Haberi 31 Mart 1972 günü çıkan günlük gazetelerden öğrendik. Hemen ağabeyim Hasan Özüdoğru ile babam Ali Özüdoğru'nun çalıştığı Mithat Paşa Caddesi No 37'deki TRT genel müdürlüğüne gittik.
Babam izin alıp bizimle Kızılay binasının karşısındaki Güven Parkı'na kadar geldiğimizde çok sıkıntılı idi... Bize ve herkese bağırıp çağırıyordu.
Kızıldere'ye gidip cenazeyi alacağımızı; kendisinin gelip gelmeyeceğini sorduk.
Niksar'a doğru
Babam da "ben gelmeyeceğim, siz ne yaparsanız yapın," cevabını verdikten sonra bizi bu süreçte hiç yalnız bırakmayan eşimin amcasının oğlu Hüseyin Durunesil'e Tokat'a giden otobüslerden bilet almasını söyleyip ağabeyimle birlikte benim eve döndük.
Cenazelerin Niksar'a getirildiğini radyo ve gazetelerden öğrenmiştik.
Ancak Niksar'dan araba tutup cenazeyi Ankara'ya getirecek paramız yoktu. Ben bir özel inşaat şirketinde çalışıyordum. Eşim de Dikmen Caddesi Zeki Bey durağında küçük, on metrekarelik bir bakkal dükkânını çalıştırıyordu.
O günkü hasılatı yanımıza aldık ama o para bizi ancak Niksar'a götürüp otobüsle dönme masrafımızı karşılayabilirdi.
Biz oradan otobüsle cenazeyi getirmemizin imkansız olduğunu düşünerek biz gelene kadar en az bin lira temin etmesini söyledik ve saatimiz geldiğinde otobüsle ağabeyim ve Hüseyin Durunesil ile birlikte hareket ettik.
Tokat'ta
Sabah saatlerinde Tokat'a indiğimizde yeni açılmış bir kahvede birer simit ile çaylar içildikten sonra Niksar 'a saat 9'dan sonra dolmuş olduğunu öğrendik. Biz en iyisi Ankara'ya cenazeyi götürecek bir taksi bulup hem bizi Niksar'a götürmüş olur hem de oradan Ankara'ya döneriz düşüncesi ile taksi aramaya başladık.
Ama taksiciler hem bize soğuk bakıyor, hem de korkuyla "yok kardeşim biz bu işlere bulaşmayız" kabilinden cevaplar veriyordu... Birkaç durak gezdik olumlu cevap alamadık.
Aynı durakları tekrar turlarken, durağın birisinden yaklaşık otuz beş kırk yaşlarında birisi "ben götürürüm kardeşim" dedi. İsmini hatırlayamadığım bu şoför ile 800 liraya anlaştık.
Niksar'da
Şimdi gözümün önüne getiriyorum, arabanın arkası kelebek kanatlarına benzeyen 58--59 model şevrole marka damalı bir taksi ile önce Niksar'a gittik.
Bir hastanenin bodrum katında cesetlerin bulunduğu yere geldiğimizde iki ceset ile karşılaştık.
Birisi kardeşim Sinan Kazım Özüdoğru, diğerinin Ahmet Atasoy olduğunu söylediler.
Kazım'la
Cesedinin başına vardığımızda, Kazım'ı giysileriyle kanlar içinde ortalığa alelade atılmış vaziyette sol ayak bileğinden aşağısının top mermisi götürmüş ve alnının ortasında bir kurşun deliği açılmış vaziyette bulduk.
Alnının ortasındaki kurşun yarasına hala bir anlam veremiyorum. Top dışarıdan atıldıktan sonra kimbilir kaç dakikalar veye saatler geçtikten sonra cesedin başına gelen güvenlik görevlisi (sadist) ölmüş insana neden kurşun sıkar?!
Şunu söylemeden geçemeyeceğim; işte bu kindarlıklarla o günün gençliğini tahrik ederek silahlandırdılar. Ve kendi yaratmış oldukları anarşinin yolunu açtılar. Sırf kapitalizme hizmet vermek için ...
Güdümlü kapitalizm de emperyalizme hizmet ve sadakat için 68 kuşağı dediğimiz özelikle bilim yuvalarında yetişen gençliğin kimilerini katlettiler, kimilerini de cezaevlerinde çürüttüler. Bir çoğunu da fişleyerek kamu hizmetlerinde yoksun bıraktılar. Demek ki, devlet böyle bir şey...
Tabut bulamıyoruz
Neyse, biz yolculuğumuza devam edelim... Niksar'dan bir tabut temin etmeye çalıştık. Hazır tabut bulamadık. Hastane yetkilileri "biz elimizdeki tabutu satamayız" dediler.
Bu sefer Nikar'ın içerisinde ve sanayisinde marangoz aradık. Bulduğumuz marangozun birisine tabutu o zamanın fiyatının iki katına yaptırabildik.
Parasını da mobilya imalatçısı olan kayınbiraderim Hüseyin Durunesil verdi. Hemen tabutu alır almaz cesedi elbiseleri ile birlikte tabuta yerleştirip cenaze nakil işlemlerini yaptırmak için savcılığa geldik.
Arabanın etrafı sarılı
Önce savcı bizi sorguladı... "Neden cenazeyi Ankara'ya götürüyorsunuz, bak siz Sivaslı imişsiniz" dedi, biz de "Sivas'tan 1960 yılında ayrıldık. Ailenin tamamı dedem, babam, ağabeyim ve ben hepimiz Ankara'da yaşıyoruz", diyerek, biraz zorlanarak nakil evraklarını aldık.
Savcılığın önüne çıktığımda en az 300 kişi arabanın etrafını sarmış aleyhte sloganlar atıyorlar... Hemen savcıya gidip önlem alınıp bizi şehir dışına çıkarmalarını talep ettiğimde savcı "bir şey yapmaz onlar, siz devam edin" dediğinde, "savcı bey dışarı çıkıp bir bakın veya dağılmalarını sağlayın" dedim.
Savcı mübaşirine "bekçiyi bana çağır" dedi. Bekçiye "topluluğun dağılmasını söyle, arabayı da topluluğun dışına çıkart" dedi. Bekçi savcının emrini söyledi, topluluk dağılmadı.
Bize hakaretlerine devam ediyorlar ama fiili bir saldırıları da olmadı. Ben arabaya binip hareket ettiğimizde seslerini daha da yükselten topluluğa aracın önünde oturan Hasan ağabeyim camı açıp cevap vermek istedi.
Arka koltuktan ben omzuna elimi bastırıp, "bir şey söyle, camı da kapat" diye rica ettim. O da vazgeçip camı kapattı. Bekçi arabanın iki metre önünde topluluğun açılmasını sağlıyor.
Biz de araba ile kaplumbağa yürüyüşü bekçiyi takip ediyoruz. Yalnız topluluk arabayı takip etmiyor. Bekçinin yardımı ile yaklaşık 200 metre gittikten sonra yolumuz açıldı ve Ankara'nın yolunu tuttuk.
Benzincide
Gece saat 23 sularında Ankara'ya 10-15 kilometre kala bir benzin istasyonundan benzinimizi aldık. Tam hareket ederken yanımıza iki kişi gelip "biz bu benzinliğin sahibiyiz, arabamız bozuldu, bizi Ankara'ya kadar alır mısınız" diye rica ettiler.
Bu arada tabii arabamızın arkasında tabut görünüyor... Tabutu ne onlar sordu ne de bizim tabutu söyleyecek durumumuz vardı... Buyurun dedik, arabaya bindiler, binince bize "başınız sağolsun, neyinizdi" dediklerinde biz de durumu anlattık.
Onlar da herhangi bir olumlu ya da olumsuz tepki vermediler. Yola devam ettik.
Polis çeviriyor
Tam Mamak Askeri Garnizonun önüne gelirken bir polis çevirmesi olduğunu gördük. Bizim arabayı da durdurdular. Bizi durduran polis nakil evraklarını istedi. Verdik. Polis birkaç adım ileri giderek bir telsiz konuşması yaptı.
Ama biz ne konuştuğunu duyamıyoruz. Hemen yanımıza siyah bir Volkswagen'le sivil birisi geldi. Memurlardan evrakları alıp şöyle bir süzdü. Bize gelip, "beni takip edin" dedi .
Polise de "arkadan bunları takip edin" emrini verdikten sonra siyah yumurta tipi Volkswagen'in arkasına takılan yeşil bir Volkswagen minibüs de bizi takip ederek Karşıyaka Mezarlığının kapısından içeri girer girmez durdu. Biz de durduk.
Minibüstekiler de indiler. Bize inin işareti verdiler. Siyah küçük arabadan inen belli ki müdür filan... Bize "sıraya geçin" dedi. Biz benzinciler dâhil beş kişi sıraya geçtik.Hiçbir şey söylemeden hemen her iki yanaklarımıza birer tokat atarak beşimizi de sıradan geçirdi.
İki benzincinin başına gelenler
Dönüp baştan başlayarak sormaya girişti: "Sen nesi olursun"; "Ağabeyiyim"; "Sen", "Ben de ağabeyiyim"; "Sen?" "Akrabasıyım". "Sen?" "Efendim biz ikimiz hiçbir şeyi değiliz. Biz Kayaş'taki benzinliğin sahibiyiz. Bu beyler bizden benzin alınca bizim de arabamız bozulduğu için beylerden rica ettik. Onlar da bizi aldılar..." demeyi daha bitirmeden adamların dizlerine, karınlarına nerelerine denk gelirse tekme ile vuruyor müdür...
"Ulan bunlar benim düşmanım, sizin düşmanınız, sizinle mücadele ediyorlar "diyerek döverken adamların arkalarından çatır çatır sesler çıkıyor... Yani korkudan kaçırdılar...
Keyifleri yetene ya da yorulana kadar dövdükten sonra "hadi şimdi kaybolun gözümün önünden" dedi. Vakit gece yarısını geçmişti oralarda akşam saatinden sonra dolmuş yoktu. Taksi hele hiç bulunmazdı... Nasıl nereye gittiler bilemiyorum.
Nereye defnettiklerini söylemediler
Onları gönderince oradaki polislere "alın bu taksiyi beni takip edin" dedi.
Yanımızda iki polis bırakıp, bizi morgun olduğu yere aldılar. Ötekiler tabutla taksiyi de alıp mezarlığın içine doğru gittiler.
Yirmi dakika sonra geldiler... Biz hangi mezara defnedildiğini bilemiyoruz. Ama bize ölüm ve nakil evraklarını geri verdiler.
Müdür "alın bunları şubeye götürüp ifadelerini alın" dedi ve gitti.
Emniyet Sarayı'nda
Bizi Volkswagen minibüse bindirdiler. Sürgülü kapıyı kapamadılar. İçeri geçip oturduk. Giderken bir yerde kırmızı ışıkta durunca kayın birader Hüseyin Durunesil "atlayıp kaçalım enişte" dedi. Ben de "sakın ha" deyip engel oldum.
Çünkü belki kapıyı onun için kapatmadılar. Kaçıyordu vurduk diyecekler. Bunlar çok yaşandı ülkemizde. Böylece emniyet sarayının yukarı katlarından birine çıkardılar.
Bizim taksi şoförünü de getirdiler. Kimliklerimizi alıp işlediler. Adreslerimizi aldılar. Şoföre dönüp "paranı aldın mı" dediler. O da "hayır, burada ödeyecekler" dedi.
Bize "verin şoförün parasını da gitsin" dediler. Biz de "yanımızda yok, buradan çıkışta eve uğrayıp parasını verip yolculayacağız" dedik. "Olmaz, haydi şimdi şoförle beraber gidin, parasını ödeyin, geri buraya gelin" dedi.
Şoförle ikimiz Dikmen'e gittik. Şoförün parasının evde temin edilen paradan ödedim. Geri döndüğümüzde bizim Hüseyin biraz panik yapmış olmalı ki oradaki bir komiser "alın bunu aşağıya" demiş. O esnada şoför ile döndüğümüzü gören ve işlemimizi yapan sivil memur geldiler, "bırakın gitsinler" dedi.
Ve dönüp şoföre "paranı aldın mı" diye sordu. Şoför de "aldım" dedi. Şoförün ve bizim kimliklerimizi verip "haydi gidin" dedi. Ayrıca o sivil memur bizi merdivenin başına kadar yolcu etti. Buna da bu güne kadar halen bir anlam veremedim.
Evde
Biz oradan çıkıp eve döndüğümüzde gerek yakın akrabalarımız, gerekse Kazım'ı yakından tanıyanlarla doluydu ev. Eşim onlara çay ikram ediyordu.
Taziyede bulunduktan sonra dağıldılar. Biz de biraz yattık. Sabah kalkınca hemen Yenimahalle Belediyesinden gerekli muameleyi tamamladım, ama mezar numarasını öğrenemedim.
Bir dolmuş ile mezarlığa gittim. Mezarlıklar müdürü Alişan Canpolat'a varıp mezar numarasını sordum. Alişan Bey "şimdi bana bir şey sorma kardeşim" dedi.
"Ama bir ay sonra gel, ben kendim seni götürüp mezar numaranı göstereceğim."
Bir ay sonra Kazım'ın mezarında
Gerçekten de bir ay sonra tekrar gittiğimde benim yanıma bir memur görevlendirdi hem oradaki fihristten numarayı okudu hem de mezarın yerine götürüp G.1-123 No.lu mezarı gösterdi. Ben de teşekkür ederek ayrıldım.
Şimdi bana göre gerçek bir komünist olduğuna inandığım Sinan Kazım hiçbir yerde ve topluluklarda resim çektirmemiş.
Hazırlık çalışmalarını yaptığımız Sinan Kazım kitabına çok fazla resim katamıyoruz. Şimdi Kazım'ın hakkında bilgisi, anısı, arkadaşlığı olanların katkılarını bekliyorum.
Katkı koyabilecek dostlarına yoldaşlarına şimdiden saygılarımı sunarak satırlarımı sonlandırıyorum. (EÖ/EK)