Bu ülkede belki de en zor şeylerden biri hatırlamak. Resmî tarihi, yani egemen olanın, egemenliğin tarihini değil; ezilenlerin, türlü gaddarlığın ve barbarlığın kibirli bir desiseyle paspas altı ettiği o tarihi hatırlamak. Ancak Türkiye burası: kaderin cilvesi çoğunlukla tarihin cilvesi olarak tezahür ediyor. Dün Roboski'de, hani dört yıl önce 34 (otuz dört) insanın, çoluk çocuk, devletle itilaf etmediği için canlarının alındığı o "uzak" köyde 78 (yetmiş sekiz) katırın itlaf edilmeye başlandığına şahit oluyoruz.
Ümit Kıvanç, Radikal'de yayımlanan "Kürdün Katırı" başlıklı, her satırıyla insanın içini titreten nadide bir yazı kaleme aldı. Kıvanç'ın yazısında ön plana çıkardığı hususun kaba hatlarıyla Batı cephesinde, sosyal hassasiyeti ekseriyetle hayvan haklarıyla kısıtlı olan bir takım insanların, dünkü katliam karşısında takındıkları ikiyüzlü sessizlik ve kayıtsızlık olduğunu görüyoruz. Her ne kadar bu ikiyüzlülük mide bulandırıcı olsa da, sormak istiyorum: Şaşırdık mı?
Şaşırdık mı… Çünkü günümüzde sözde hayvan hakları savunuculuğu tamamen soyut bir düzlemde, siyasi bir zeminden yoksun, hayırseverlik ve sevgi gibi objektif bir dayanağı olmayan bir takım değerlere eklemlenmiş bir şekilde cereyan ediyor. Sosyal medyada yankı bulan ve paylaşılan görseller dahi şehirleşmiş insanların şehirleşmiş hayvanlarından ibaret. Kurtarılan hayvanların mucizevi dönüş hikayeleri… Ölümün pençesinden çekilip kurtarılan; insanın o muhteşem yardımseverliğinden nemalanmış zavallı yaratıkların bir günde tüketilen "epopeleri"... Hayvanlar; günümüz insanının iflah olmaz narsisizmine ayna oldukları derecede kıymetli, insan oldukları derecede "hayvan", hayatın "boğucu havasından" bir nebze uzaklaştırdıkları ölçüde yakın.
Zamanında Charles Baudelaire şöyle betimlemişti kedileri: Onlar karanlığın sessizliğini ve dehşetini ararlar (Ils cherchent le silence et l'horreur des ténèbres). 19. yüzyıl burjuvasının içindeki zımni yıkıcılığa, statükoya olan başkaldırı potansiyeline göndermede bulunuyordu bu ifadeler.
Şimdiki kediler de bir garip: Onlar da baş eğdiler şehirli sahipleri gibi. Ve kediler uyudukça, sahipleri ve velileri de yıllardır içinde oldukları bir rüyanın debdebesiyle, marşlarıyla, alaylarıyla, törenleriyle, ihtişamlı destanlarıyla, kibirli paşalarıyla kendilerinden geçiyorlar. Katır da neymiş kuzum? Pek "muteber" bir simanın ifadesiyle, devlet ile kaçakçıdan olma; ne idüğü belirsiz; hayal gücünün ve coğrafyanın periferisinde soysuz, neslini bilmeyen, bir o tarafa bir bu tarafa gidip gelen bir "şeydir" işte bu katır.
Morfoloji
İl Tarım Müdürlüğünün, katırların "orijinlerinin" belli olmaması ve ülkemizin "morfolojik" özelliklerini taşımaması olarak gösterdiği yasal gerekçe ise apaçık "minareyi çalan kılıfını hazırlar" sözünü akıllara düşürüyor. Emek mücadelesinin en çetin şartlarda yapıldığı bu coğrafyada yüzyıllardır aynı rotada mekik dokuyan, yerli halkın en büyük yardımcısı ve arkadaşı olan bu hayvanların "morfolojik" nedenlerle imha edilmesi, "sosyolojik" ve "sosyo-psikolojik" açıdan devlet bürokrasinin bölgede yaşadığı iflası sergiler durumda. İşlerine geldiğinde Lozan Antlaşması'nın öngördüğü yapay sınırları, tarihsel ve coğrafi ortak geçmiş gibi neo-emperyalist motiflere dayanarak eleştirilenler, işlerine geldiğinde uluslararası antlaşmalarla belirlenmiş beşeri sınırları, biyocoğrafi değerlendirmelerin merkezine alıyor.
Buna neden olarak otuz yıllık savaş süresince bölgedeki tüm devlet birimlerinin, orduyla eş güdümlü çalışmak zorunda bırakılması ve nihayetinde askerîleşme (militarization) sorunsalıyla karşı karşıya kalması gösterilebilir. Buna ek olarak mezkur katliam, ulusal boyuttaki tehlikelere işaret etmesi açısından da önem arz ediyor. Öyle ki geçen haftalarda Eskişehir'de Erinç Pütün'ün sokak köpekleri tarafından öldürüldüğü iddiası sonrasında konu, Türkiye'deki "başıboş köpekler" sorununa indirgendi; KTÜ Yaban Hayatı Ekolojisi ve Yönetimi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Şağdan Başkaya, tüm Türkiye'nin gözü önünde, canlı yayında, bir ulusal eylem planının hazırlanmasından, sorunun "kökten" çözümüne katkıda bulunacağını ima ettiği toplu itlaflardan soğukkanlılıkla bahsedebildi. (Dört yıl önce İspir'de gerçekleşen ayı saldırılarından sonra "katil ayıların" öldürülmeleri gerektiğini bildiren de aynı zat-ı muhteremdi). Oysa yeni bilgiler Erinç Pütün'ün naaşının klasik otopsiye gerek duyulmadan ailesine teslim edildiğini ortaya koyuyor, iddialar hakkındaki şüpheleri kuvvetlendiriyor.
Ölürken
Neden katırlar, ayılar, "başıboş" köpekler? İtlaf edilebilecek olan hayvanı diğer hayvanlardan ayrıştırmaya yarayan alameti farikanın teorik açından tespit ve analizi, bu kararı veren ve uygulayan odakların pratik açıdan siyasi bir karar aldıklarını ifşa edecek önemli bir başlangıç noktasını oluşturuyor.
Yazımın başında altını çizdiğim, hayvan hakları mücadelesinin hayırseverlik ve sevgi gibi boş gösterenlerden (empty signifier) kurtularak LGBTİ, azınlık hakları, emek sorunları, temel hak ve hürriyetler gibi dolaysız yoldan devleti ve devlet ideolojisini karşısına alan bir cephede konumlandırılması, yani idari ve mahalli düzeyde süregelen mücadelenin ulusal ve uluslararası bir nitelikle taçlandırılması gerekiyor.
Bu minvalde Veli Encü'nün 20 Mart günü Uludere halkının protesto eylemlerinde fotoğrafladığı anların dehşetengiz güzellikte olduğunu düşünüyorum: İnsanıyla, katırıyla, eşeğiyle devlet tarafından hakir görülen varlıkların mahşer alanında toplanmışçasına beraber beklemesi, sesini yükseltmesi, sanat ve edebiyat tarihinin her alanında hissedilen ütopik bir imgenin somutlaşmasını, insanın ve hayvanın baskıya ve güce karşı bir araya gelmesini akıllara getirmiyor mu?
Katırlar ölürken vücutlarında sadece barbar bir dünyanın emaresi olan kurşunları değil, aynı zamanda doğdukları andan itibaren içine hapsoldukları yeğin hayatın ve köleliğin yıpratıcı izlerini de bırakarak gidiyorlar. Nereye gidiyorlar? Cennet demek geliyor insanın içinden, yeniden çocuk olmak isteyerek - adaletsizliğe dayanmak güç çünkü.
William Wordsworth'un Peter Bell adlı şiirindeki gibi bir sahne beliriyor insanın zihninde. Savaş nedir bilmeyen çocukların; emeğin pençesinden kurtulmuş hayvanların bir arada yaşadığı:
Hop diye fırlıyor uysal bir eşeğin yanına
Sarılıp boynuna tırmanıyor usulca
Konuşuyor onunla şefkatle
Öpüyor, yüzünü ve ayaklarını
Öpüyor onu, öpüyor binlerce defa. (*) (BY/ÇT)
(*) Forth to the gentle Ass he springs /And up about his neck he climbs /In loving words he talks to him /He kisses, kisses face and limb, /He kisses him a thousand times. William Wordsworth, "Peter Bell," The Poetical Works of William Wordsworth [Vol. II] içinde (New York: George Bell & Sons, 1892), ss. 219-258. Bkz. s. 257.