekleyen bir unsur.
ölü bedenin yükü ve ağırlığı
Keçikeke çardeh salî, bi girî baz dide. Li ber te du cinaze, li ber lingén te. Bi gotiné we yek şehîd yek terorist.
(On dört yıl önce, on dört yaşında bir kız ağlayarak koşuyor. Önünde iki cenaze,
ayaklarının dibinde. Sizin söyleminizle biri şehit, diğeri terörist.)
bu ülkenin pek çok yerinde, sahipsiz ve kimliği belirsiz cesetler, ceset artıkları, iskelet parçaları var. son yıllarda daha çok olmak üzere bunlar ortaya çıkıyor, çıkarılıyor. ama bu durum onların sahiplenilmelerini, kimliklerinin ortaya çıkmasını sağlamıyor. onun için kayıp yakınları, anneler, eşler, çocuklar, kız kardeşler, halalar, teyzeler, nineler, anneanneler, babaanneler kaybedilmiş yakınlarını büyük bir umutla aramayı sürdürüyorlar.
ne yazık ki bu kaybetmelerin hepsi eski ve geçmişte yaşanmış olaylar değil. şimdi ve hâlâ bu gerçekliği yaşayanlar da var.
kaybedilenler birer insan. onların yakınları, arayanları da insan ve sayıları kayıplardan daha çok.
onlar "kaybını bulma ümidiyle", en azından o yakınına ne olduğunu bilme ümidiyle, belki de o kaybı için başına gideceği bir mezar taşı dikme umuduyla yaşıyorlar.
bazısı belki bu durumu başkalarına üçüncü kişilere bildirmekten bile korkuyor, çekiniyor.
ölüm bu gerçeği yaşayanlar için büyük bir yüktür aynı zamanda.
ama bu şekilde öldürülen birisi, bir kayıp, bir insan yalnızca onu taşıyana değil, tüm topluma bir yüktür de. üstelik ölü bedenlerin ağır olması gibi bu kayıplar da büyük bir "ağırlık" yaratırlar. çünkü onun bulunacağına dair umut onun ağırlaşmasını sağlar.
asıl yük ve ağırlık ise sahipsiz hatta ortada olmayan ölü bedenler için söz konusudur.
o ağır yükü, bulunup bir yere yerleştirene kadar tüm toplumlar belki de asırlar boyu sırtlarında taşırlar.
"antigone2012"
destar tiyatro tarafından geçen sezonun sonunda ilk kez sergilenen ve bu sezon başından beri de gösterimde olan "antigone2012" böyle bir ölüm yükünü, sophokles'in aynı adlı oyununa tersten bir gönderme yaparak gerçekleştiriyor.
oyunda bir kız kardeş, hasret, acı, intikam duygularıyla aradığı ağabeyinin kemiklerini bulmak, onu anne babasının ruhlarını rahata erdirmek için bir mezara koymak, başında ağlamak, yasını yaşamak istemektedir. kendine verdiği görev budur. artık bir çocuk değil, yetişkin bir kadın olarak, kadınlık güç ve olanaklarıyla ve kardeşinin kemiklerine ulaşabilme umuduyla geçmişte yaşadığı o günün bir tanığının peşine düşer ve onu bulup, ondan kardeşinin yerini sorar.
sevgili berfin zenderlioğlu'nun yazıp, sevgili mirza metin'le birlikte oynadığı bir saatlik bu oyunu izledikten sonra boğazımda bir yumrukla ve söz ettiğim o yükle bir kez daha yüklenerek çıktım şermola performans'ın küçük salonundan.
tiyatro her şeyden önce bir "metin"dir. bu oyunun metni de çok sağlam ve gerekli tüm unsurları içinde barındıran bir metin. bir oyun metnine yaşam veren onu gösteren oyunculuktur. anlatılanın sahiliğini ise ışık, dekor, kostüm vb. sahnelemenin diğer unsurları sağlar. bu oyunda bunların da hepsi eksiksiz var.
dolayısıyla o bir saatli süre içinde bir tekil olay özgülünde, o kocaman "gözaltında kaybetme/kaybedilme" olgusuyla yüz yüze geliniyor. üstelik bunu bir tekil olay çerçevesinde, tüm unsurları ve boyutlarıyla bir "insani" kimlik çerçevesinde yaşıyorsunuz.
sahnedeki kadın, erkek sizlerden birisi olabilir.
sahnede gösterilen an her an herhangi birimizin yaşadığı bir an olabilir.
o anın derinliğine doğru bir yolculuk yapıldığında oradaki kayıpların anımsanan ev anımsanmayanların, yaşamın ve varlığın odağına konulan düşüncelerin o insanlar ve izleyen olarak sizin için anlamı doğru olarak algılanabilir.
oyunda gösterilenleri anlayıp, oyunun sonunda hem sahnede, hem de oradan yola çıkarak kendi içinizde doğan bireysel ama aslında toplumsal çatışmanın bir tarafı olduğunuzda bu olgunun canalıcılığını bir kez fark ediyorsunuz.
o zaman 400. kez bir araya gelenlerin "siz hiç cumartesi annesi oldunuz mu?" sorusuna yanıt olarak "hayır" denilemeyeceğini görebilirsiniz.
400. haftada buluşmak
gözaltında kayıpların yükünü taşıyanların çoğalması yalnız o yükü hafifletmeyecek, taşıdığımız toplumsal yükü de azaltacaktır.
ancak o zaman berfin'in oynadığı içimizdeki kayıp yakınları biraz daha amaçlarına yaklaşabilirler.
öncelikle bugün saat 12.00'de kayıp yakınlarının akıbetini sormak için galatasaray meydanı'nda "failler belli, kayıplar nerede?" pankartı önünde birlikte buluşalım, sonrasında da eğer daha önce izlemediyseniz, ilk sahneleneceği seansta "antigone2012"yi izleyelim. (ms/hk)
* oyunun bağlantısı tıklayın