2020'nin ilk günlerinden itibaren tüm dünya olarak COVID-19 salgınıyla mücadele etmeye başladık. Pandemiyle mücadelede bazı ülkeler daha başarılı olurken, bazı ülkeler sınıfta kaldı. Daha da vahimi, 2021 yılının ikinci yarısını geçirdiğimiz şu günlerde aşı bulunmuş olmasına karşın, bu başarısızlık konusunda henüz bir değişiklik yok.
Halen sadece ülkemizde bile günde 300'e yakın insan hayatını kaybediyor, 20 bini aşkın insan hastalığa yakalanıyor.
Salgına karşı mücadelede sıkı kontrole, sıkı karantina tedbirlerinin gerekliliğine inanan bilim insanlarına karşı, bin türlü bahaneyle gerekli tedbirleri almayan ve sosyal devlet olamayan hükümetlerle yüz yüzeyiz.
Dünyada karantinanın kişisel özgürlüklere yönelik bir devlet müdahalesi olduğunu savunan bir kesimin sokak eylemleri sürerken, bir yandan da aşı karşıtı hareket büyüyor. Aşılama oranları yükselmezken, ölüm ve hastalanma oranları yükseliyor.
Çok tanıdık bir karantina hikâyesi
Bu girizgâh Orhan Pamuk'un son kitabı "Veba Geceleri" için... Kitabın uzun yıllardır yazıldığını okumuş olmasam, tamamının son bir yılda yazılmış olduğuna inanmamak için hiçbir nedenim olmazdı.
Zira "Veba Geceleri" bir kurgu roman olmasına karşın, artık bizim için çok tanıdık bir karantina hikâyesi. Son zamanlarda tüm dünyaca yaşadığımız pandemi sorunları; ölümler, hastaların sayısının sürekli artmasına karşın karantinanın gerçek anlamda uygulanmaması, halkın gerekli tedbirleri almaktaki hevessiz tutumu, 'bana bir şey olmaz' ruh hali, karantinanın yarattığı ekonomik sorunları çözmek için idarecilerin halka destek olmaması, merkezi iktidarın halkı kendi başına bırakması, desteklememesi, gereksiz uygulamalarla tepki toplamak ve daha niceleri...
Elbette sadece hastalığı ve karantina sürecini anlatmıyor "Veba Geceleri." Bu korkunç salgının ortasında aşk hikâyeleri de var. Pakize Sultan'ın eşi Damat Doktor Nuri ile Kolağası Kamil'in eşi Zeynep'le ve Vali Sami Paşa'nın sevgilisi Marika ile aşkları hikâyemizin romantik yanlarını oluşturuyor.
Gülsem mi, ağlasam mı?
Ancak bence asıl hikâye salgının ortasında, Osmanlı'ya bağlıyken bağımsızlığını ilan etmeye çalışan, bunu başarsa da aslında hiçbir zaman tam bağımsız olmayan Minger'in iktidar, güç, denge oyunlarında saklı. Orhan Pamuk'un özellikle bu bağımsızlık sürecine dair kullandığı anlatımdaki ironi ve mizah okuyucuda sık sık 'gülsem mi, ağlasam mı?' duygusu uyandırıyor.
Hikâyemiz Osmanlı'nın son yıllarında Sultan Abdülhamit döneminde Ege Denizi'yle Akdeniz'in birleştiği yerde, Rodos'un hemen altında küçük bir ada olan Minger'de geçiyor.
Dönemin Padişahı Abdülhamit'in ağabeyi V. Murat'ı tahttan indirip uzun yıllar tutsak ettiği, o sırada doğan yeğeni Pakize Sultan'ın diğer yeğenlerine yaptığı gibi, pek de itibarlı olmayan ve kolay kontrol edebileceğini düşündüğü Doktor Nuri ile evlendirmesi ve yeni evli çifti bir Çin gezisine dâhil etmesiyle başlıyoruz yolculuğa.
O dönem Padişah soyundan kadınların İstanbul'dan ayrıldıkları pek vaki değil. Dönemin ünlü salgın uzmanı, baş kimyager ve Sağlık Başmüfettişi Bunkowski Paşa'nın vapurdan Minger Adası'nda inmesinden kısa bir süre sonra gelişen olaylarla Damat Doktor Nuri ve zevcesi Pakize Sultan kendilerini Minger'de buluyorlar.
Minger'de veba belirtileri var, insanlar ölüyor ancak henüz kesin tanı konmamış. Minger Valisi Sami Paşa, Müslümanların gayrimüslimlerden fazla olduğunu söylediği adasında -ki bunun doğru olmadığını kendi de biliyor aslında- veba salgını olmasının mümkün olmadığı ve ölümlerin münferit olduğu konusunda -ki bunun da doğru olmadığını içten içe biliyor- ısrarcı. Kısa bir sürede hastalığın veba olduğu ve salgın haline geldiği ortaya çıkıyor ve salgınla "mücadele" başlıyor.
Bu mücadele devam ederken, Pakize Sultan'ın koruması olarak adaya gelen ve aynı zamanda Mingerli olan Kolağası Kamil'in postane baskınıyla adanın Osmanlı Sarayı ile bağlantısını sağlayan telgraf geliş gidişlerini durdurması, onun kahraman olma yolunda ilk adımı olurken, Minger'in de bağımsız olma yolundaki ilk adımıdır.
Son olarak, hikâyenin büyük bölümünü Pakize Sultan'ın ablası Hatice'ye yazdığı mektuplardan öğrendiğimizi ve kitabın anlatıcısının Pakize Sultan ile Doktor Nuri'nin kızlarının torunu Mina'nın Mingerli olduğunu da eklemiş olalım.
Nobel'den önce ve sonra
Tüm kitaplarını yıllar ve yıllar öncesinden itibaren okuyan sade ama takipçi bir okuyucusu olarak Orhan Pamuk'un edebiyat çizgisini Nobel Ödülü öncesi ve sonrası ayırmanın doğru olduğunu düşünüyorum. "Kara Kitap", "Beyaz Kale", "Sessiz Ev" ve diğer eserlerini düşündüğümde okuyucunun dikkatine, emeğine ve çabasına ihtiyaç duyduğu "zor" eserlerini Nobel'i henüz almadığı dönemde yarattığı görülüyor bence.
Kendi adıma ben Orhan Pamuk'un Nobel öncesi sıkı, takipçi okuru olmaktan çok mutluyum. Hatta itiraf etmeliyim ki biraz kendini beğenmiş bir duyguyla, henüz dünya tam olarak onu keşfetmemişken keşfeden okuyucularından biri olmaktan gururluyum.
Yine de şunu da söylemeliyim ki Nobel sonrası eseri olan ve 500 küsur sayfası ile okuyucuları arasında bile çok sevmek ya da nefret etmek gibi keskin bir ayrım yaratan "Masumiyet Müzesi"ni çok sevenler arasındayım. Aşkın tüm tutarsız, hatta saçma, sıradan ayrıntılarını gün be gün, satır satır en gerçek, en yalın haliyle yazmak da bir deha ürünüydü.
Ancak her şeye karşın, hâlâ en iyi eserlerinin Nobel Ödülü öncesi yazılanlar olduğu gerçeği bende değişmedi.
Nobel sonrası eserlerindeki dilin, üslubun, anlatımın sadeliği, kavrayıştaki "kolaylığı", çabaya ihtiyaç duymaksızın hızlıca okunur olmasındaki yazar tercihinin muhtemelen birçok sebebi var. Onlarca dile çevrilecek olmasının bilgisiyle, daha fazla okurun daha kolay anlayabileceği bir üslubu tercih etmesi bunlardan olmalı.
Ayrıca yazarın kendi dilinde bile Nobel sonrası yeni bir okuyucu kitlesi ile tanışacak olma gerçekliğini de farkında olduğunu unutmamak gerek. Bu yeni okuyucu kitlesinin hiç olmazsa Nobel sonrası kitaplarını okurken öncesindeki edebi şaheseri ıskalamamasını ummaktan başka çare yok.
"Veba Geceleri" Orhan Pamuk'un en iyi eseri olmayabilir ama sonuçta bir Orhan Pamuk eseri; çok iyi bir edebiyat ürünü. Sen çok yaşa ve çok üret Orhan Pamuk!
(BY/AÖ)
* Bu yazı ne bir kitap eleştirisi ne de kitap tanıtımıdır, yazarın okuduğu kitap üzerine sayıklamalarından ibarettir. Sincan Kadın Kapalı Cezaevi, Ağustos 2021.