AKP meclis başvekili ve Kayseri vekili Sadık Yakut, karma eğitim karşıtı sözlerinden sonra, başbakanın “yok böyle bir şey” demesiyle, sözlerine açıklık getirme şansı yakalayıp (!), karma da olsun ayrı da olsun dediğini, bunların “bilimsel anlamda tartışılması”nın kendisini memnun edeceğini söyledi. Yine yakın zamanda AKP Düzce vekili İbrahim Korkmaz da benzeri bir açıklama yaptı. Her iki açıklama da muhafazakârlık vurgusu ile beslenmekle birlikte ve parti politikası olmadığı ifade edilse de, bir yandan bilimsel sosa bulanmış bazı verilerin içeride tartışılmakta olduğu açıkça görülüyor. Biz, bu yazıda biraz bu bilimsel sosu açıklığa kavuşturmaya çalışacağız. Akademinin o referanslara boğulmuş ve karmaşık dilinden kaçınarak olabildiğince kısaca derdimizi tartışmaya açacağız.
AKP’nin programımızda yok, uygulamalarımız daha sonra yapacaklarımızın işaretidir dedikleri konu, en azından bir süre ilkokul düzeyi için tartışılmayacaktır. Ama yakın zamanda önümüze konması muhtemel öneri (öneri ile kastımız, 4-4-4 sisteminin bize önerilmesi gibi) ortaokul ve liselerde öncelikli olarak özel okullar ama halkımızın da hassasiyetlerini (!) es geçmemek için bazı kamu okullarının da tek cinsiyetli eğitim yapması olacaktır. Bunun bilimsel savunusu ise direkt başarı üzerinden yürütülecektir.
Tek cinsiyete dayalı okul ya da sınıf uygulamaları uluslararası eğitim tartışmalarında başarı-başarısızlık açısından tartışılıyor ağırlıklı olarak. İngilizce konuşulan ülkelerde tek cinsiyetli okullara ilişkin yapılmış çalışmaları değerlendiren bir yazıda (Symth, 2010) kız çocuklarının (ve genç kadınların) erkek çocuklardan (ve genç erkeklerden) daha fazla eğitimden yararlanmak istediklerini, ama erkeklerin eğitim ortamını bozucu davranışlarının çokluğu ile kızların başarısını olumsuz etkilediklerine dair araştırma verilerinin olduğunu söylenmekte.
Erkek çocukların zorbalığa, dersi bölen davranışlara “doğaları” gereği daha yatkın oldukları iddiası pek çok çalışmada söylenir. Bu nedenle de tek cinsiyete dayalı okulun genç kadınları koruyacağı iddia edilir. Sanki okul toplumun bir yansıması değil de, sadece kendine has dinamikleri olan bir yermiş gibi…
Okula dönersek, yapılan değerlendirmelerde kız çocuklarının toplumsal cinsiyet rollerinin dayatması ile matematik, fen bilimleri gibi alanlarda daha başarısız oldukları ya da bu alanları tercih etmedikleri neredeyse istisnasız tüm ülkeler için geçerli bir sonuç. Belki burada bir kelimeye dikkat çekmekte yarar olacaktır: Sonuç. Bu araştırmalar sebep-sonuç ilişkisini nasıl kurguluyor, sorgulamakta yarar var. Kız çocuklarının karma olan okullarda matematik-fen alanlarında daha az görünür olmasının nedeni nedir?
Kızların karma ya da tek cinsiyetli okullarda bu alanları seçmemeleri, “matematik korkusu” diye bir korkunun kızlar için literatüre girmesinin nedeni karma okullar mıdır yoksa toplumsal cinsiyet rollerinin dayatılması mıdır? Tek cinsiyete dayalı okullarda kızların bu “fobi”lerini aştıkları, “erkek” alanlarına yönelme eğilimlerinin bir üst eğitim kademesinde arttığına ilişkin süslenmiş veriler bulacağız yakın gelecekte. Ama uzun vadede, mesela, yüksek lisans ve doktora eğitiminde kız okullarında okumuş olmayla “erkek” alanlarında uzmanlaşma ilişkisi bulunmuş değil henüz...
Bu kısa vadedeki artışının nedeni sınıfta erkek öğrenci olmaması mı yoksa eğitim ortamının, ders materyalinin kız çocuklarına/genç kadınlara uygun, öz güvenlerini artıracak şekilde düzenlenmesi mi sorusunun yanıtını görmeyeceğiz bu veriler arasında (bahsedilen kısa ve uzun süreli sonuçlarla ilgili ABD Eğitim Departmanının raporuna bakılabilir, PPSS, 2005 ).
Ayrıca, bu verilerin çoğunun seçkinci, özel okullardan geldiğini araştırmalara dayanarak siyaset yaptıklarını söyleyenler bize laf arasında (belki) söyleyecekler. Öğretmen-öğrenci oranlarının özellikle düşük tutulduğu bu okullara genelde başarılı çocukların ücret ödeyerek geldiklerini, genelde eğitim düzeyi ve gelir düzeyi yüksek ailelerin çocukları olduklarını söylemeyecekler. Ya da “iyi niyetli”, herkesin seçim yapma hakkı olduğunu söyleyen liberaller, bunun basit bir seçim sorunu olmadığını, yoksulların yoksulluklarının eğitimle nasıl pekiştirildiğini, babadan-oğula, anadan-kıza nasıl aktarıldığını, toplumsal sınıflarına dayatılan yoksulluğun eğitim yoluyla nasıl kabul ettirildiğini muhtemelen tartışmayacaklar. Muhafazakâr aileler kızlarını ancak böyle okula gönderiyorlarsa, böyle okullar açalım, seçme şansları olsun diyecekler. Sorunu basitçe eğitime erişim üzerinden değerlendirecekler.
Bir de bilimsel araştırmaların şöyle güzel bir kılıfı vardır: Diğer tüm koşullar eşitlendiğinde…
Diğer tüm koşullar istatistikî olarak eşitlendiğinde demek, çocuğun okula gelirken getirdiği beceriler ve ailenin toplumsal sınıfı gibi aslında en temel meselelerin dikkate alınıyor gibi görünse de, toplumsal sınıf ile eğitimsel “başarı” arasındaki doğrudan ilişkiyi görünmez kılmaya neden olabilmesidir. Bu ilişkiyi anlamak için PİSA gibi temel anlama becerileri ve fen-matematik becerilerini ölçen uluslararası bir sınavda ülke olarak nerede durduğumuza bakabiliriz. Sadece 2009 verilerine baktığımızda, 15 yaş (ki ülkemizde 2009’da o yaş grubunun yaklaşık yüzde 40’ı eğitim dışı kalmıştı) gençleri açısından 65 ülke arasında ‘kızlı-erkekli’ olarak 40’lı sıralardayız tüm testlerde.
Ekonomideki başarılarımızdan dem vururken OECD raporunda ekonomik olarak sıkıntılı diye tanımlanması ayrıca bir veri olarak elimizde dursun, ama aynı ekonomik koşullarda olan ülkeler açısından da eğitimsel gelişimimizin kötü olduğu çok aşikâr (PİSA’da Türkiye’nin durumu ile ilgili ERG, 2013; tam rapor için OECD, 2009). Bir de, okuldışı kalanların ülkenin en yoksun gençleri olduğu düşünülürse, onların da dahil olmasıyla 40’lı sıralar daha gerilere de gidebilirdi. Bu tablo içerisinde ülke içinde en başarısız olan yüzde25 ile en başarılı olan yüzde 25 arasındaki puan farklarına da bakmışlar.
ECD ülkelerinde ortalama olarak bu fark 88 iken, Türkiye için 92. Dört puanlık fark düşük görünebilir ilk bakışta ama eğitimsel olarak en “kötü” okulların sayısal olarak Türkiye’de diğer ülkelerden fazla göründüğünü de belirtmek gerek. Bu bilgi, varsıl okulların başarı düzeyi ile yoksul okulların başarı düzeyi arasında ciddi bir uçurum olduğunu söylüyor bize. Orta ve üstü gelir düzeyinde bir ebeveyn iseniz, bu verilere bakarak ‘çocuğu mecburen özel okula göndermek lazım’ diyebilirsiniz ama en başarılıların bile en üst düzey başarı grubunda neredeyse olmadığını söyleyelim de, ticari kurumların “başarılı” olduğunu düşünmeyin. Ülkemizdeki ticari eğitim kurumları, bu kurumların sayısının artırılma çabaları ve başarı-başarısızlık durumları başka bir yazının konusu olsa da, reklamlara karşı dikkatli olabilmek için bu kısa bilgiyi paylaşmış olalım:
Tek cinsiyetli okul ile yukarıdaki verilerin ne ilgisi var derseniz de, kız okulları daha başarılı, kızlar dikkati dağıtmazsa erkekler de daha başarılı olacak söyleminin sınıfsal bir kandırmaca olma riskini hatırlatmak. Kamu okullarının niteliği giderek düşerken devlet okullarına gidecek genç kadınlar ve erkekler bu başarısızlık düzeyine mahkûm olacaklar. Devlet açısından bunun çok da sorun olmadığı “ara eleman yetiştiren ülkeyiz” söylemi ile ortaya çıkıyor. Fakat biz böyle eşitsizliklerin olduğu bir ülke mi istiyoruz?
Kadınların ayrı eğitim gördüğü okullar ile ilgili olumlu sonuçlar sunan çalışmalar bile, tek cinsiyetli okulların toplumsal cinsiyet rollerini pekiştirdiklerini söylüyor. Yani kadınlar biraz daha fazla matematik, erkekler biraz daha fazla okuma alışkanlığı geliştirsinler diye erkekleri “daha erkek” kadınları ise “daha aile/anne” kılmak istiyor muyuz? Aynı cinsiyetten iki kardeşin bile çok farklı olduğunu, farklı öğrendiklerini görürken kızlar ve erkekler olarak dünyayı böyle ikiye ayırmak kimin işine yarıyor? LGBTİ bireyleri okul ortamında bir kez daha görünmez kılacak bu tartışmalarla acaba eğitim sisteminin aşırı eşitsiz yapısını görünmez kılmak mı istiyorlar?
Şimdilik mecliste tek cinsiyetli okul fikrini seslendiren iki kişinin de yetişkin erkek olduğunu hatırlatarak, aslında böyle bir uygulamayı denemeleri durumunda kendilerinin çok “zararlı” çıkabileceği uyarısı yapabiliriz. Daha doğrusu bilimsel verilerden “onların yöntemi” ile sonuç çıkartırsak bunu söyleyebiliriz. Şöyle ki, Katolik okullarında yapılan bazı çalışmalar, karma eğitim veren Katolik okullarında kızların biraz daha zorlandıklarını ve tek cinsiyetli okullarda akademik ve sosyal olarak güçlendiklerini göstermekte (diğer birçok araştırma da anlamlı bir fark olmadığını söylüyor, ama biz duymamış gibi yapacağız iki saniye). Türkiye’nin kadına yüklediği rolü bir kez daha tartışmaya açacak bir araştırmada da (Çarkoğlu ve Kalaycıoğlu, 2013) Türkiye sonuçlarının bir kısmının Katolik nüfusu fazla olan ülkelerle benzerlikler gösterdiği söyleniyor. Yani muhafazakâr aileler kızlarını özel kız okullarına göndermeleriyle beraber, bu genç kadınlar ailelerinin ve toplumun onlara yükledikleri görevleri daha bir sorgulayabilirler. Okulda aşk, bakışma, biraz sohbet ve belki elin, dizin birbirine değmesi olmayabilir ama kadın, toplumsal rolünü derinden sorgulamaya başlarsa muhafazakâr erkekler için çok ciddi bir alan kaybı olacaktır. Kendi söylemleri içerisinde kalarak da tavsiye etmiyoruz yani… Ki bu bizim söylemimiz değil, sadece kadını daha fazla aileye ve aseksüelleşmiş bir bedene mahkûm etmeye çalışanlara, kadınların bir söz oyunu diyelim. Ama katı dinsel öğretilerle büyütülen Katolik kız çocukları üzerine yapılan bazı çalışmalar da bu yorumumuzu destekler niteliktedir; bu çalışmalar özel Katolik okullarına giden genç kadınların toplumsal cinsiyet normları dışında bir kendilik algısı geliştirdiğini göstermektedir. Türkiye için düşünürsek, eğitimci olarak yaptığımız çalışmalarda, girdiğimiz derslerde kendini muhafazakâr olarak tanımlayan genç kadınların önemli bir kısmının verili cinsiyet rollerini zaten sorguladıklarına tanık oluyoruz. Belki de bunu gören muhafazakâr erkekler, kaygı ile başka yollar aramaya girişmiş olabilirler tabii ki.
Bir de muhafazakârlık söylemi ile tecavüz, tacizin bu kadar meşru görüldüğü bir ülkede olmayı okullarda cinsiyet ayrışmasını savunan bu vekiller nasıl yorumluyorlar, bilmek isterdik (söyleyecekleri şeyleri bilsek de). Verilecek maalesef ki yüzlerce örnek olmasına rağmen içimiz kaldırmadığı için hiç girmeyeceğimiz başka bir tartışma da memleketteki yetişkin erkek profili (neyse ki tamamı değil, ve elbette ki kadınların bir kısmının da bu erkek değerleriyle yaşadıklarını biliyoruz ama tartışmamız bu değil)...
Okullarda kızlarla erkeği ayırmayı düşünüyorlar ama çocuk tecavüzcülerinin neredeyse tamamının yetişkin erkekler olduğu gerçeği ile tecavüzden yargılanan okul müdürlerin görev yerlerine döndükleri, hapiste, yetiştirme yurtlarında kalan çocuklara tecavüz edilen bir ülkede önce yetişkin erkeklerin zihnindeki kadın, genç, çocuk imajının sorunsallaştırılması önerisi yapıp, bilimsel tartışmamıza burada ara vereceğiz.
* Dilek Çankaya: Ankara Üniversitesi, Eğitim Politikaları Doktora Öğrencisi, Melike Acar: Boğaziçi Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Part-time öğretim elemanı.
Kaynaklar:
* Çarkoğlu, Ali ve Kalaycıoğlu, Ersin (2013). Türkiye'de aile, iş ve toplumsal Cinsiyet. İstanbul Politikalar Merkezi. Sabancı Üniversitesi. Yayınlamamış rapor.
* ERG (2013). PİSA 2009 sonuçlarına ilişkin değerlendirme için tıklayın.
* PİSA 2009 OECD raporu için bkz.
* PPSS (2005). Single-sex versus coeducational schooling: A systematic review. US Department of Education. Ofice of Planning, Evaluation, and Policy Development.
* Smyth, Emer (2010). Single-sex education: What does research tell us?. Revue française de pedagogie. Nisan-Mayıs-Haziran Sayısı. Sf. 47-55.
Not: Bu yazı, 24 Kasım haftasına denk gelmiş olsa da, 1981 yılında darbecilerin ilan ettiği öğretmenler günü ile bir ilişkisi olmamakla birlikte, 23 Kasımda Ankara’da devlet şiddeti ile bir kez daha karşılaşan eğitimciler ve 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Gününde dayanışan herkes ile ilişkilidir.
* Fotoğraf: Ömer Kurt