İstanbul'da çok sayıda kavşağın toplu temel atma ve açılış töreninde bir konuşma yapan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan eleştirilere çok sert tepki göstermiş. Karayolu tünellerini eleştiren uzmanlara "ali kıran, baş kesen misiniz" diye sitem etmiş. Tünellerin İstanbul'un trafiğine çözüm olmayacağına işaret eden uzmanlara "koskoca belediyeler bu işi bilmiyor da, siz mi biliyorsunuz" diye sormuş.
Bu soruya bir cevap vermek gerekirse, evet. Belediyeler ve hükümetler uzmanları ve halkı kararlara nasıl katacaklarını bilmiyorlar. Öngörülen katılım modeli tamamen yanlış. Kent yönetimleri uzmanları yanlış yerde tartışmaya katıyorlar.
Uzmanların uygulama safhasında kararlara katılımını öngörüyorlar. Projeler oluştuktan ve ihale kararları verildikten sonra profesyoneller projeleri tartışmaya çalışıyorlar. Bu nedenle yaşadığımız sorunların anlaşılması için ilk önce hemfikir olmamız gereken konu şu:
Böyle bir yöntemle katılım ve profesyonellik olmaz. Bu nedenle Başbakan'dan getirilen eleştirilere kızmak yerine başka bir şey yapmasını, uygulanan yöntemleri gözden geçirmesini istemeliyiz. Proje uygulama aşaması koordinasyon gerektirir, işbirliği gerektirir. Tartışmalar, yeni fikirler uygulama aşamasında değil, karar aşamasında olmalıdır. Demokratik ülkelerde kararların farklı kamu yararı kavramlarını temsil eden görüşlere açık olması beklenir.
Bu amaçla, görevlerinin bir gereği olarak, kamu yönetimleri düşünce geliştirmeyi teşvik edecek yöntemler uygular. Çünkü kamu fikri bu farklı görüşlerin, fikirlerin tartışılması ile gerçekleşir. Demokratik ülkelerde eleştiriler kamusal nitelikli kararların yalnızca tartışılabilir olduğunu gösterir.
Karar süreçlerinin aydınlatılması seçme ve seçilme hakkı kadar önemli
Şimdi gelelim yöntem meselesine: Siyasetçilerin mantığına göre onlar halkı temsil ediyorlar. Proje, plan gibi ihtiyaçları da teknik bir işlev yerine getiren plancılar, mimarlar, mühendisler tamamlıyorlar. Onlar için sorun bundan ibaret.
Oysa siyasal kararların oluşumunda kamu yöneticilerinin planlı, programlı hareket etmesi tıpkı "seçme ve seçilme hakkı"nın gözetilmesi kadar önemli bir kamusal sorumluluk. Ancak bu sorumluluk elbette ki yalnızca siyasetçilere ait değil.
Uzmanlık eğitiminin de bireylere bu sorumluluğu kazandırması gerekli. Örneğin yıllardır kent planlama konusunun teknik bir konu olduğunu söyleyen, kenti insanlarından arındırılmış bir eşya gibi gören (ve her dönem iktidar etrafında öbeklenen) uzmanlar topluluğu da aynı anlayışı sergilemiyorlar mı? Onlar için de yalnızca "doğrular" ve "yanlışlar" yok mu?.
Örneğin belediyenin İstanbul'u sözde planlamak için kurduğu Metropoliten Planlama Merkezi yöneticileri "sürekli planlamanın teknik bir konu olduğunu ve kendi işlevlerinin siyasetçilere öneriler getirmekle sınırlı olduğunu" ifade etmiyorlar mı? Siyasetçilerin plan, proje gibi konuları algılayışı ile bu kamusal işlevleri teknik bir konu olarak göstermeye çalışan yaklaşımı sonuçta tam bir çakışma halinde. Bu durumda halkı kim bilgilendirecek? Farklı kamu yararı kavramlarını savunan gruplar arasında kamu otoritesi nasıl bir rol izleyecek? Kente dair dışlayıcı olmayan politikalar nasıl üretilecek? Sorunlardan beslenenlerin kararları etkilemesi, kentlilerin karar süreçlerinden dışlanması nasıl engellenecek?
Sonuçta üniversiteleri de patronaj sisteminin içine sokmaya çalışan resmi planlama anlayışı, uzmanların da bir çıkar grubu gibi bilim adı altında kendi çıkarlarını temsil etmesine yol açıyor. Profesyonel enerjiyi, halkı dışlıyor. Kente dair politikaların üretilmesini engelliyor.
Sonuçta denebilir ki bugün kent yönetimlerinin çöp toplaması ile plan ve proje gibi hizmetleri yerine getirmesi açısından büyük bir benzerlik var. Her ikisi de aynı yöntemlerle toplanarak kamu sahasından uzaklaştırılıyor.
Sorunun bir politika geliştirme konusu olduğunu nasıl söyleyebiliriz?
Bu durumda Başbakan "insanımıza otomobil almayın, yol bitti mi diyelim" diye soruyor. Dikkat ederseniz Başbakan'ın tepkisi geçmişte planlamayı savunan uzmanlara karşı popülist siyasetçilerin gösterdikleri kalıplaşmış karşı duruştan hiç de farklı değil.
Hala kavşaklarla, tünellerle, köprülerle İstanbul'un ulaşım sorunun çözüleceğini düşünüyor. Demek ki sorunun bir politika geliştirme sorunu olduğunu birilerinin hatırlatması gerekiyor. Bunun için ne yapabiliriz? İlk önce her gün saatlerini kuyruklarda, direksiyon başında, trafikte kaybeden, işkence yaşayan İstanbullulara seslenmeliyiz.
Kararların öznesi İstanbullular olmalı. İstanbulluların öznesi olmadığı hiçbir karar sorunu çözemez. Bu nedenle kentlileri sorunların ve çözümlerin öznesi olarak gören çağdaş bir kent yönetimi uygulamasını talep etmeliyiz.
Ulaşım üzerinde, kentliler adına söz sahibi olması gereken belediyelerin de sorunu artık dar bir perspektiften görmekten vazgeçmesini istemeliyiz. Profesyonellerin, uzmanların siyasetçilerin, çıkar gruplarının güdümünde değil, bağımsız olarak konuları araştırmalarını, halkı bilgilendirmelerini ve yöneticilerin, yani halkın temsilcilerinin demokratik bir ortamda karar vermesi gerektiğini dile getirmeliyiz.
Kent yönetimlerinin kararlara yalnızca sorundan beslenenleri değil, kentlileri katmasını, kamusal sorumluluklarını yerine getirmesini istemeliyiz. Yalnızca hizmet üreticilerinin değil, hizmet kullanıcılarının kararlara katılmasını talep etmeliyiz. Belediye şirketlerinin kamusal ulaşım sistemini yönlendiremeyeceğini, kamusal nitelikli kararlar üretemeyeceğini hatırlatmalıyız.
İşte o zaman kurallı ve medeni bir kentte yaşamak için gerçekten bir adım atmış oluruz.(KG/KÖ)