Herhangi bir ülkede bir darbe girişimi durup dururken, o ülke “olağan” denebilecek siyasal koşullarda yaşarken ortaya çıkmaz, mutlaka şu veya bu biçimde “olağandışı” ortam ve koşullar vardır ki darbe yapmaya kalkışanlar buna dayanarak destek bulacaklarını umar ve harekete geçerler.
Nitekim 15 Temmuz’da da böyle oldu. Gece yarısı TRT’de okutulan darbe bildirisi “hukuk devletini yeniden kurmaktan” söz ederken hala kimlerden oluştuğu ortaya çıkarılmayan cuntanın kendine seçtiği isim bile ülkenin hangi koşullarda olduğunu gösteriyordu; Yurtta Sulh Konseyi!
Yani ülke içindeki kutuplaşma ve çatışmadan medet uman cunta kendisine koyduğu isimle tam da bu durumu aşacak, toplumsal barışı sağlayacak önlemler alacağını ima ederek destek bulacağını düşünmüştü.
Elbette gerçek amaç bu olmadığı gibi toplumsal barışın darbeyle sağlanması da mümkün değildi ama bu trajikomik ismi seçen cunta iktidara egemen oluncaya kadar böyle bir beklenti oluşturmayı kendisi için yararlı bulmuştu.
Neyse ki bu vaatlere pek kimse kanmadı ve daha önceki darbe deneyimlerinden ağzı yanmış toplumun geniş bir kesimi karşı çıkınca sonuçta darbeciler başarıya ulaşamadı.
Darbe girişimi engellendikten sonra ortaya çıkan tabloda çok önemli bir gerçek daha vardı; generallerinin yarısı tutuklanan ordu ve hakim ve savcılarının üçte biri ihraç edilen veya tutuklanan yargı başta olmak üzere, devletin çekirdeğini oluşturan kurumlar çökmüştü.
“Devlet aygıtı” denilen mekanizma hükümetin kontrolünde değildi. Doğrusu bu gerçek hemen herkes için şaşırtıcıyken darbenin bastırılmasından sonraki süreç basitçe iki doğrultuda ilerleyebilirdi; ya 15 Temmuz öncesinden daha fazla demokrasi ya da bir tür “karşı-darbe”ye dönüşecek düzenleme ve önlemlerle 15 Temmuz öncesinden de daha ağır bir baskı rejimi!
İki seçenek
Darbe girişimi ardından devletin de çöktüğü anlaşıldığı ortamda iktidarı elinde tutanların bir daha böyle bir durumla karşılaşmamak için gerçekten de önlerinde iki seçenek vardır; ya darbe girişimine yol veren olağandışı koşullara hızla son vererek, eskisinden çok daha demokratik bir doğrultuda ilerleyerek önlem alırlar.
Darbeciler “olağan” olmayan koşullardan, bir başka ifadeyle demokratik olmayan uygulamalardan ve kutuplaşmalardan beslendikleri için kalıcı ve uzun vadeli önlem demokratik koşulları ve standartları geliştirmektir. Ancak bu yolla bir daha darbeye teşebbüs edilmesi önlenebilir.
Ama iktidardakiler için ikinci bir yol daha vardır; demokratikleşmeye dört elle sarılmazlarsa, bunu yapmaz veya yapamazlarsa bastırılan darbe girişimiyle hesaplaşmak ve gelişebilecek yeni tehlikeleri bertaraf etmek için devlet aygıtını daha da fazla ellerine geçirmek ve tamamen kendilerine bağlı bir yapı haline getirmek.
Çünkü kıl payı kurtuldukları o darbenin bir daha olmaması için artık her şey ve en son noktasına kadar kendi kontrolleri altında olmalıdır. Tabii en küçük bir muhalefet olmadan öyle sıkı bir düzen kurulmalıdır ki bir daha darbeciler o kadar ileri gidemesinler.
15 Temmuz’un ardından iktidar sanki ilk yoldan gidecekmiş, yani kutuplaşma ve çatışmaya son verip muhalefetle uzlaşma içinde demokratik bir doğrultuda ilerleyecekmiş gibi bir hava yarattı.
Özellikle “ana muhalefet” Cumhuriyet Halk Partisi'ni (CHP) yanlarına çekmeye çalıştılar ki, ülke içindeki meşruiyetin yanı sıra uluslararası ilişkiler açısından da bu çok önemliydi.
Nitekim “Yenikapı ruhu” denilen “milli birlik ve beraberlik” içine atlayan CHP bir süre için iktidarın değiştiği veya değişebileceği umuduna kapıldı.
Oysa her şey bir yana Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) ve dolayısıyla Kürt hareketinin dışlanması uyarıcı olmalı ve demokratikleşme doğrultusunda ilerlenemeyeceğini göstermeliydi.
Her şey bir yana iktidarın siyasi müktesebatı demokrasi yolunda ilerlenmesine engeldi. Nitekim CHP’den eleştiriler gelmeye başlayınca iktidar sözcüleri 15 Temmuz öncesine dönmekte gecikmediler. Bunda Rusya ile ilişkiler başta olmak üzere uluslararası ilişkilerde alınan bazı mesafeler de önemliydi.
Siyasi müktesebat
Bir darbe girişimini önledikten sonra bir daha böyle bir şeyle karşılaşmamak için demokratik standartları yükseltmek, çöken devleti demokratik bir temelde yeniden inşa etmek için kolları sıvayabilirsiniz. Ama öncelikle bunun için siyasi müktesebatınız uygun olmalı, yani daha öncesinde gerçekten demokrasi için bir mücadele vermiş, bu doğrultuda bazı şeyler yapmış olmalısınız.
Tam tersine var olan demokrasi kırıntılarını da yok etmeye, daha baskıcı, otoriter bir sistem kurmaya çalışırken bir darbe girişimiyle karşılaşmışsanız böyle bir girişimin besleneceği bir zeminin bir daha oluşmaması için demokrasiye sarılmanız kolay değildir.
Bunun için derin bir sorgulama, özeleştiri ve iç hesaplaşmayla birlikte bir bütün olarak bakış açınızın farklılaşması, siyaset yapma tarzınızın değişmesi gerekir. Hele de bunu dayatan, zorlayan bir muhalefet yoksa önünüzde çok daha kolay görünen bir yol daha çıkar; devleti yeniden kurmaya yönelirken tamamen kendi suretinizde bir devlet yaratmak, tümüyle kendinize ait hale getirmek.
Bütün meseleyi kendi iktidarınızın, hatta kendinizin güvenceye alınması olarak görür, darbe girişiminin hangi güvenlik veya istihbarat zafiyetinden kaynaklandığını anlamaya çalışır ve darbe girişimi öncesinde kurmaya çalıştığınız otoriter sistemde “delik” olarak gördüğünüz ne varsa tıkamaya çalışırsınız.
Muhalefetin ve giderek büyük çoğunluğun nefes almakta zorlanacağı daha da sıkı, daha da otoriter bir rejim kurabildiğiniz ölçüde kendinizi güvende hissedersiniz.
Kaos ve muhalefet
Bu yolun bir "karşı-darbe"ye dönüşmesi ve giderek önlenen darbe girişimi sonucunda neler olacaksa benzer veya aynı şeylerin olması kaçınılmazdır; bu “karşı-darbe mekaniği” çalışmaya başladıktan sonra sadece at izi it izine karışmakla kalmaz, darbe karşıtı kimliği ve tutumlarıyla tanınan gazeteci ve yazarların tutuklanmasından darbe girişimine karşı çıktığı bilinen binlerce kamu görevlisinin işine son verilmesine, aranan kişilerin tekerlekli sandalyedeki yakınlarının tutuklanmasına, yurtdışındaki gazetecilerin eşlerinin pasaportlarına el konulmasına ve nihayet seçilmiş belediye başkanlarının yerine kayyım atanmasına kadar gider.
Bunun devamında mahkemelere çağrılan ve gitmeyen milletvekillerinin zorla getirilmesi ve tutuklanması gelirse şaşırtıcı olmayacaktır. İçişleri Bakanı değişikliği bu sürecin derinleşerek ilerleyeceğini düşündürtüyor.
Evet, Türkiye böyle bir karşı-darbe sürecine girdi ve iktidardakilerin siyasi müktesebatı ve anlayışı dikkate alındığında başka bir şey olması da beklenemezdi.
Ancak karşısına güçlü ve ne yaptığını bilen bir demokratik muhalefet bloğu çıkarsa, güç karşısında farklı adımlar atmak zorunda kalabilirdi ki maalesef böyle bir birleşik muhalefet gücü de ortaya çıkmadı, çıkamadı.
Bu durumda ülke bir kaosa doğru ilerliyor. Bu kaosun ne zaman ve nasıl sonuçlanacağı ise bizzat kaos kavramının anlamı, içeriği dolayısıyla öngörülemez.
Kaos ortamı özellikle orta sınıflarda bir “güçlü lider” etrafında toplanma güdüsünü, “milli birlik ve beraberlik” arayışını güçlendirse ve bu anlamda iktidarın işine geliyor gibi görünse de karşı-darbe sürecinin neden olduğu mağduriyetler, haksız-hukuksuz uygulamalar mutlaka toplumsal bir tepkiye ve muhalefete de yol açacaktır.
İstanbul Belediyesi’ni askerler bastığında “darbe, vatana ihanet”; Hakkari Belediyesi’ni bastığında ise “demokrasinin gereğini yapıyoruz” dediğinizde ortaya çıkan tutarsızlık ve çelişkiler zaman içinde sahip olduğunuz desteği kemirecektir.
Bu gerçeğin farkında olan ve bunu nasıl siyasal ve toplumsal bir güce dönüştürebileceğini bilen bir demokratik muhalefet bu kaostan daha fazla demokrasi ile çıkılmasında büyük rol oynar.
Tabii önemli olan böyle bir muhalefeti oluşturacak unsurların bunun bilincinde olmasıdır ki asıl eksik olan da bundan başkası değildir.(SÖ/HK)
* Fotoğraf: Yılmaz Kazandıoğlu - Hakkari/AA