“Gülümse hadi gülümse bulutlar gitsin, yoksa ben nasıl yenilenirim hadi gülümse. Belki şehre bir film gelir, bir güzel orman olur yazılarda, iklim değişir Akdeniz olur hadi gülümse...”
Kars’tayım. Bir arkadaşımın vasıtasıyla tanıştığım Can’la sohbetimizin fon müziğini Sezen Aksu’nun Kemal Burkay’ın muhteşem dizelerinden bestelediği "Gülümse"si. İkimiz de sohbet boyunca "nedense" Sezen’in sesini duyuyoruz...
Can 29 yaşında. Kars’ta yaşıyor. Mesleğini söylemek istemiyor. Altı yıl İstanbul’da okuduktan sonra döndüğü memleketinde ailesiyle birlikte yaşıyor.
Can eşcinsel. Gülümse’deki Mona Lisa gülüşünü bu yüzden çok seviyor. Tıpkı benim gibi...
"Kökler, kahrolası, can parçası kökler"
İnsan, yazının girişindeki dizeleri okuyunca ya da dinleyince Kars gibi ayaz geceleri, soğuk kışlarıyla ünlü bir şehirde yaşamanın ve bu soğuk ve yalnız şehirde eşcinsel olmanın Can’a neler hissettirdiğini kestiremiyor. Ama Can tıpkı şarkıdaki gibi gülümsüyor...
“Buraya dönme kararını vermem çok zordu. Karnımda ağrılarla, her gece içip içip ağlayarak verdim bu kararı. Çok düşündüm ama ne bir adım ileri gidebildim ne de olduğum yerde kalabildim. Tek yapabildiğim uçak biletini almak ve kısa şortlu bir halde tozlu sokaklarında koştuğum mahalleme, ailemin yanına dönmek oldu.”
“Neydi seni buraya döndüren?” diyorum “kökler” diyor, “kahrolası, can parçası kökler.”
Küçük yerde doğup büyüyünce dünyanız da o kadar oluyor. Kötülemek anlamında söylemiyorum bunu. Ama işte bakıp görebildiğin kadar dünya. İstanbul’da geçirdiğim zamanlar çok eğlenceli, çok neşeli, çok heves edilesiydi. Bir yanıyla da aslında gerçek değildi.”
"Biraz daha açsana" diyorum. Sürdürüyor konuşmasını...
“Çok arkadaş, çok insan, çok ilişki, çok eğlence, çok imkan, çok o, çok bu, çok, çok, çok... Evet her şeye ulaşmak kolay, her şeyi yaşamak kolay ama tüketmek, tükenmek de bir o kadar.”
"Nereye baksam Kars işte"
Can annesi, babası ve dört kardeşiyle yaşıyor. Ortanca. Her ortanca gibi hep ortada hissediyor. Uçlaşmadan, kendi halinde, ortalama sevgiyle...
Ailesi hakkında çok konuşmak istemiyor. Israr etmiyorum. Daha eğlenceli bir konu var nasılsa; Aşk.
“Bir of çeksem karşı dağlar yıkılır” diyor gülerek; “nereye baksam yalnızlık, nereye baksam Kars işte.”
Bir adamı seviyor. Ama ona bunu söylemek “şimdilik” planları arasında yok. “Çünkü” diyor ne kendimden eminim, ne ondan, ne sevgisinden... Kendim yazıyor, kendim oynuyor da olabilirim, yanlış anlıyorumdur ya da ne malum. Bu yüzden şimdilik ‘pause’ modundayım.”
Kars’ta eşcinsel olmak ya da ol(a)mamak işte bütün mesele
Küçük, herkesin neredeyse birbirini tanıdığı, bir ucunda hapşırsan diğer ucundan birinin çok yaşa diyeceği bir yerde eşcinsel olmak elbette ki zor. Ama nerede kolay ki?
Can da bunun farkında. Eşcinsellerin ayrımcılığın kök saldığı her yerde sıkıntı yaşadıklarını düşünüyor.
“Homofobi her yerde homofobi. Transfobi, ayrımcılık, şiddet, nefret, ırkçılık, faşizm... hepsi küçük farklar dışında her yerde benzer şeylerden güç alıyor ve yayılıyor. Kars herkesin adından önce etnik kimliğini bildiği bir yer. Herkes birbiriyle ırkı üzerinden ilişkileniyor. Bir sürü Ermeni yaşıyor bu şehirde ama bu ortamdan dolayı kimse onların ermeni olduğunu bilmiyor. Çünkü bunu söyleyebilecekleri ne bir hoşgörü ortamı var ne de sırtlarını yaslayabilecekleri bir ‘topluluk’. Tıpkı benim gibi. Tıpkı benim de tanımadığım diğer eşcinseller gibi.”
"Keşke..."
Can vaktinin çoğunu İnternet başında geçiriyor. Kaos GL’yi, Lambdaistanbul’u, Türkiyeli Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Travesti ve Transseksüel (LGBTT) hareketini İnternet’ten takip ediyor.
bianet’te ve Kaos GL’de yayımlanan yazılarımı okuduğunu söylüyor. Yanaklarım al al. Eleştirilerini, beğenilerini, önerilerini sıralıyor. Yüzümdeki hayret ve mutluluk arasında gidip gelen ifadeyi sezmiş olacak “İnsan küçük yerde olunca büyük şehirlerdekilerin aksine daha çok okuyor, daha çok dinliyor, daha çok hatırlıyor” diyor.
Onur Haftası’ndan, yürüyüşten, eylemlerden, yaşanan gelişmelerden bahsediyoruz. Çoğundan haberdar. Hiç uzaktaki biriyle konuşuyormuş gibi değilim.
“İstanbul’dayken Lambda’ya hiç gelmedim. Çok istedim ama nedense ayaklarım gitmedi ama buraya dönünde o kapıyı çalmadığıma çok pişman oldum.”
İlk İstanbul ziyaretinde Lambda’da buluşmak üzere sözleşiyoruz.
Müzikle başlayan sohbetimiz yazıya, edebiyata eviriliyor. Bilge Karasu’dan Sait Faik’e, Sylvia Plath’den Nilgün Marmara’ya, sohbet billur tuz gibi, akıyor... akıyor... akıyor...
Satırlar arasından paragraflara, paragraflardan metinlere, oradan da kitaplara uzanan sohbete doyulmuyor. Zira konumuz olan yazarlar derya deniz. İnsanın kulaç attıkça atası geliyor.
Kars’ta yaşamaktan bazen sıkılsa da, pişmanlıklar duysa da burada olmaktan memnun Can. Mesleğinden, çevresinden, şehrin mimari yapısından, havasından, suyundan...
“Kars’tan bir gün ayrılabilirim ama şimdilik böyle bir planım yok. Ailemle bir arada olmak güvenli bir his ve buna çok ihtiyacım var. Ancak, ülkenin bir ucunda olsam da yalnız hissetmiyorum kendimi. Burada eşcinselliğim hakkında konuşabildiğim iki kadın arkadaşım var. Milyonlarca kişilik İstanbul’da bazen konuşacak birini bulamazken Kars için iki iyi dost iyi bir rakam.”
"İyi ki..."
Güneşli bir çocuk Can. Her şeyi hayra yoruyor ama kaderci değil. hayatına sahip çıkıyor. hayalleri ve planları var. Kendine güzel bir gelecek düşlüyor.
"İyi ki şairler, yazarlar, müzisyenler var" diyor. "İyi ki... Onlar olmasaydı hayat çok zor olurdu benim için. Sırf benim için de değil, herkes için" diyor onay bekler bir ifadeyle. Katılmamak elde mi? Değil elbette.
Ama sadece onlar değil, iyi ki Can var. İyi ki Lambda, Kaos GL, Pembe Hayat ve diğerleri. İyi ki cesaretli ve mücadele eden insanlar var. İyi ki...
Kars Havaalanından kalkan uçağın camından şehre bakarken yine o şarkı çalıyor. Kulaklarım basınçtan ağrımaya başlamadan hemen önce elimi kaldırıyor ve Can’a selam ediyorum. Ve şehirdeki tanışamadığım tüm arkadaşlara... (BÇ)