“Masallar çocuklar için ne kadar önemlidir?” sorusu dolanınca ortalıkta aklıma ilk, Alberto Godenzi’nin¹ cinsel şiddetle ilgili yapmış olduğu araştırmadaki bulgulardan biri gelir: “Kadınlar gizliden gizliye kendilerine tecavüz edilmesini ister.” Bu düşünce erkeklerin beyninde nasıl yer etmiştir? “Birçok kitap ve film kadının ilk baştaki karşı koyuşunun nasıl birden bire zevke dönüştüğünü gösterir. ” (s. 116) Tecavüz mitleri başta olmak üzere kadına yönelik birçok olumsuz mitin kökenlerini masum gibi görülen masallarda bulabiliriz. Baştaki sorunun cevabını bulmak için tuttuğum yol size abartılı geldiyse, herhangi bir masalı kazıyarak okuyun biraz, aynı noktada buluşacağımızı görürsünüz.
Masalların hepsini ortadan kaldırmak çözüm olabilir mi, bu durumda? Belki. Ama masalların yapısını alt üst edip toplumsal cinsiyete duyarlı iletilerle yeniden inşa etmek çözüm olabilir. Melek Özlem Sezer² bu eylemi, “Karşı Masal” kavramıyla tanımlıyor. Ve Karşı Masal’ı, genellikle toplumsal cinsiyet rolleri üzerine odaklanmasıyla, kemikleşmiş yapıyı yıkma ve okuyucuyu eski metne yabancılaştırarak iletilerini sorgulamasını amaçlandığını belirtiyor.
Karşı Masal kavramına uyan bir eser ararken “Siyah Pelerinli Kız”la karşılaştım. Pınar Selek tarafından yazılan bu eser, 2009 yılında Şahmaran Kadın Dayanışma ve Araştırma Merkezi tarafından basılan on üç kitaplık Şahmaran Çocuk Dizisi’nden çıkmış.
Masalımızdaki olaylar Midye Adası’nda yaşanıyor. Adada her şeyin güllük gülistanlık olmasını engelleyen tek bir şey vardır: Kara Peçeli Cadı. Hepimizin bildiği bir cadıdır, bu cadı. “Anlatıldığına göre yerin yedi kat dibinden geliyormuş. Karanlıklar ülkesinden. Dişleri simsiyah, tırnakları birer metreymiş… İnsanları mutsuz etmekmiş amacı.” (s. 8-9)
Neden tüm cadılar kadındır? Neden çirkindirler? Neden bilindik yerlerden uzakta, ulaşılmayacak yerlerde yaşarlar?
Buraya kadar masalımızın kurgusu bilindiktir. Geleneksel değerlere uymayan kadınlar cadılaştırılmış, cadılaştırılan kadınlar yerin yedi kat dibinde yaşatılarak diğer kadılardan yalıtılmıştır. Fakat bir sorun vardır. Kara Peçeli Cadı, damatlara saldırmaktadır. Masalın düğüm noktasıdır burası. Masallarda genellikle prens olan damatlar güçlüdürler. Gelinlerine ulaşmak için kötü cadıları yenerler, ejderhaları alt ederler, Kaf Dağı’ndaki tehlike ve gizemlerle dolu yolları cesaretleriyle aşarlar… Fakat bu masalda damatlar, Kara Peçeli Cadı’dan bir güzel dayak yiyip âcizleştirilmiş. Damatlar, düğün günü gelinlerin karşısına gözleri mor çıkarlar. Böylece, bilindik düğün imgesi de alt üst olur.
Masalın kahramanı küçük kız Yosun’un da evlenmek üzere olan ağabeyi, Kara Peçeli Cadı’dan dayak yer. “Ağabeyim evde yalnızmış. Tam çıkmaya hazırlanıyormuş ki birden cadı çıkmış karşısına. Hiçbir şey söylemeden süpürgesine sarılmış… Vurmuş, vurmuş…” (s. 10)
Ağabeyinin dayak yemesi küçük kız Yosun’un kafasında bir soru oluşmasına sebep olur: Kara Peçeli Cadı neden damatları dövmektedir?
Küçük kız Yosun, kafasındaki soruya cevap bulmak için Kara Peçeli Cadı’yı aramaya karar verir. İlk başta, okul çıkışlarında oyun oynama bahanesiyle arkadaşlarıyla birlikte başlar cadı arama işine. Ancak; “Arkadaşlarımın bu arama işinden sıkıldıkları belliydi. İlk başta macera gibi geliyor, herkes heyecanlanıyordu, ama zaman geçtikçe hevesleri kaçtı. Kimileri ise korkuyordu. Tabii evdekiler, bir zaman sonra, bizim Cadı’yı aradığımızı anlamışlardı. Bu yüzden korkunç hikâyeler anlatıyorlardı ve rahat rahat dolaşmamamıza izin vermiyorlardı.” (s. 14) Küçük kız Yosun, Cadı arama işinde yalnız kalır. Kararlıdır ama. Cadı aranır aranmasına da, cadı arayanlar (avcıları) erkeklerdir genellikle. Küçük kız Yosun’un ailesi kızlarının başını alıp gitmesine kızarlar. Onu bu işten vazgeçirmek için ellerinden geleni yaparlar. “Ne o öyle oğlan çocuğu gibi…” (s. 15) söylemiyle de Küçük kız Yosun’a cinsiyetinin gerektirdiği roller hatırlatılır.
“Kâbus görmekten hayal kuramaz olmuştuk.” (s. 18) söylemiyle küçük kız Yosun korku üzerine kurulu geleneksel düzene başkaldırır ve hayal kurmasının önündeki gerçekliği aramak için tek başına yola düşer. Yolu da dönüp dolaşıp ormana düşer. Orman, kadınların uzak durması gereken, kadınlar için korku ve bilinmezlik imgesine dönüşmüş bir yerdir. (Kurtlarla Koşan Kadınlar, Clarissa P. Estes) Aynı zamanda orman, korkusunu yenip ormana adım atan ve ormanla bütünleşen kadının güçlenip çıktığı bir yerdir. Küçük kız Yosun da içindeki sesi dinleyip ormana girmeye cesaret eder. Ormanda gezerken akşam olmuştur. Korkuyla meşe ağacın gövdesine yaslanır. Bu andan itibaren masal başka bir seyir izler. İkinci alt üstün başlangıcıdır bu an. Meşe konuşur. Korkuyla gövdesine yaslanan küçük kız Yosun’u sakinleştirir. Meşe, küçük kız Yosun’un ormana neden geldiğini bilmektedir. Cadıyı arama amacını sorar meşe. Küçük kız Yosun’un amacı, cadıdan intikam almak değil, gerçeği öğrenmektir. Meşe, küçük kız Yosun’un ataerkilliğin dayanaklarından biri olan intikamla değil, gerçeği öğrenme amacıyla hareket ettiğine güvenince ona, Cadı’yı nerede bulabileceğini söyler.
Küçük kız Yosun, cadıyı gördüğünde masalda başka bir alt üst daha yaşanır. “Bu cadı çok gençti… Upuzun, simsiyah saçları vardı. Nasıl da parlak… Cadı ellerinde süpürge değil, bir bebek tutuyordu! Üstelik bebeği öpüyor, okşuyor, seviyordu!.../ Birdenbire, siyah saçlarının arasında başka türlü bir parlaklık gördüm. Tam sırtının üstünde… Toka değildi bunlar. Süs de değil… Bıçaktı. ” (s. 25-26-27)
Küçük kız Yosun’un gördüğü cadı, bilindik cadı imgesine uymaz. Gördüğü cadının upuzun siyah saçları, bebeği ve sırtına saplanmış iki bıçağı vardır. Bu cadı kimdir? Meşe gerçeği anlatmaya başlar. Yıllar önce adada yaşamış genç bir kızdır, cadı sanılan. Saçlarının siyahlığından ve uzunluğundan dolayı ada halkı tarafından ona, Siyah Pelerinli Kız denilmiş. Yoksul, dokuz çocuklu bir balıkçı ailesinin çocuğudur. Annesi, son kardeşini doğururken ölmüş. Siyah Pelerinli Kız, babası gibi yoksul bir balıkçıyı sevmiş. Ancak babası, onu sevdiğiyle değil zengin bir arazi sahibiyle zorla evlendirmiş. Sevdiği adama kavuşamayan Siyah Pelerinli Kız mutsuzluktan içine kapanmış. Bir gün kendini deniz kenarında bulmuş ve deniz kıyısında gördüğü kayıklara el sallayarak sevdiği adama sesini ulaştırmaya çalışmış. Bunu duyan kocası öfkelenmiş. Siyah Pelerinli Kız’ı sırtından bıçaklamış. Öldüğünü sanarak onu ormana doğru sürüklemiş ve üzerine biraz toprak atarak onu ormanda öylece bırakmış.
Meşenin buraya kadar anlattığı ataerkil namus anlayışıyla örtüşür. Meşe ağacının bundan sonraki vereceği bilgiler ve masalın geriye kalan kurgusu, ataerkil namus anlayışını sorgulatacak ve alt üst edecek niteliktedir.
Siyah Pelerinli Kız, orman perisi tarafından bulunur ve iyileştirilir. Orman perisinin yaptığı büyü sayesinde Siyah Pelerinli Kız halime kalır. Bebeğini doğurur. Lâkin sırtındaki bıçaklar yüzünden bebeğini emziremez. Bıçaklar sütünün akmasına engeldir. Kendisi de bebeği de yaş almaz; büyümezler. Bebeğini emzirememek ve bıçakların acısı Siyah Pelerinli Kız’ı öfkelendirir. Bu öfkedir, damatlara saldırmasına sebep olan. Gelinlerin kendisiyle aynı kaderi paylaşmasını istemez Siyah Pelerinli Kız, ama bunu öfkeyle yapmaktadır. Öfkesidir onu ayakta tutan, aynı zamanda acısını perçinleştiren. Her büyünün, büyüyü tersine döndürecek anti-büyüsü vardır. Orman perisi söylemiştir bunu. Güvene dayalı insan sevgisi gerekmektedir büyünün bozulabilmesi için. Ama bu sevgi bilindik sevgiden farklıdır. İçeriğinde, kadına yönelik geleneksel şiddetin nedenlerinin anlaşılması ve mağdur edilenle dayanışma vardır.
Küçük kız Yosun, Siyah Pelerinli Kız’ın sırtındaki bıçakları çıkartabilmiş midir? Siyah Pelerinli Kız, öfkesini yenip özgürleşebilmiş midir?
Yukarıdaki soruların cevapları masalımızın sonunu oluşturmaktadır. Evet, masalımız mutlu sonla bitiyor, ama bilindik bir mutlu sonla değil. Orman perisinin yaptığı büyüyü bozacak anti-büyünün gereklerinin gerçekleştirilmesiyle ulaşılan bir mutlu sondur, bu mutlu son.
Karşı masalların çoğalması umudumla. Umarım çocuklarımız, Pınar Selek’in yazdığı Siyah Pelerinli Kız eseriyle buluşabilirler. Keyifli okumalar. (ED/HK)
* Künye: Pınar Selek, "Siyah Pelerinli Kız", Şahmaran Kadın Dayanışma ve Araştırma Yayınları