6-7 Eyül'deki pogromda azınlık fertlerini evine alıp saklayan, ayyıldızı dalgalandırmak suretiyle “Burası Türk evi!” deyip çapulcuları püskürten, hatta kudurmuş saldırganların karşısına çıkıp azınlıkların dükkânlarını ve evlerini cengâverce savunmuş olan Müslümanlar için, İstanbul’un mesela Galatasaray Meydanına bir anıt heykel dikilse fena mı olur?
Aslında bu işin sıcağı sıcağına Kuzgun Acar, Sadi Çelik veya İlhan Koman gibi heykeltıraşlara yaptırılması daha manidar olurdu, fakat mühim olan eninde sonunda bir şekilde özür dilemek ve birilerine hakkını teslim etmekse, insan hakları hususunda her gün yeni bir adımın atıldığı günümüzde de bunu şık bir biçimde yapmak pekala mümkün.
Üstelik Ermeni davasına hassas, çağdaş heykeltıraşlardan Mehmet Aksoy bu iş için adeta biçilmiş kaftan.
Tamam, Ermenistan ile Türkiye arasındaki dostluğu simgelemek üzere Kars’taki İnsanlık Anıtı adlı 24,5 metrelik eseri “ucube” yakıştırmasıyla bir süre sonra kesilerek yerinden kaldırılmıştı; fakat İsrail’in dünya çapındaki heykeltıraşı Dani Karavan’ın tarzıyla Aksoy’un tasarladığı anıt arasındaki benzerlikler göz önünde bulundurularak Mehmet Aksoy’a yeni bir şans tanınabilir.
Ancak bu olası teklifi kabul ederken Aksoy’un içinden çıkılmaz bir ikileme düşmesi kaçınılmaz da olabilir.
Karavan’a, Nazilerin Yahudilere ve diğer “öteki”lere uyguladığı soykırım sırasında kurbanlara yardımcı olabilmiş Polonyalıların anısına bir heykel “inşa etmesi” teklif ediliyor. Tecrübeli Karavan bu işe sıcak bakıyor, fakat Polonya’da iktidardaki dinci ve milliyetçi hükümetin bu olayı çarpıtarak kendi lehine sömürme ihtimali kendisine sık sık hatırlatılıyor.
Karavan aralarında bilge bir tarihçinin de olduğu uzmanlara mevzuyu danıştığında çok küçük bir azınlığın, büyük riskler alarak Nazi kurbanlarına yardımcı olup kurtardığını teyit ettiriyor; soykırım sürecinde sütten çıkmış ak kaşıkla özdeşleşmiş çoğunluğun sessiz kalışı bir yana, kendi çıkarları doğrultusunda faillere yardımcı olduğu hususu, işbirlikçilerin bu aklanmadan mutlaka muaf tutulması gerekliliğini ortaya çıkarıyor. Bu arada popülist Polonya hükümeti, propagandasına alet edebilmek için heykelin bir an önce yapılmasında diretiyor, Polonya milletinin ne kadar hoşgörülü ve iyiliksever olduğunu kanıtlamak için bu fırsatı mutlaka kullanmak istiyor.
High Maintenance (Bakımı zor) başlıklı belgesel Dani Karavan’ı yakından takip ederken sanatçıya saygı duruşunda da bulunuyor. Barak Heymann’ın yönetip prodüktörlüğünü de üstlendiği 2021 İsrail-Polonya ortak yapımı 66 dakikalık film seyirciye hoş anlar yaşatıyor, kahramanının bitmek tükenmek bilmeyen enerjisi ve neşesiyle derinden etkiliyor.
Netanyahu’ya tahammülü yok!
"Kültür kahramanı olmak istemiyorum.
Kahraman olman beklenen alan savaştır.
Kültürde aykırı olmak gerekiyor”
Karavan’ın bu cümleleriyle başlayan film, aynı zamanda ressam ve tasarımcı olan heykeltıraşın Beerşeba’da yıllar önce yaptığı Negev abidesine ziyaretiyle devam ediyor.
Ortalık bir çöplüğe dönüşmüş, birçok eserinde olduğu gibi bunda da muhtelif kanallardan akması gereken su akmaz vaziyette. Abidenin en mühim parçalarından semaya doğru yükselen beton kulenin etrafında muhtelif delikler var; rüzgâr o deliklerden içeri süzüldükçe adeta ilahi bir tınıya dönüşüyor. Tıpkı Galata kulesi yıllar önce restore edilmek üzere etrafı iskele ve kalın ağlarla örtüldüğünde lodosun neden olduğu müzikal uğultu gibi.
Karavan, şayet tabiat sana bir şey sunuyorsa bunu kabul etmemek için enayi olman gerekir diyor, “Tabiat benim büyük patronumdur” diye konuşmasını sürdürüyor. “Coğrafya benimle konuşuyor, sen de dinle” diyor yönetmen Heymann’a. “Doğa kendisiyle konuştuğunda insan ne hisseder?” sorusuna, Karavan şakayla karışık “Sen anlamazsın, yalnız gerçek sanatçılar anlayabilir; dinlemek lazım, doğanın müthiş bir gücü var!” diye cevap veriyor.
Karavan: “Tabiat Netanyahu’dan kesin bahsetmiyor!” diye eklediğinde Heymann “Yeter Netanyahu’dan bahsettiğin!” diyor. Bundan politikayı filmine dahil etmek istemediğini anlıyoruz, fakat Karavan “Sanatım politiktir, hadiselere politik biçimde tepki veririm” diye karşılık veriyor.
Sanatla politikanın bağdaşmadığı iddiasına karşı da çok basit bir cevabının olduğunu belirtiyor: “Guernica!”
Heymann “O ne?” dediğinden Karavan çileden çıkıyor, yönetmene bedava sanat kursu vermeyi taahhüt ediyor.
Film ilerledikçe aslında Heymann’ın Karavan’ı provoke ettiğini, yaşlı heykeltıraşın sinirlendiği zaman çok daha şirin olduğu için buna benzer tahriklere giriştiğini anlıyoruz.
Gezegenin her yerinde…
Karavan film boyunca dünyanın muhtelif diyarlarında yapmış olduğu, geniş alanlara yayılan eserlerini ziyaret ediyor; yalnız kendi memleketinde değil, Fransa gibi Avrupa ülkelerinde bile bazılarının bakımsız olmasından dolayı küplere biniyor. Bir meydandaki çiçek tasarımının kendi öngördüğü halle ilgisiz olduğunu fark edince bu işle görevlendirilmiş sözde bahçıvanlara veryansın ediyor, fazlasıyla uzamış ot ve bitkileri Filistinliler’in topraklarına dadanan işgalci İsrailliler’e benzetiyor: “Belki de kökünden sökülmeli!”
Çünkü Karavan, eserleri devasa olsa da onları milimetrik dengelere oturtuyor, boş alanların mühim olduğu kadar ortaya çıkarılması zor alanlar olduğunu ifade ediyor, iki nokta arasındaki boşluğun yarattığı gerilime dikkat çekiyor.
Oranların ve mesafelerin büyük önem taşıdığını, sadelik ve basitliğin ortaya çıkarılması en karmaşık olgular olduğunu da dinliyoruz sempatik ustadan.
Boşluğun ferahlığı, ufkun derinliği hepimizin hasret kaldığı olgular değil mi?
Eserlerini evlatları gibi gören, hatta bu sebepten dolayı kendi öz kızını da neredeyse gücendiren sevimli Karavan sanat eserlerine haksızlık yapıldığını, bu sebepten dolayı kalbinin kırıldığını söylüyor.
“Bu artık benim eserim olmaktan çıkmış…böyle olacaksa hiç olmasın… bu bir skandal…” gibi ifadeleri filmde sık sık duyuyoruz. Eserlerinin düzenli ve özenli bir bakıma ihtiyaç duyduğu kesin.
Kameralar karşısında sarmaş dolaş gördüğümüz Wim Wenders’le Berlin’deki Villa Lemm’de vakit geçirirlerken ünlü sinemacı Karavan’ın içindeki iyimser çocuğa bir kez daha hayran olduğunu ifade ediyor ve yaşlı dostuna bulundukları parktaki Mifgash isimli eserinde yazılanları hatırlatıyor:
“Ancak hareketlerimizdeki erdem yaşamlarımıza güzellik ve haysiyet kazandırabilir”.
“Farkındalığını keşfetmek ancak kendi karanlık yanına bakmakla mümkün olabilir” cümlesi de filmin incilerinden.
Barış ve eşitlik yanlısı Karavan
İsrail parlamentosu Knesset’in, önünde konuşmacıların durduğu ana duvarını süsleyen devasa taş kabartma da Karavan’a ait. Taşları babasıyla memleketin kuzeyindeki bir Arap köyünden tedarik ettiklerini hatırlıyor.
Ülkenin yöneticilerine tahammül edemediğini bildiğimiz kahramanımız, “Bazen bir taşın birisinin üzerine düşmesini diliyorum!” diyor ve Kitâb-ı Mukaddes’ten bir alıntı yapıyor:
“Duvarın taşları haykıracak!”
Ve ardından muzipçe ekliyor:
“Ne yazık ki doğru değil çünkü benim taşlarım sessiz kalmaya devam ediyor!”
Eserlerini mümkün olduğunca Arapça ve İbranice imzaladığını, fakat bazen kendi namına konuşacak olan eserini hiç imzalamamayı tercih ettiğini de belirtiyor: “Kendimi Rönesans’a ait hissediyorum; Michelangelo da eserlerini imzalamazdı. Tabii ki kendimi onunla kıyaslayamam!”
Coğrafyada eşitlikçi bir düzenden yana olduğu her halinden ve ifadesinden belli Karavan İsrail devletinin ırkçı icraatına karşı protestolarda yer alıp mikrofondan da hazır bulunanlara sesleniyor. Hükümete karşı zehir zemberek laflar sarf ederken Arapların ve Yahudilerin eşit şartlara sahip vatandaşlar olmasını diliyor, Filistinlilerin bir an önce demokratik haklarına kavuşması gerektiğini adeta haykırıyor.
Filmin başlarından itibaren Karavan’ın bir diğer yönünü de adım adım takip ediyoruz aslında. 90’nına merdiven dayamış olmasına rağmen çok dinç ve faal biri o, fakat sık sık doktorlarına uğrayıp muhtelif muayenelere tabi tutuluyor ve eşinin dediği gibi bunu “Kendinden bahsetmenin gayet zevkli bir fırsatı” olarak değerlendiriyor. Hafızasını kaybetmekte olduğunun da bilincinde, ama bu, hayata sımsıkı bağlanmasına engel değil.
Geçen günlerde seyrettiğim bu gayet samimi, tempolu ve eğlenceli, mizahla bezenmiş ve asla duygu sömürüsüne başvurmayan eser için filmin yönetmeni Heymann’a tebrik mesajı çekmeyi bile düşündüm. Ne de olsa prodüktörlüğünü yaptığı, meşhur gey porno aktörü hakkındaki Jonathan Agassi Hayatımı Kurtardı (Jonathan Agassi Saved My Life) belgeseli vesilesiyle daha önce muhtelif temaslarda bulunmuştuk.
İşbu yazıyı yazmadan önce genelde yaptığım gibi filmin kahramanı hakkında küçük bir araştırmaya da giriştim ve ne yazık ki Dani Karavan’ın birkaç gün önce, 29 Mayıs 2021’de bu dünyadan göçtüğü bilgisine ulaştım.
Aklanması öngörülen Polonyalıların ümitleri de şimdilik suya düşmüş oldu!
Acaba son günlerinde Karavan coğrafyada bir kez daha patlayan savaşın ve Netanyahu’nun koltuğunun sallantıda olduğunun farkında mıydı?
Şuuru elverdiği takdirde, koalisyonda Filistinlilerin yer alma ihtimaline rağmen bana “Gelen gideni aratır oğlum!” der miydi?
(MT/EMK)