Bu tüneller İstanbul'u bir dünya metropolü olmaya taşıyacak yüzyılın "vizyon projeleri" imiş. İstanbul'u dünyanın gelişmiş kentleri arasına sokacakmış...
Ayrıntılar ise şöyle: Avrupa yakasında 19, Anadolu yakasında ise 7 tünel yapılacakmış. Toplam uzunlukları 68 kilometre olacak tünel yollar 3 yılda tamamlanacakmış. Dolmabahçe'den başlayarak Dolapdere, Piyalepaşa, Kağıthane hattında yapılması planlanan tünellerle 17 dakikada havalimanına ulaşılacakmış.
Boğaziçi için öngörülen tüneller ise yaklaşık 5'er kilometre uzunluğundaymış. Yıldız'dan Tarabya'ya ulaşacak olan ise 10 kilometreymiş. Bu arada bir önceki Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfüt Gürtuna'nın seçim projesi, Kuşdili Kadıköy tüneli de kopyalanmış. (Hatırlıyorsanız Kadir Topbaş Moda otoyolu projesinden vazgeçildiğini ve bu projeye karşı olduğunu söylemişti.)
Birileri proje niyetine uzunlukları ölçmüş, İstanbul'un altına kanalizasyon borusu döşer gibi tüneller çizmiş. Kötü bir tesisatçının oradan buradan boru geçirmesine benzeyen bu tünellerin tam yirmi sene önce de gündeme getirildiğini belki bugün çok az kimse hatırlıyor. (Madem çözümdü, o zaman İstanbullular bunca sene boyunca neden eziyet çekti, diye sormazlar mı?)
Diyeceksiniz ki, metro tünellerini plansız programsız açtırıp, yıllardır üzerine yatan yönetimlerden bile bir hesap soran olmadı. Bu tüneller nasıl havalandırılacak?
Trafik sıkışıklığı olduğunda insanlar hangi havayı soluyacak? Bir kaza olduğunda nasıl ulaşılacak? Şehrin gelişme bölgelerine göre alternatif ulaşım aksları nasıl planlanacak? Ulaşımda öncelikler nasıl belirlenecek? İstanbullular her yere ille otomobille mi gidecek?
Koruma kurulları projeleri onaylamış mı? Zemin etüdleri yapılmış mı? Aynı hatlarda on misli yolcu taşıyabilecek raylı sistemler ya da deniz ulaşımı neden tercih edilmemiş? Başka ülkelerde olduğu gibi kent içinde otomobil kullanımını sınırlandıracak, toplu taşımayı teşvik edecek programlar geliştirilmesi neden öngörülmemiş?
Bu soruları sormayı nedense kimse akıl etmemiş. Hele bir de çıkartılacak toprağın mevcut yollar kullanılarak taşınacağını ve başlayan ama bir türlü bitmek bilmeyen kazıların İstanbul'u daha da yaşanmaz kıldığını dikkate alırsak, İstanbul'u önümüzdeki yıllarda bugünkünden çok daha büyük bir ulaşım felaketinin beklediğini öngörebiliriz.
Belediyeden cin fikirler
İnsanın aklına ister istemez şu soru takılıyor: Bu tüneller belediyenin tanıtmak için İstanbul'un orasına burasına koyduğu dev ulaşım projeleri içinde yer alıyor mu? Almıyor.
Seçim projeleri gibi sayısı abartılan "beşyüz profesör"ün hazırladığı söylenen planlarda var mı? Yok. Geçtiğimiz ay bakanların katıldığı ve İstanbul'un ulaşım sorunlarının tartışıldığı zirvede söz konusu oldu mu? Hayır.
Peki ne oldu? Belli ki belediyenin aklına yeni geldi. Belediye yöneticileri ne yapalım, ne edelim diye kıvranırken müteahhitlerle sarmaşık olmuş bazı bürokratlar tünel açma fikrini hatırlamışlar.
Genel Sekreter, Genel Sekreter Yardımcısı, Ulaşım Daire Başkanı, Basın Danışmanı gazete gazete dolaşıp, akıllarına gelen bu önemli projeyi tanıtmışlar. (Kim bilir biraz daha düşündükçe akla neler gelir?
Örneğin benim de ulaşım sorununu çözmek için çok daha parlak bir fikrim var: Belediye hazırlattığı planlarda binaların çatılarının otoyol haline getirilmesini şart koşsun. Hem bizim cebimizden para çıkmaz, hem de havalandırma, aydınlatma, işletme masraflarından da kurtulmuş oluruz.
Üstelik bu parayla İstanbul'daki binaları depreme dayanıklı hale getiririz. Elbette ki tüneller de dahil olmak üzere bütün fikirler tartışılabilir. Ama yönetimlerin ve görevi vatandaşlar gibi kendi fikirlerini sergilemek değil, yöntemler geliştirmektir.
Örneğin trafikteki basit düzenlemeler hiç zaman kaybetmeden yapılabilir. Köprülerde ve bazı anayollarda toplu taşıma için şerit ayrılabilir. Uzun vadeli projeleri yönetmek için ilgili kuruluşlar bir araya getirilerek ulaşımın nasıl planlanacağı gösterilebilir. İstanbulluların söz sahibi olacağı bir yönetim modeli tartışmaya açılabilir.
Bu yöntemle değil ulaşımı düzenlemek, kentin altına kanalizasyon dahi döşenemez
Demek ki İstanbullular olarak artık şunu söylememiz elzem hale geldi: Yöntemsizliğin faturasını biz İstanbullular ödüyoruz. Sorunu yaşayan da, hizmeti üreten de, parasını ödeyen de biziz.
Yönetimlerin dar bir perspektiften bakarak geliştirdikleri bütün fikirler çözüm değil, yalnızca sorun yaratıyor. Eşe dosta iş dağıtma mantığı ile İstanbul halkının çıkarları çelişiyor.
Biz İstanbullular her uygulama için, ne gerekiyorsa ve ne yapılacaksa bekleyebiliriz. Ama kararlar almak, önceliklerimizi belirlemek ve yöntemler geliştirmek için neden bekleyelim? Bu kentte yönetimlerin akıl fikir sahibi olması için artık acelemiz olmalı. Yoksa çok geç olacak. (KG/KÖ)