Şehrin karpuzla muhabbeti epey eskilere dayansa da; küçümsendiği ve gururlandığı hayli zamanlar olduğu da vakıa!
Muhabbetin yazılı evveliyatından söz ederek başlamak belki de en doğrusu.
Çelebilerin Evliya ünvanlı olanı dünyanın bir dolu mekânına yolunu düşürdüğü gibi şehr-i kadim Diyarbekir'e de uğrar.
Şehre kuzey batıdan girmeden evvel patlıcan ekili alanları görünce; "eyvah ki ne eyvah, şimdi gireceğim bu şehre mide şikayeti olan çoğ kişi göreceğim" der kendine!
Sonra Evliya Çelebi kulu girer şehre ve neşeli, keyfe-keder fiske vursan yanağından kan damlayan insanlarla ruberu karşılaşır. Şaşırır, anlam veremez! Güney kapısından çıkıp Dicle Nehri boyu ve Hewsel Bahçelerinde karpuz ekili alanları ve kocaman karpuzları görüp taam eyleyince "işte, patlıcanı tedavi eden bu karpuzdur" der ve keyiflenir.
Rivayet edilir ki, Danyal Peygamber çizmiştir Dicle Nehrinin güzergahını. Öyle ki elinde asası ile fakirin fukaranın, garip gurebanın tarlası, evi su altında kalmayacak şekilde çizmiştir kadim Dicle'nin su yolu rotasını. Bu sebeple adı kutsal kitaplara girerek nehrin kutsiyeti vücut bulmuştur. Yani beslendiği su kaynağı karpuza ruh üflemiştir.
Ve işte o gün, bu gündür insan elinin ve akıl(sızlığ)ının barajlar HES'lerle verdiği zarar dışında Dicle Nehri insana zarar vermemiştir.
Bunca kelamı niye mi ettik! Karpuza yol açmak için tabii ki.
Sondan başlamak gerek, Diyarbakır karpuzu kentin Ticaret ve Sanayi Odasınca marka tescili aldı.
Hatırlarım ilk gençlik yıllarımdan; adı "karpuz"la anılan festivaller düzenlerdi şehrin belediyesi. Devasa karpuzlar deve heybelerinde festival kortejinde kent halkına teşhir edilirdi. Ve develerin yularını yerel kıyafetli genç kızlar tutardı. Karpuz Güzeli yarışması yapılır ve ödüller en büyük altmış kiloluk karpuzların önünde sunulurdu ödülü kazananlara.
Peki, Diyarbakır karpuzu bunca ilgiye mazhar olurken nasıl bir serüven yaşıyordu sahi! İşte, orada durmalı sanki.
Her yıl yağmurlar azalmaya ve nehir suyu kısmen çekilmeye başlayınca nehir yatağının çeşitli noktalarında oluşan adacıklar kumluk alanlarda, derinliği iki metreyi bulan kuyular açılır ve karpuz tohumları (çekirdekleri) ekilirdi. Sonra her kuyuya ekilen çekirdekler fideye dönüşünce bunlardan en güçlü olanı korunur diğerleri sökülürdü. İşte bütün emek her kuyuda o tek kalan ve beş ay içinde elli-altmış kilolara ulaşacak olan karpuza harcanırdı. Hemen her gün ana rahmi gibi bir kuytulukta yetişen, gelişen çocuk misali! Güvercin gübreleri ve özel ilgi ile.
Eskiden insan soyu sulara devasa bent vuran baraj - HES canavarları ile henüz tanışmamıştı. Bu sebeple zemininde dip suyuna ulaşılan kuyu açıldı mı nehir suyu hep aynı seviyede kalırdı ve karpuz ekili kuyu, su seviyesi dengede kaldığı için zarar görmezdi. Şimdi artık nehrin su dengesi de değişti. Baraj kapakları ha bire açılıp kapanınca su, deniz gel-git'leri gibi alçalıp yükselmeye başladı.
Eee dolayısıyla da artık namlı, anlı-şanlı Diyarbakır karpuzları o kadim yurtlukları yerine "çay karpuzu" ünvanını unutup "tarla karpuzu" olarak anılmaya başla(n)dı.
Uzun aradan sonra şehrin adıyla markalaşan karpuzu yine itibar görmeye başladı. Her yıl Eylül ayında en büyük olduğunu kanıtlayan ödülünü almaya hak kazandı. Bu yılın en büyüğü 52 kilo 400 gram olmuş.
Şimdi dönüp ardıma baktığımda bir zamanlar Suriçinin eski yoğurt pazarı çarşısında sadece yabancılara bir de nüfusu az ailelere kılıç ölçüsünde uzun bıçaklarla dilimlenip isteyene dilim hesabı satılan karpuzları bugünün çekirdek aileleri ne diye satın alacak ki!
Ol sebepten demem odur ki; ünlü ünsüz restoranlar, kebapçılar yemek sonrası nasıl tatlı ve çay ikramı yapıyorlarsa, yaz aylarında dilim dilim Diyarbakır karpuzu sunsunlar konuklarına. Ve dahi Suriçindeki kafeler menülerine "Diyarbakır karpuzu dilimi"ni de eklesin. Belki de yetmez Tarım Orman İl Müdürlüğü yılda bir kez ödül dışında karpuz ekim uygulama alanları yapsın. Tohum, çekirdek, güvercin gübresi desteği versin üreticilere.
Yoksa o da zamana yenilecek...
Çünkü;
Karpuz kestim sulandı
Yedim başım dolandı
Kırılası ellerim
İnce bele dolandı...
(ŞD/AÖ)