Chantal Akerman'ın anısına
Resmî azınlık fertleri iyi bilir, ana dillerinde ulu orta yüksek sesle konuşmazlar...
Adının "gâvur" adı olduğunu bilen çocuk mahallede isminin yüksek sesle telaffuz edilmesinden adeta utanır...
Ailece sokakta yürürken küçük kız bir münasebetsizlik edip Ladino konuşursa ebeveyn onu bir bakışla ikaz eder, anlamadıysa "Kes sesini" anlamındaki "Kayada!" uyarısıyla susturur…
Lozan koruması altında olmayan azınlıklar da bilir…
Süryanice, Kürtçe veya Boşnakça da bazılarının duymaktan hoşlanmadığı dillerdir…
Cumhuriyet tarihinin çeşitli dönemlerinde yürürlüğe konulan "Vatandaş Türkçe Konuş" kampanyası sırasında, Müslüman çoğunluktan olsalar da, mübadele ile Balkanlardan Türkiye'ye göç edenler bile ana dillerini kullanmama konusunda uyarılmıştır...
Yabancı düşmanlığından uzun yıllar boyunca sıyrılmayı başaran İtalyanların yerli versiyonu Levantenler de, Abdullah Öcalan Roma'da yakalanıp Türkiye'ye teslim edilmeyince yaşanan toplumsal histeri sırasında ana dillerini ortalıkta konuşmaktan imtina etmişler…
Akabinde AB'ye uyum yasalarıyla yaşanan demokratikleşme ve bilhassa azınlıklara yönelik açılımlar bir yana, Kürt meselesi konusunda çözüm sürecine girilmesiyle yeni bir dönemin başladığını sananlar oldu, ta ki günümüze gelene kadar…
Ladino
Osmanlı'nın bir zamanlar kucağını açtığı İspanyol Yahudileri Sefaradlar'ın konuştuğu Ladino veya diğer bir ifadeyle Judeo-Espanyol, Türkiye Cumhuriyeti'nin engin hoşgörüsüne rağmen yok olmak üzere.
Trakya olayları, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül 1955 progromu gibi şansız vakalar Rumlar ve Ermenilerle birlikte Yahudilerin de fazlasıyla azalmasına, asırlardır korudukları dillerinin yavaş yavaş yok olmasına sebep olmuş.
Yönetmenliği ve senaryosu Rita Ender, montaj ve çekimleri Yorgo Demir tarafından gerçekleştirilen Son Sözcükler (Las Ultimas Palavras) adlı belgesel, yaşları 25 ile 35 arasında değişen, İstanbul, İzmir ve Bursalı Yahudi gençlerle yapılmış röportajlardan oluşuyor.
Özellikle büyükanne ve büyükbabalarından duymaya alışkın oldukları Ladino yeni nesil için birkaç kelimeden ibaret gibi görünüyor. Gizli mesajlar vermek, aralarında şakalaşmak için loko, lonso veya lonsiko (deli, ayı, ayıcık) gibi kelimeler halen kullanılıyor; ninelerinden hatırladıkları Atyo Santo (Eyvah veya Aman Allahım) nidasıyla şaşkınlığını ifade edenler bile var. Fakat bir zamanların romantik mektuplarında kullanılan Mi alma (ruhum) veya Mi kerida (sevdiceğim) gibi ifadeler unutulmaya mahkûm gibi görünüyor.
Geleneklere özel bir bağlılığı olmayanların bundan sonra gelenlere nakledemeyeceği Sefarad kültürünün hazineleri neyse ki şarkılarda ve mutfakta nispeten daha canlı.
Bazı gençler ise Türkçe'nin artık ana dilleri olarak kabul edilmesinden yana; bunu 500 seneyi aşkın bir süredir Anadolu kültürüyle iç içe yaşamanın doğal bir sonucu olarak görüyorlar.
Belgeselde söyleşi yapılanlardan biri Ladino konusunda biraz daha acımasız bir tavır sergiliyor. Latince gibi miyadını çoktan doldurmuş bir dil olduğunu, Judeo-Espanyol'u tekrar diriltmenin fazlasıyla nostaljik ve romantik olduğunu ifade ediyor.
Oysa Cervantes'in şaheseri Don Kişot'un dünyadaki en yetkin çevirilerinden biri olarak, çağlar öncesinin orijinal dilinden Türkçe'ye kazandırılan son versiyonu, Sefarad kültürünün dili Ladino'nun günümüze kadar yaşaması sayesinde ortaya çıkmadı mı?
Ya engizisyon yüzünden kovulan Yahudiler'e günümüzde vatandaşlık vermek isteyen İspanya'nın başvuru yapanları, Ladinolarını bile unutmuşken İspanyolca sınavına tabi tutmak istemesine ne demeli, ama meselemiz bu değil tabii…
Belgeselde ifade edildiği gibi, Türkiye'nin ana dilleri koruyan uluslararası sözleşmelere taraf olmaması azınlık haklarına yönelik hukuki bir boşluk oluşturdukça kaybolacak daha çok şey var gibi gözüküyor.
Las Ultimas Palavras mütevazı bir dille, duygusallığa yer vermeden derdini kısaca anlatıyor; İstanbul Türkçesinin bile gittikçe daha az duyulduğu memleketin hafızasına bir çentik atıyor, ilgililerine duyurulur… (MT/ÇT)