Kaybetmek insan için öyle temel bir şey ki çağlardır onunla uğraşır durumdayız. Ve doğaldır ki karşılaştığımız andan itibaren kaybetmenin yüküyle baş etmek için çeşitli mekanizmalar geliştiriyoruz. Sanat yapıyoruz örneğin, edebiyat ya da. Bir biçimde yaralarımızı iyileştirmeye çalışıyoruz. Kaybedişin hüznüyle yoğurduğumuz eserlerle yaşamı çekilir kılıyoruz.
“Kaybeden olma”nın oldukça büyük duygusal anlamları var öyleyse. Kaybediş öyküleri hep dokunuyor bize. Böyle dokunması hayatta her daim kazanan olmak mümkün olmadığındandır belki. Her canlı kaybetmeyi tatmıştır yani. İlk kardeşin doğumuyla anne babanın ilgisini kaybetmekten tutun, ebeveynlerden birinin ölümüne kadar, kazanılamayan sınavlar, terk edildiğimiz romantik ilişkiler, yaşadığımız maddi iflaslar, yitirdiğimiz hayvan dostlarımız… Her biri başka açılardan birer kaybetme hikayesidir.
Kaybetmenin bir kazanca dönüştürüldüğü yaşantılar yok mudur peki? Ya da insan kaybetmeyi nasıl olur da diğerlerine “satabileceği” bir özelliği haline getirip bundan kazanç sağlayabilir? Örneklerini sıkça yaşıyoruz esasında: Romantik ilişkilerde başarılı olamayan kişinin bunu bir yaşam felsefesiymişçesine diğerlerine sunarak popüler oluşu, zamanında kaybeden politikacının hem mağdur hem güçlü olma öyküsünü gözümüze sokarak kazanan pozisyona geçişi, maddi varlığını kaybeden sanatçının ekranlarda kendi hüzünlü hikayesini anlatarak sansasyon yaratması… Yani kaybetmiş olmanın pazarlanması ve bir biçimde çekici hale getirilerek kişinin ilgi toplaması. Ve daha da ilginci diğer insanlar tarafından bu duruma prim verilmesi. Kabul görmek ve takdir edilmek…
Kaybedene prim veren tarafta olan kişi açısından bakarsak; kendi yaşadığı maddi ya da manevi pek çok kaybın benzerlerinin başkasında da yaşanmasına şahit olmanın ve hatta onun kazanan tarafa geçişini izlemenin bir çeşit hazza yol açtığını söyleyebiliriz belki. Ötekine prim veriyor oluşunu bu ortak hüznün tanıdık gelmesi ve değerli bulunması olarak açıklayabiliriz hatta.
Fakat kaybetme şovu yapana geldiğimizde işler biraz değişiyor. Çünkü burada kaybetmeyi kabullenememe, ona dair olumsuz hisleri başka bir yerden telafi etmeye çalışmayı görüyoruz. Kaybedişini bir şov haline getiren ve bunun üzerinden diğerlerini kendine hayran bırakma kaygısı taşıyan kimse elbette kendiliğiyle arasına bir duvar örmüş oluyor. Zira kaybediyor olmayı “kullanarak” kazanıyor olmak kişinin bir ikilik yaşadığını gösteriyor: Kaybeden kendisi ve şov yapan kendisi arasındaki ikilik.
Hangisi gerçektir? Buradaki ayrışma belirginleştikçe birey kendinden uzaklaşır. Çünkü kaybettikleri üzerine çalışmak, onlarla ilgili derinlemesine bir düşünme sürecine girmek yerine kaybedişini farklı bir biçimde örtmeye, ötelemeye çalışmaktadır. Ve böylece başarılı olduğunu, diğerleri tarafından ilgiyle karşılandığını gördükçe gerçeklikle olan mesafesi açılır. Kaybediyor olmaktan korunmak isteyip bunu bir kazanca çevirdiğini zannederken, kaybedişe sırtını dönüp kaçmaktan başka bir şey yapmıyordur. Ve baş etmeye çalışırken girilen yanlış yollardan biridir bu kaçış. Çünkü er ya da geç, bir yerde söner kaybetme şöhreti. Etraftakiler sıkılır ya da ilk günkü etkiyi yaratmaz anlattıkları onlarda. Ve tepe taklak yuvarlanabilir gerçeklik çukuruna. Bu yuvarlanış yeni ve belki daha da derin bir kaybediş olarak yaşanır, yaşanması dışında bir alternatif yoktur.
Kaybedilenin ardından önemli bir kazanç elde etmek istiyorsak, onu nasıl deneyimlediğimize odaklanmak durumundayız. Kaybedişin insan olarak bizi birbirimize yaklaştırması kadar doğal bir şey olamaz. Ve fakat kaybetme şovu da bizi bir o kadar uzaklaştırır kendimizden. Zaman zaman düştüğümüz bu tuzaktan sıyrılmak için diğerleriyle kurduğumuz ilişkide ne kadar “gerçek” olabildiğimiz sorusuna odaklanmalıyız bana kalırsa. Birine yaralarımızı göstermek popülerlik ya da birliktelik sağlasa da, yaralarımızın sadece şov malzemesi olacak kadar kıymetsiz olmadığını hatırlamalıyız. Sırf ilgi elde etmek için gösterdiğimiz yaralar yalnızca tatmin olmayı bekleyen, “olmamış” taraflarımızı simgeler. Olan ve bizde vuku bulanlar içinse gösteri yapmaya değil içimizi izlemeye ihtiyacımız vardır. (BK/EA)