* Fotoğraflar: IMDB.
Koku hafızası, sevdiğimiz birinin kokusunu bir yere hapsetme veya onun kokusunu bir küçük bir şişede muhafaza etme isteği. Kokusuyla hafızamızda kalıcı bir yer edinen; ancak uzun zamandır kokusunu duymadığımız birini bir tek anda hatırlamamız.
Léa Mysius, ikinci uzun metrajı "Beş Şeytan" (Les cinq diables, 2022) tüm bu arzulardan yola çıkarak kendine bir hikâye kuruyor. Üstelik aile kavramına son derece farklı bir açıdan bakan ve bu kavramı eğip bükerek queer bir perspektife yerleştiren bir hikâye.
Mysius, 2017 yılında, yönetmenliğini ve senaristliğini üstlendiği ilk uzun metrajlı filmi "Ava" ile dikkatleri üzerine çekti. Film, güneş ışığına aşırı duyarlı bir genç kız Ava'nın hikâyesini anlatıyordu. "Ava" eleştirmenlerden olumlu eleştiriler alarak ve birçok ödül kazanarak uluslararası alanda pek çok başarı elde etti.
"Beş Şeytan" filminin başrolünde "Mavi En Sıcak Renktir" (Blue Is the Warmest Color) filmiyle daha çok tanınan Adèle Exarchopoulos (Joanne) var. Üstelik bu kez büyüleyici bir rolde. Exarchopoulos, bir anneyi canlandırıyor filmde; ancak toplumsal cinsiyet normlarının hayli dışında kalan bir anne. Biraz da yalnız, hatta evli olmasına rağmen bence bekâr bir anne. Kızı Vicky (Sally Dramé) ile kurduğu ilişki de bunun güçlü bir yansıması.
Vicky, koku duyusu son derece gelişmiş bir çocuk. Küçük kavanozlara insanların kokusunu dolduruyor. En çok da annesinin kokusunu: Anne 1, Anne 2, Anne 3... Kavanozların üzerinde bu etiketler var.
Queer Palm adaylığı
2022 Cannes Film Festivali'nde "Queer Palm" için yarışan filmde, çekirdek bir ailenin dışarıdan bir etkiyle bozulduğu sanılan; ama zaten var olmayan düzeni anlatılıyor. Dışarıdan etki ise ailede baba rolünü üstlenen Jimmy'nin (Moustapha Mbengue) kız kardeşi Julia'nın (Swala Emati) eve girmesi.
Irkçılığın da yan temalardan biri olduğu filmde, Julia üzerinden toplumdaki yerleşik algıya yönelik bir siyah portresi çiziliyor. Başlangıçta alkol, ilaç ya da uyuşturucu bağımlısı olduğunu düşündüğümüz ve bize "kötü" görünen bu figür, esasen evde en kuytu köşeye yerleştirilmiş eski bir dolabın kapaklarını açıyor.
Julia'nın eve gelişi başta en çok Vicky ve Joanne'ı rahatsız ediyor. Ancak bu tedirginlik çok kısa sürüyor, çünkü Vicky'nin kavanozları aracılığıyla kısmen fantastik bir şekilde geçmişe doğru ilerlemeye başlıyoruz. Bu yolculukta annesi Joanne'ın ilk gençlik sancılarına, Julia'nın hikâyesine ve ayrı ayrı Joanne ile Julia'nın geçmişine tanıklık ediyoruz. Vicky bu anlara kokular yardımıyla, kelimenin tam anlamıyla "kendisinden geçerek" ulaşıyor. Fakat bir noktadan sonra geçmiş ile şimdi arasındaki ayrım da silikleşiyor.
İki küçük siyah kız çocuğu
Artık queer bir aşka tanıklık ettiğimiz filmde, ekseriyetle farklı bir pencere açılıyor. Örneğin geçmişe yapılan yolculuklarda Vicky'yi sadece Julia görüyor ve tüm kriz anları bu karşılaşmalarda patlak veriyor. Julia'nın işlediği en büyük kabahatlerden biri, yine Vicky'yi gördüğü esnada oluyor. Yönetmen Mysius, filmde bunun tam bir yanıtını vermese de Vicky bir nevi Julia'nın çocukluğu gibi de konumlanabiliyor.
İki küçük siyah kız çocuğu, benzer ırkçılık ve ötekileştirme sarmalına takılıyor. Okul arkadaşlarının sürekli "çirkin" olduğu gerekçesiyle zorbalığına maruz kalan Vicky, belki de bu yüzden bir müddet sonra halası Julia ile ortaklık kurmaya başlıyor. Ya da annesinin onu Julia'dan daha çok sevdiğini ve Julia'nın kendisi için bir tehdit olmadığını anladığında. Çünkü Vicky'nin tek derdi, annesinin onu ne kadar çok sevdiği.
İçimizdeki ateş
Filmi Vicky'nin gözünden izlesek de asıl hikâye bana göre Joanne üzerinden ilerliyor. Filmin başından itibaren kötü bir evliliğin içine düştüğümüzü ve buna tanıklık edeceğimizi anlasak da Joanne'ın öyküsü açıldıkça daha üzücü ve daha etkileyici bir hâl alıyor. Muhtemelen sevmediği bir erkekle, hangi zaman ve bağlamda ve neden evlendiğini asla anlayamıyoruz.
Hep birlikte mutsuz bir evliliğe hapsolduğumuzu televizyon karşısında geçirilen uzun sessizliklerden, hiçbir şekilde ve zamanda Joanne ve Jimmy'nin sevişmeyişinden ve birbirlerine duymadıkları güvenden anlıyoruz.
Film, iri ve siyah gözler aracılığıyla bizi uzun bir yolculuğa çıkarıyor ve bu yol büyük taşlarla dolu. Ancak kurguyu bir intikam ya da kötü bir hesaplaşma örgüsüne hapsetmiyor. Joanne'ın yüzdüğü buz gibi göl değil, filmin finali söndürüyor içimizdeki ateşi. Muhteşem müziklerle bu yolculuğa devam etmek de cabası.
Film, şu sıralar MUBI Türkiye'de izlenebilir.
(TY)